“Bundan sonra yapacaklarımı, hem AKP yıllarını, hem de 12 Eylül ile başlayan girdabı akılda tutarak belirlemem gerekir. Tarihsel perspektif olmadan yol belirlenemez. Beni Doğuş Üniversitesi’nden atanlar, daha sonra KHK 686 kapsamına alınmamı sağlayanlar, sürgünde yaşamama neden olanlar, eşimin pasaportunu alıp onu aylarca rehin tutanlar aynı düzenden besleniyorlar.”
Doğuş Üniversitesi’nden barış akademisyeni Prof. Dr. Serdar Değirmencioğlu, yargılandığı mahkemede hakkında verilen beraat kararından sonra yapacaklarını bu sözlerle anlatıyor.
Değirmencioğlu, Barış İçin Akademisyenlerin “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisini imzaladıktan sonra üniversite yönetimi tarafından görevine son verildi. Ardından 686 Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edilen Değirmencioğlu’nun pasaportuna da tahdit konuldu.
Değirmencioğlu yurtdışında yaşamaya mecbur bırakılırken, hakkında aynı bildiri gerekçesiyle “terör örgütü propagandası yapmak” suçlamasıyla dava açılan akademisyenlerden biri oldu.
Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) barış için akademisyenler hakkında verdiği hak ihlali kararının ardından 11 Eylül’de görülen duruşmasında ise beraatine karar verildi.
“Karara kendim için sevindiğimi söyleyemem” diyen Değirmencioğlu, yaşanan sürece tepkisini şöyle anlatıyor:
“Bu süreç, 5'e 5 ile alınmış AYM kararı, Füsun Üstel'in hapse konulması, bizlere ders vermek üzere özel olarak atandıkları izlenimi veren heyet başkanlarının yaptıkları, KHK ile gerçekleştirilen ihraçlar, hepsi beni çok öfkelendiriyor. Ama AYM kararı şu ana dek ceza alan arkadaşlar için önemli. Bu içler acısı sürecin bitmesi iyi. Bunlara sevindim.”
“Bizleri oyuna getirebileceklerini sandılar”
AYM kararını, ihraç edilen akademisyen başvurularını henüz karara bağlamayan Olağanüstü (OHAL) Komisyonu da dikkate almak zorunda ancak buna rağmen aksi kararlar verebiliyor. Yargılanan barış akademisyenlerinin mücadelesi bu nedenle henüz bitmiş değil.
Değirmencioğlu ise işinden çıkarılan, ihraç edilen ve sürgünde yaşamaya mecbur bırakılan bir barış akademisyeni olarak vereceği mücadeleyi şu sözlerle anlatıyor:
“Bu düzene karşı tek başına mücadele edilemez. Ocak 2016’dan bu yana yaşananlar dayanışma ve birlikte mücadelenin ne kadar önemli olduğunu gösterdi.
“Bizleri tek tek yargılamalarının nedeni, ortak akıl ve direniş üretmiş olmamız. Polis zoruyla sorulacak bir düzine soruyla bizleri oyuna getirebileceklerini sandılar. Bu oyun boşa çıkınca, bireysel davalar açtılar.
“Dayanışma ve ortak mücadele için emek vereceğim”
“Davalar boyunca yine dayanışma ve direniş ile kimse rejime karşı yalnız bırakılmadı. Bu süreçte bazı arkadaşlar müthiş emek verdi. Onlara ne kadar teşekkür etsem azdır.
“Bu demektir ki, yine dayanışma ve ortak mücadele için emek vereceğim. Hem Barış Akademisyenleri ile hem de yolumun kesiştiği diğer sürgünler ve direnişçiler ile hem de bulunduğum yerde adalet ve özgürlük mücadelesi verenler ile.
“Rejim çocuklara ve gençlere karşı bir savaş sürdürüyor”
“Genç arkadaşlar için 12 Eylül dönemini hesaba katmak zor olabilir. Bizler 12 Eylül karanlığında büyüdük. 12 Eylül rejiminin gönderdiği öğretmenlerle mücadele etmek zorunda kaldık. Lisenin son yılını 12 Eylül döneminde hapishane olarak kullanılmış bir binada okudum.
“Okulların zihinleri hapsetme işlevi gördüğünü fark edip, okulları değiştirmeyi kafaya koydum. Sonra ODTÜ’de sosyal bilimlerin, hatta kitapların hedef alındığı kara bir dönemde okudum.
“Türkiye’nin en iyi okullarında bana sunulmayan gerçekleri bulmak ve kavramak için yıllarca uğraştım. Daha iyi okullar için, eşitlik, özgürlük ve adalet için, çocuk hakları için uğraşmamın kökleri burada.
“On yıldır Evrensel’de bu çizgide, özellikle çocuklar için yazıyorum. Bugün rejim, çocuklara ve gençlere yönelik kapsamlı bir saldırı, bir çeşit savaş sürdürüyor. Buna karşı çalışmamı sürdüreceğim.
“Psikologlar Derneği suskun kaldı”
“Bir sosyal bilimcinin var olan toplumsal koşullardan ve dünyadan kopuk çalışması düşünülemez. Kopuk olursa da, köpük gibi olur; uçar gider. ‘Akmaz, kokmaz, bulaşmaz’ çalışmalar ana akım psikolojide kural gibi.
“Beraate dek sesini çıkarmayan Psikologlar Derneği, beraatin ardından çok değil, bir e-posta ile ‘Geçmiş olsun!’ mesajı gönderebilirdi. Ama susuyorlar.
“Duruşmalara Türkiye dışından gözlemciler geldiğinde, destek mesajları gönderildiğinde Psikologlar Derneği’nin suskun kalmasının ne kadar trajik olduğu sanki anlaşılmıyor.
“Artık öğrencilerle doğrudan temasım yok”
“Öte yandan, bizim çalışmalarımız ana akım psikolojide okutulmuyor. Şehitlik, borçlanmanın psikolojik etkileri, özel üniversitelerin yıkıcı etkileri üzerine kitaplarım var. Okuyan gayet az. Sonuçta öğrencilere ulaşmak çok zor. Çalışmalarıma derslerde yer verebileceklerin çoğu, KHK ile üniversitelerde atıldılar.
“Artık öğrencilerle doğrudan temasım yok. Zaten istenen de buydu. Yani bu temasın kesilmesi. Bu durumda öğrencilere ulaşabilmek, daha anlamlı ve güçlü olanı onlara taşıyabilmek için gerçekten çok çalışmak gerekiyor.
“Yaşananları aktarmak gerekiyor”
“Akademisyenlerin çoğunluğu kendi deneyimlerini yazmaya alışkın değil. Oysa bu dönemde yaşananları, dayanışma ve direnişin bilim ile ilişkisini de titizlikle işlemek ve başkalarına aktarmak gerekiyor.
“Şu ana dek yaşananları hem akademik dünya ile ilgili yayınlara, hem de dünyanın en büyük psikoloji kuruluşlarının yayınlarına sokmaya çalıştım. Bundan sonra da bunu yapacağım.
“Bu rejimin sonu gelmeli”
“Türkiye iliklerine dek çürümekte. Kokuşma her yere bulaştı. Eskiden gizlice yapılanların çoğu artık gözler önünde. 2016’da biz Barış Akademisyenleri’ne yönelik saldırılar başladığında, en tepedeki adam ile bir mafya babasının aynı günlerde tehditler savurması, aynı söylemi kullanması rastlantı değil. Mafya babası aklanırken, bizlere dava açılması da.
“12 Eylül sonrasında, fikirleri iktidarda, kendileri hapiste olanlar artık rejimin parçası oldular. Türkiye’de faşizm tırmanırken, benim işe dönme davamın yeniden görülmesini düşünmem, KHK ile kamudan atılanların işlerine dönebilmesini düşünmek çok zor.
“Ama mücadelenin yönü belli. Türkiye Cumhuriyeti’ni çöküşe ve toplumu çürümeye sürükleyen bu rejimin sonu gelmeli.
“Yeniden kuruluş bir ödev”
“Üniversitelerden atılanların hepsinin görevlerine döndüğünü düşünelim. Kokuşmuş üniversitelere döndüklerinde ne yapacaklar? Benim atılacağımı bilen ve bunu bekleyen, sonra yerime geçen kişi şu an yerinde.
“Atılmamın ardından derslerime giren ve bu dersler için ücret alanlar bölümde. KHK kapsamına alınmamı sağlayan eski rektör ve ekibi, hâlâ kadroda. Sivas’ta çalıştığım üniversiteden ayrılmamı sağlayan kişi, rejimin yeni üniversitelerine bölüm başkanı, dekan yapıldı.
“Şimdi bir başka rejim üniversitesinde saygıdeğer akademisyen pozları veriyor. Bu liste uzun. Benzeri listeler de. Üniversitelerin değil kurtarılması, yeniden kurulması gerekecek. Bu hiç kolay bir iş değil. Barış Akademisyenleri’nin içinde yer aldığı yeni girişimler bu açıdan çok önemli birer başlangıç.
“Yeniden kuruluş üniversitelere önem veren tüm Barış Akademisyenleri’nin, tüm KHK vurgunlarının, tüm öğrenci örgütlenmelerinin önünde bir ödev olarak duruyor.
“Sürgünde yaşamanın zorlukları yıpratıcı”
“Sürgünde yaşayan arkadaşlar, neoliberal üniversitelerin hemen her yerde bir çıkmaz sokak olduğunu gördüler.
“Sürgünde olup, bu düzende akademik çalışma yürütebilmek de, akademik bir pozisyon elde edebilmek de oldukça zor. Kırkından sonra ikinci veya üçüncü bir yabancı dil öğrenmek de.
“Yeni bir ortamda yeni bağlar kurmak, yerel oluşumlarla birlikte çalışma ve mücadele üretmek çok zor. Kadrosuz olmak, burs nereye çekerse oraya gitmek zorunda kalmak, zor kurulan bağları koparabiliyor. Sürgünde yaşamanın getirdiği zorluklar gerçekten yıpratıcı.
“Yol, yokuş yukarı”
“Sonuç olarak, yol yokuş yukarı. Gerçekçi olmak zorundayız. Yazmakta olduğum kitaplar var. Belki basılmayacak, basılsa bile okuyanı az olacak. Ama yazmak gerekiyor. Öğrencilerden ve üniversitelerden uzak düştük. Yeni yollar ve araçlar bulmak zorundayız. Sürgünde mücadele zor.
“Sürgün bittiğinde, yani bu rejim çöktüğünde, geriye kalan enkaz ve kokuşmuşluk nasıl temizlenecek? Bu rejim ve insanlığa karşı suç işleyenler ile nasıl hesaplaşılacak? Bunların hepsi zor sorular.
“Ama birilerinin barışı kurmayı, tüm boyutları ile düşünmesi gerekiyor. Bunun en azından benim için bir ödev olduğunu düşünüyorum.”
Serdar Değirmencioğlu hakkında1966'da Ankara'da doğdu. ODTÜ Psikoloji Bölümü'nde okudu. Gelişim psikolojisi doktorasını Wayne Eyalet Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nde tamamladı. Doktora döneminde Psikoloji Bölümü'nde ve Merrill-Palmer Enstitüsü'nde çalıştı. Doktora sonrasında iki yıl Northwestern Üniversitesi Sosyal Politika Araştırmaları Enstitüsü'nde çalıştıktan sonra Türkiye'ye döndü. ODTÜ Psikoloji Bölümü'nde iki yıl görev yaptı. Daha sonra İstanbul Bilgi Üniversitesi, Beykent Üniversitesi ve Arel Üniversitesi, Cumhuriyet Üniversitesi ve Doğuş Üniversitesi’nde çalıştı. Türkiye Çocuk Hakları Koalisyonu Koordinatörlüğü ve 27 ülkeyi kapsayan Regional Network for Children adlı kuruluşun başkanlığı görevlerini yaptı. Sesimi Duyun! Benim de Sesim Var! başlıklı kampanyayla 3 bin çocuk ve gencin görüşlerini 23 Nisan ve 19 Mayıs tarihlerinde Başbakan ve kamuoyuna iletti. Çocukların seslerinden bir seçki, Sesimi Duyun: Benim de Sesim Var başlığıyla 2005’de kitap olarak yayımlandı. Gençlik Çalışmalarında İyi Örnekler (2009), Some Still More Equal than Others: Or Equal Opportunities for All (derleme, 2011), Yükseköğretimin Serbest Düşüşü: Özel Üniversiteler (Kemal İnal ile derleme, 2014) başlıklı kitap çalışmaları yanında 3 Saat: Bir ÖSS Belgeseli (Can Candan ile 2008) başlıklı bir belgesel çalışması da var. IPS İletişim Vakfı'nın Çocuk Odaklı Habercilik kitabına katkıda bulundu. Evrensel gazetesindeki "Benim de Sesim Var" başlıklı köşesinde 2008'den bu yana her pazar çocukları ilgilendiren meseleleri ele alıyor. |
(TP)