Bilgi Üniversitesi'nin bir salonunda hafta sonu ve gün boyu süren konferansı izlerken nedense geçtiğimiz yıllarda Server Tanilli'nin gazetesindeki köşe yazısında paylaştığı rüyasını anımsadım. Tanilli, anımsadığım kadarıyla adeta bugünkü egemenlerin kafasıyla bakarsak imkansız bir rüyasını paylaşarak; "Dicle Üniversitesinde kurulmuş olan bir Kürdoloji Enstitüsü'nden" söz ediyordu. Sonrasında, Tanilli hocanın rüyası bile kimi politikacıların ve dönemin üniversite yetkililerinin uykularını kaçırmaya yetiyordu. Esprisi doğru ya da değil, hâlâ Diyarbakır'da anlatıla durulur: Ankara'da bir milletvekili Server hocanın yazısını okur ve gerçek sanarak dönemin bir bakanına gider, bakan da anında üniversite rektörünü arar, sonra bunun bir rüya olduğu anlaşılınca rahat edilir.
Neyse, tekrar hayatın acı gerçeklerine dönersek, genellikle Ankara ve İstanbul merkezli olarak kurulan üniversitelere kıyasla taşra kabul edilen Anadolu'daki üniversiteler ne yapar? Kurulmuş oldukları şehrin eğitim, kültür ve sosyal atmosferine ne katar?... Bu şekilde uzatılabilecek soruları ortaya ve kendimize sorduğumuzda çoğu kez hayal kırıklıkları ile karşılaştığımızı biliriz.
Bakın bir akademisyen, İbrahim Ortaş 2004'te bu konuda yine bir üniversiteyi baz alarak ne diyor bir yazısında; "Çukurova Üniversitesi öğretim üyeleri, üniversite öğrencileri ile yaptıkları bir araştırmada gençlerin üniversite eğitimleri sırasında olaylara bakış, sorun çözme yönünde eğilimlerinin değişmediğini ve neredeyse üniversiteye geldikleri değer yargıları ile mezun olduklarını gösterdi. Bunun anlamı şudur: üniversitelerimiz ve eğitim sistemimiz, öğrencilere çağdaş bir eğitim ve üniversitelilik ortamı sunamamaktadır" demektedir.
Bu tespitin en net halini yaklaşık 20 bin öğrencisi, en az 3 bin de çalışanı olan Diyarbakır'daki Dicle Üniversitesi'nde görmek mümkün. Her defasında örnekleri gördükçe yüreğim kanar. Kentte bir dolu kültürel, sanatsal, toplumsal heyecanlar, aktiviteler yaşanır. Ama sayıları bir kaçı geçmeyen bireysel ve duyarlı akademisyenin dışında, üniversite kurumsal manada kentte olan bitenin o kadar uzağındadır ki adeta suyun öte yakasında kalmıştır. (Bilmeyenler için: Dicle nehri hemen Diyarbakır'ın yanı başından geçer ve üniversite ile şehri Dicle nehri birbirinden ayırır. Bir köprü ile ve sonradan yapılma sur maketi üniversiteyle şehri birbirine bağlar).
Bugün sıradan ve şehirde yaşayan bir Diyarbakırlıya üniversiteyi sorduğunuzda onun kafasındaki üniversite imajı Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesinin sunabildiği sağlık hizmetleri ile sınırlıdır. Ötesinin hiçbir anlamı yoktur. Bu mu olmalıdır üniversitenin 30 yıldır konumlandığı şehirle ilintisi? Elbette hayır...Bu sadece Diyarbakır'ın ya da Dicle Üniversitesinin sorunu mu? Değil tabi. Genel olarak YÖK cenderesindeki hemen tüm devlet üniversitelerinin durumu bu..
Bugün 60'lı 70'li yılların çok önemli bir sloganı olan ve 12 Eylül'le birlikte ruhuna fatiha okutulan ve adeta unutturulan "özerk üniversite" talebi, öğrencileri bir tarafa bıraktık, öğrencilerin istekleri zaten dikkate alınmıyor, akademisyenlerin de beklentisi olmaktan çıkmış gibi. Ne özerk üniversite, ne bilimsel bilgi üretme, ne uluslararası yayın takip etme ve yayın yapma, ne de araştırma yapma, bugün artık üniversitelerin beklentisi olmaktan çıkmış adeta.
Göründüğü kadarıyla hali pür melali bu minval üzere olan üniversiteler konumlandıkları kentin kültürel iklimine de bir şeyler katmaktan "devlet politikaları" gerekçeli bir önyargı ile uzak durur oluyorlar elbette. Bu ne kadar "bilimsellikle" koşut, onun yanıtını kanımca kendileri de bilmiyorlar. Çünkü "devlet üniversitesi" olunca "devlet gibi davranmak" gereğini algılayan bir üniversite eğitimidir, duruşudur algı.
İşte işin tam bu noktasında derdim, adresi oralarda göstermek olmamakla birlikte, son yıllarda yıldızı epeyce parlayan Bilgi Üniversitesi ve benzeri üniversiteleri işaret etmek. Eğitim ve akademisyen kalitesinin yanında, en azından son bir yıl içinde düzenledikleri konferanslar ve yaptıkları yayınlar itibariyle izlenmesi gereken bir noktada(lar). Ermeni Konferansı, Kürt Konferansı, son olarak 17 Şubat'ta düzenlenen Mehmed Uzun Konferansı ve bugün başlayan "Uluslararası Geçmişle Hesaplaşama Konferansı".
Uluslararası üne sahip bir Kürt yazarının akademik disiplin içinde Türkiye'nin bir özel üniversitesinde akademik düzey içinde tartışılıyor olması ister istemez beni yukarıda yazdıklarımı tartışmaya çalışmak üzere zorladı. Yoksa derdim devlet üniversitelerini ya da falanca şehirdeki üniversiteyi tartışmaya açıp sonra da o üniversitenin filanca yetkilisinin kendini savunmaya kalkıp "Bak işte bizde şunları, şunları yaptık" demesi değil. Derdim, devlet üniversiteleri de toplumsal ve kültürel manada "biz de varız" diyebilsinler... (ŞD/EÜ)