Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümünden Doç. Dr. Umut Tümay Arslan'ın Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 22. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
(Umut Tümay Arslan'ın savunmasını 1 Mart'ta görülecek duruşmasında sunamadı. Mahkeme AYM kararının ardından Arslan'ın beraatine karar verdi ve dosya kapandı.)
Sayın Başkan, Sayın Heyet Üyeleri,
11 Ocak 2016 tarihli barış bildirisini imzaladığım için buradayım. Bu bildiri, 2015’te sona eren çözüm sürecine geri dönülmesi ve Cizre, Silopi, Nusaybin, Sur ve Şırnak gibi yerleşim yerlerinde gerçekleştirilen güvenlik operasyonlarının yol açtığı çok-boyutlu hak ihlallerinin sona erdirilmesi talebini seslendirmişti.
Benim açımdan bu çağrı basitçe şu anlama geliyordu: bir kısım yurttaş, çatışma ortamında hakları çiğnenen ve hakları çiğnenmeye açık hale gelen yurttaşların fiziksel varlığını ve haysiyetini gözettiğini bildirmiş, bu durumu sona erdirme sorumluluğu ve yetkisine sahip devlete çağrıda bulunmuştu.
Bildirinin dili ve içerdiği eleştiri, hatırlattığı sorumluluk rahatsız edici bulunmuş olabilir, ama suç değildir. İfade özgürlüğü kapsamındadır. Bu eleştirileri yapabilme, devlet aktörlerini hukuka uygun davranmaya çağırma hakkım yasalarla korunmaktadır.
Çatışmaların yol açtığı hak ihlallerinden ve bu ihlallerin bir cezasızlık ortamı yaratılarak üzerlerinin örtülmesinden endişe duyduğumu ifade etme hakkına hukuken sahibim.
Burada, bu çok-boyutlu hak ihlallerinin neler olduğunu kısaca ifade etmek isterim; çünkü iddianamede hiçbir kanıt gösterilmeksizin, imzaladığım metinde resmedilen tablonun gerçek-dışı olduğu söylenmektedir. (İddianamedeki ifade şöyledir: “Bildiride Türkiye’nin doğu ve güneydoğusundaki yerleşim alanları için betimlenen tablonun tamamen gerçek-dışı olduğu”)
İmzaladığım metnin ortaya çıktığı dönem ve sonrasındaki insan hakları ihlallerine dair ulusal ve uluslararası raporlarda, çok sayıda mağdur, tanık ve mağdur yakınıyla görüşmeler, Türkiye Hükümeti ve sivil toplum kuruluşları tarafından temin edilen bilgilerin analizi, resmi kayıtlar, açık kaynaklı belgeler, uydu görüntüleri, videolar, fotoğraflar, sesli materyaller bulunmaktadır. Bütün bu belge ve tanıklıklar, barış bildirisinde ifade edilen endişelerin geçerliliğini kanımca bir kez daha göstermektedir.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin[i] 2017 şubatında yayımladığı Temmuz 2015 ile 31 Aralık 2016 tarihleri arasındaki dönemi kapsayan “Türkiye’nin güneydoğusundaki insan hakları durumuna ilişkin rapor”, anılan dönemdeki insan hakları ihlallerinin ayrıntılı bir dökümünü vermektedir. 25 sayfalık bu raporda ifade edildiği biçimiyle “Türkiye’nin güneydoğusunda yürütülen güvenlik operasyonları kapsamında yaklaşık 2000 kişinin hayatını kaybettiği” kaydedilmiştir. Bu sayının yaklaşık 800’ünün güvenlik görevlisi, 1200 kişinin ise yerel halktan olduğu belirtilmektedir.
Aynı raporda 2015 Temmuz ayının sonları ile 2016 Ağustos ayının sonu arasındaki on üç aylık dönemde öldürülmelere dair tek bir soruşturmanın olmayışının, Türkiye’nin güneydoğusunda, en azından Temmuz 2015’ten Şubat 2017’ye kadar ülke içi insan hakları koruma mekanizmalarının etkili bir şekilde işlemediğini gösterdiği ifade edilmektedir. Anılan dönemde, gece gündüz devam eden kapsamlı sokağa çıkma yasaklarının, hastalar ve yaralılar için acil durum hizmetlerine erişimin olmayışının yaşanan mağduriyetleri ve kayıpları arttırdığı vurgulanmaktadır.
Şu da var: Bir bölgenin abluka altına alınması, bu bölgede yaşayan insanları en temel haklarından mahrum etmekte, dahası yurttaşlığın koruma ve gözetim alanının dışına atarak onlara yönelik hukuk-dışı uygulamaları mümkün hale getirmektedir.
Nitekim bu döneme ait raporlarda, 30 kasaba ve mahallede uygulanan sokağa çıkma yasakları sırasında yetkililerin, uzun süreler boyunca şehirlere su, elektrik ve gıda tedarikini bütünüyle kestikleri, yerel halkın, izin alındığı takdirde bile hareketliliğin, hasta ve yaralılar için sağlık merkezlerine erişimin çok zor olduğunu ifade ettikleri belirtilmiştir.[ii]
Çeşitli kaynaklara göre, bu dönemde güvenlik operasyonları sonucu ülke içinde yerinden edilmiş yurttaşların toplam sayısının 355.000[iii] ile yarım milyon[iv] arası olduğu tespit edilmiştir. Toplu şekilde yerinden edilme, evlerin ve yerel kültürel anıtların yok edilmesi, dile getirilen başka hak ihlalleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin raporundan alıntıyla:
“Türkiye’nin güneydoğusunda yaşayan çoğunlukla Kürt kökenli 355.000’i aşkın vatandaş yerlerinden olmuştur. UNITAR’ın Operasyonel Uydu Uygulamaları Programı (UNOSAT) tarafından temin edilen uydu görüntülerinin analizi; nüfusun yoğun olduğu kent merkezlerindeki güvenlik operasyonlarının yol açtığı hasarın, ağır silahların ve olasılıkla havadan atılan cephaneliğin kullanımı ile orantılı olduğunu göstermektedir. Dahası, UNOSAT’ın raporu, okul gibi kurumlara ve etrafına ağır silahlı araçların konuşlandırıldığının görüldüğünü göstermektedir.”
Kısaca, raporlarda belirtilen çok boyutlu hak ihlalleri şunlardır: Hukuk-dışı ölümler, aşırı güç kullanımı (örneğin nüfusun yoğun olduğu bölgelerin ağır toplar ve tanklarla bombalanması), toplu yerinden edilme, kültürel mirasın yok edilmesi, kamusal hayata katılım hakkına müdahale edilmesi ve hükümet kurumlarının etkilenen nüfusa temel hizmet götürme kapasitesinin kısıtlanması.
Bu raporlarda, ilgili dönem açısından en endişe verici olanın insan hakları ihlallerinin soruşturulmaması ve sorgulanmaması olduğu da vurgulanmaktadır.
Benim açımdan, barış bildirisi, bu çok-boyutlu hak ihlallerinin sona ermesi talebini ve doğacak yeni hak ihlallerinin gerçekleşmesine, sistematik bir cezasızlık ortamının oluşmasına engel olma amacını barındırmaktaydı.
Son bir husus da şu olabilir: Epey bir zamandır insanın anlatma ihtiyacı üzerine düşünen biri olarak, sayıların, belgelerin, tanıklıkların hakikati anlatmaya yetmediğini çok iyi biliyorum.
Yaşanan mağduriyetleri bütünüyle dile getirmek imkansız. Ama onları inkar etmemek, dile getirmekten vazgeçmemek, anlatma ve yüzleşme çabasının kendisine sadakat sadece mümkün değil aynı zamanda gerekli de. Eşit ve adil bir yaşam sürme arzusundan vazgeçmemek için.
Bu mülahazalarla beraatimi talep ediyorum. (UTA/TP)
[i] https://www.ohchr.org/documents/countries/tr/ohchr_south-east_turkeyreport_10march2017.pdf
Son Erişim Tarihi: 22 Şubat 2019
[ii] Physicians for Human Rights, August 2016, Southeastern Turkey: Health Care Under Siege:
https://s3.amazonaws.com/PHR_Reports/southeastern-turkey-health-care-under-siege.pdf (s. 12)
Son Erişim Tarihi: 22 Şubat 2019.
[iii] Human Rights Watch: https://www.hrw.org/news/2016/07/11/turkey-state-blocks-probes-southeast-killings
Son Erişim Tarihi: 22 Şubat 2019.
[iv] Amnesty International: https://www.amnesty.org/en/latest/news/2016/12/turkey-curfews-and-crackdown-force-hundreds-of-thousands-of-kurds-from-their-homes/
Son Erişim Tarihi: 22 Şubat 2019.