“Sadece benim konuştuğum 100’den fazla çocuğun ikisi adli dosyalara girmiş gerisi kayıt dışı. Siz düşünün gerçek istismar oranını…”
Gazeteci İklim Bayraktar’ın, Destek Yayınları etiketiyle yayımlanan “Rızası Yok” adlı kitabı, çocukken istismara uğrayanların, aradan geçen onca yılın ardından anlattıkları hayat hikâyelerinden oluşuyor.
İnternette, “2023 yılında kaç çocuk cinsel istismara uğradı?” yazıp arattığımda, Sözcü gazetesinin internet sitesinde, Kemal Atlan imzasıyla 4 Ocak 2023 tarihinde çıkan haberde, CHP Eskişehir Milletvekili Jale Nur Süllü’nün verdiği bilgiye dayanarak, Türkiye’de çocuk istismarı vakalarının son 15 yılda yüzde 400 arttığı ve Türkiye’nin bu vakalarda dünyada üçüncü sırada yer aldığı yazıyor. Bunu nasıl değerlendirirsiniz?
Böyle bir bilgi için öncelikle güvenilir kaynak lazım. Jale Hanım bu sonuca nasıl bir kaynaktan ulaştı bilemiyorum ama kendi araştırmalarıma dayanarak baktığımda bu oran anormal ya da abartılı görünmüyor.
Kaldı ki eğer bu açıklaması emniyete ve adli kaynaklara dayanıyorsa çok net söyleyebilirim ki bu durumda gerçek oran çok daha fazla olmalı çünkü sadece benim konuştuğum 100’den fazla çocuğun sadece ikisi adli dosyalara girmiş gerisi kayıt dışı. Şimdi siz varın düşünün gerçek istismar oranını…
Kitaba gelecek olursak… Cinsel istismara uğramış insanlara ilk ne zaman ve nasıl ulaştınız? Onların sizinle konuşabilmeleri için gereken frekansı nasıl sağladınız? Başta size karşı yaklaşımları nasıl oldu? Ve duygularınıza hâkim olmayı nasıl başarabildiniz? Bir çizgi çekmeniz gerekiyordu sanırım…
Bu coğrafyada kendi deneyimlerim ve yakın çevrem sayesinde 13 yaşından beri farkındalığım var ama ilk defa 13 yıl önce mesaj kutuma gelen bir notun ardından yüz yüze geldim bir çocukla. Sonrası çorap söküğü gibi geldi, çünkü zaten ben de o frekanstaydım, bu anlamda mağduriyet yaşamış olanlar anlıyor gerçekten kalbinizi açıp açmadığınızı, gerçekten onları dinleyip dinlemediğinizi.
Hepsinin karakteri, huyu suyu farklı, dolayısıyla hepsi biricik ve her biri ile farklı yaşandı süreç. İlk andan son ana kadar baştan sona, hepsinin tepkileri de yaklaşımları da başka oldu.
Kimi size abla diyebilir miyim derken, kimi beni bir daha arama, hatırlamak istemiyorum artık, en son size anlattım acılarımı ve artık onları gömeceğim, bir daha açmayacağım diyebiliyor. Kimi çok yavaş çok zor güveniyor ve açılıyor, kimi zaten susamış anlatmaya, içini haykırmaya. Hepsinin ortak özellikleri var ama mesela hepsi de ağız birliği etmişçesine, “Başka çocuklar yanmasın diye anlatıyoruz, yazın ki içimiz minicik de olsa soğusun” dedi.
Tabii ki bir çizgi belirledim zaman içinde ama bu çizgi tamamen konuştuğum kişiye özeldi. Asla spesifik bir durum değil, hepsinin ruh hâli ve algıları farklı. Kırmadan, dökmeden, pişman etmeden, asla yanlış anlaşılmaya müsaade etmeden çektim o çizgiyi. Belki de en çok yoran, en çok kafa patlattığım konu buydu. Ve sence mümkün mü duygulara hâkim olmak? Özellikle ilk on görüşmede asla mümkün değildi ve hiç takılmadım buna.
Kontrollü olmayı kısmen ellinci görüşmeden sonra yapabiliyorsun bir nebze ama yine tam değil, sadece hararetin derecesini düşürüyorsun. Hiçbirinden de olumsuz bir reaksiyon almadım, zaten onlardan hiçbir şey kaçmıyor, kandırman mümkün değil ve belki de bu sahiciliğim çok daha iyi geldi onlara.
Kitabın başındaki “Başlamadan” kısmında belirttiğiniz gibi, çoğuyla bir şekilde yolumuz kesişti ve biz bunun farkında değiliz. Küçük yaşta bir çocuk cinsel istismara uğruyor. Biz de bir şekilde bunu öğreniyoruz. Ve sanki olay orada bitiyor, sonrasında her şey normal akışında devam ediyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Olay orada bitmiyor işte, tam da orada başlıyor ve artık o aile kadar toplumun da sorunu oluyor bu durum. Ancak konuya böyle bakılmadığı için köküne inilmiyor. Aslında tabii ilk etapta bu devletin görevi. Devlete intikal etmiş vakalarda en azından çocuklara gerekli destek her açıdan verilse, sonuç gerçekten olumlu olacaktır.
Şimdi biz devletin haberdar olmadığı mağdurlardan konuşuyorsak, evet, büyük bir sorun var ortada. Önce ailede, sonra yakın akraba komşuda, yani istismar ya da şiddet durumdan haberdar olan herkeste sorumluluk var bana göre. O çocuk için olumlu ve gerekli bir adım atılmıyorsa, bu bir kıyamete sebep oluyor. Sonra toplumsal yaraya dönüşüyor, yine kimse farkında değil. “Kökü ne bunun” sorusunu sormuyor kimse...
Kitaptakilerin aşağı yukarı hepsinin anlattıklarından iki “kırmızı çizgi” öne çıkıyor: Bunlardan biri aile, ikincisi de din. Ancak burada kast ettiğim “aile”, fertlerini önemseyen değil, “aileyi” dokunulmaması, laf gelmemesi, rezil olmaması gereken özel bir “kurum” olarak gören bir zihniyet. Bireylerin hayatının hiçbir önemi yok! Bu iki konuyu tartışmaya açmak mümkün mü?
Bir farkındalık, bir aydınlanma illa ki şart, aileden başlamak şart. Çözüm; “gerçekten” çözüm aranıyorsa tartışmaya açmak şart. Ve açılır, niye açılmasın; iyi niyetle, gerçekten çözüm odaklı bir masada konuya katkı sunacak yetkinlikteki insanlar tüm din ve siyasi inançlarını kapının dışında bırakıp oturursa masaya, bence bir çözüm çıkar o masadan.
Umut olmak, çözüm var demek istedik. “Rızası Yok”, başarabileceğimizi göstersin istedim. Bu “mağdur” dediğimiz çocukların biraz emekle o mağduriyet örtüsünü söküp atınca harika işler başaran gençlere dönüşebileceklerini gösterelim istedim.
İstismar mağdurlarının geçmişle yüzleşerek iyileşmesini, profesyonel destekle sağladıklarını söyleyebiliriz. Ve hepsi de bu desteği kendi istekleriyle, psikologları, psikiyatrları kendileri araştırıp bularak, tedavi ya da terapi sürecine devam ederek gerçekleştirmiş. O noktada ne devreye girmiş sizce?
Profesyonel destek evet, çok önemli; çoğunda gerçekten vicdanlı iyi niyetli bir abla, bir arkadaş, bir akraba, bir patron, bir öğretmen de olumlu etki yaratabilmiş. Yani güven ve sevgi veren biri de gelişimlerine olumlu etki yapabiliyor.
Asıl en önemlisi zamanlama, yani erken el uzatmak. Her sağlık sorununda olduğu gibi psikolojide de erken teşhis önemli. Yine tek yol seçimleri oluyor, yani önce kendisi iyi olmak isteyecek.
Bununla bağlantılı olarak; devletin bu konuya ciddi anlamda el atması gerektiği de yine kitabtaki ortak fikir. Ancak biz maalesef tam tersinin yapıldığına, devletin istismarcıları koruyup kolladığına şahit oluyoruz. Bir çıkış yolu var mı sizce?
Tabii ki var. En kıymetlimizse evlatlarımız, onların ruh ve beden sağlığı da her şeyden önceliklidir. Bu durumda insan dinini, örfünü, adetini, geleneğini, el âlem ne der kavramını nasıl olur da çocuğunun önüne koyar? Bunu düşündürmeliyiz ailelere. (BS/AS)