Uruguay gazetesi Brecha'nın editörü bu seçimi "Latin Amerika solunun tarihindeki en büyük zaferi", "serbest pazarın gurularının verdiği vaatlerin acı tadının" inkarı olarak tanımladı. Bütün Latin Amerika'da halkçı güçlerin tepkisi harika. Neoliberal güçlerin tepkileri ve Davos ruhu ne yapılacağına dair belirsizliklerden birini oluşturuyor.
Güney Afrika ve Brezilya umudun zaferi
Gevelemekteler. Seçim zaferini Lula ve partisinin, İşçi Partisi (PT) "merkeze doğru hareket ettiği" gerçeği ile açıklamaktalar. Ama o kadar da emin değiller çünkü kuzeyin siyasi liderleri ve medyası açıklama üstüne açıklama yaparak Lula'ya merkeze doğru hareket etmesi gerektiğini söyleyip duruyorlar.
Son on yılda karşılaştırma yapılabilecek tek olay, Afrika Ulusal Kongresi'nin (ANC) Güney Afrika'da 1994 yılındaki zaferiydi. Orada ne olduğuna bakmak bize Brezilya'da ne olmakta olduğu üzerine bir açıklama getirebilir.
Bu her iki durum için neyin karşılaştırılabilir olduğunu göstererek başlayayım. Öncelikle, her iki durum da uzun süren bir mücadeleden sonra kendi bölgelerinde ekonomik olarak en güçlü devletteki ilerici güçlerin daha on yıl önce imkansız gibi görünen zaferini temsil ediyor. Gerçekten de daha üç ay önce çoğu yorumcu Lula'nın ilk seçim etabında çoğunluğu sağlayarak kazanacağını ve ikinci etapta yenileceğini tahmin etmekteydi. Oysa Lula ikinci etabı oyların yüzde 61'ini alarak kazandı.
Güney Afrika'da ANC'nin iktidara gelmesi ırkçı düzeni sona erdirdi ve çoğunluk yönetimini kurdu. Brezilya'da PT'nin iktidara gelmesi, orta sınıfın iktidarın kontrolünü her zaman elinde tuttuğu bir ülkede bir işçi partisinin seçilmesi anlamına geliyor. Her iki olayda da alınan oy çok tatmin edici. Her iki olayda da geçiş barışçı oldu ve her iki ülkenin tarihinde bir zamanlar merkezi (ve gerici) bir rol oynamış ordu tarafından müdahale görmedi.
Her iki durumda da, barışçı geçiş yalnızca kazanan partilere verilen geniş halk desteği ile olmadı. Aynı zamanda bu geçişe yeni hükümetin, iş çevrelerinin ayakta kalabilmeleri için önemli gördükleri en azından bazı dünya finansal kurallarıyla hareket etmesine dair kendilerine bir çeşit garanti verilmesi karşılığında gizli ya da açık destek veren iş dünyasının kilit bazı sektörlerince yapılan sahne arkası tartışmalar sayesinde mümkün oldu. Güney Afrika olayında, sekiz yıl sonra bu söz az ya da çok tutuldu. Brezilya olayında da, aynısını bekleyebiliriz.
Uzlaşmanın mantığı
Niye böyle bir anlaşma yapıldı? İş dünyasının bakış açısından bakıldığında, anlaşmanın yapılmasının nedeni uzlaşmanın mantıklı olmasıdır. İş dünyası sol bir hükümetle girecekleri bir gövde gösterisinde sonunda iktidara boyun eğdirebilseler bile çok şey kaybedeceklerinden korktular. Gelmekte olan hükümetin "radikal" olsalar bile geniş halk desteğine sahip, yetenekli ve akıllı insanlar tarafından yürütüleceğini ve reform çabalarının da "makul" olabileceğini gördüler.
İktidara ilerleyen halkçı güçlerin tarafından bakarsak; onlar da sıradan insanların ekonomik durumunu düzeltmek için seçiliyor olduklarını biliyorlardı ve büyük yatırımcıların ülkeden radikal bir şekilde çekilmelerinin bunun tam aksine ve oldukça hızlı bir şekilde neden olacağından korkuyorlardı. Her iki taraf için de anlaşma pragmatik bir düzenlemeydi.
Bugün ise soru şu: halkçı güçler açısından gerçekten buna değdi mi? ANC ve PT içerisinde, iktidara gelindiği anda üç grup vardı: İdeolojik bağımlılıklarla az ilgili, iktidara gelmenin ve iktidarda kalmanın kendi politikalarının temel amacı olduğunu gören pragmatik insanlardan oluşan bir grup;
hareketin tarihi sorumluluklarıyla daha ilgili ama aynı zamanda kendi amaçladıklarını eşit bir şekilde başarabilmek için partiyi bir arada tutmanın gerekli olduğunu gören bir ikinci grup;
ve geleneksel sol ideolojiden en küçük bir sapmayı kınamaya ve karşı çıkmaya hazır, oldukça küçük, bir üçüncü grup.
En dar yolda yürüyen ve yönlerini ve etkilerini korumakta en çok güçlükle karşılaşan da bu ikinci grup oldu. Güney Afrika'da bu ikinci grup ANC'nin ortakları olarak adlandırılan işçi sendikaları federasyonu (COSATU) ve Güney Afrika Komünist Partisi (SACP) içinde kurumsal bir tabana sahipti.
Sekiz yıl sonra COSATU ve SACP sık sık hükümete karşı eleştirel bir tutum aldılarsa da destekleyici müttefikler olarak kalmayı sürdürdüler. Etkili olmayı da korudular. Brezilya'da, bunun bir eşiti yok, gerçi Topraksızlar Hareketi (MST) bir rol oynayabilir. Her iki ülkede de üçüncü grup çok küçük ve görece sonuç üzerinde etkisiz kaldı.
Her iki durum arasında tabii ki farklılıklar var. ANC 1994'de iktidara geldiği zaman dünya-ekonomisi görece daha iyi durumdaydı ve Güney Afrika hükümeti Uluslar arası Para Fonu'na (IMF) karşı yükümlülüklere gömülmemişti. Ayrıca, ırk ayırımcılığına karşı mücadele Mandela'yı bir çeşit dünya kültürü kahramanı yapan dünya çapında bir tepkiye sahipti.
Latin Amerika sola dönüyor
PT ve Lula daha az tanınıyorlar, en azından Latin Amerika dışında. Ve Lula çok çekici bir kişiliğe sahip de olsa, Mandela'nın dünya çapındaki karizmasına yaklaşamayabilir. Ama diğer yandan, Lula ve PT başka şeylere sahip. Orta Amerika, Ekvador, Peru, Bolivya ve Arjantin'de olmakta olanlara bakıldığında görünen Latin Amerika'nın sola dönüyor olduğudur Yeni bir rüzgar kıtayı süpürüyor ve bu, Porto Allegre ruhunun rüzgarı. Lula bu ruhu başından beri taşıdı ve şimdi Brezilya hükümetinin kaynakları ve prestiji ile de destekleme konumuna sahip.
Eğer Brezilya iş dünyasının bazı sektörleri Lula'ya arka çıkmaya devam ediyorlarsa bu yalnızca mecburiyetten değil ama aynı zamanda onun ABD tarafından kontrol edilen çokuluslu şirketlere karşı durabilmeleri için Brezilya iş dünyasının yeteneklerini güçlendireceğini umdukları için. Mercosur'u (ç.n. Brezilya, Arjantin, Paraguay ve Uruguay'ın oluşturduğu ticaret birliği) güçlendireceğini ve Amerikan Serbest Ticaret Bölgesine (ALCA) karşı yapıcı bir muhalefet gücü olacağını ümit ediyorlar.
Eğer Brezilya silahlı kuvvetleri Lula'nın seçilmesine üzülmedilerse bunun nedeni ABD'nin arka çıktığı Kolombiya Planı'na karşı güçlü muhalefetlerinden ve şiddetin yayılmasına karşı durmada Lula'nın yardımcı olacağını ümit etmelerinden dolayıdır.
Lula Brezilya hükümetinin finansal politikaları hakkında oldukça ihtiyatlı olabilir. Gerçekten de Latin Amerika ve dünyadaki neo-liberal akıma karşı gerçek bir engel oluşturabilir. Brezilya'da umut yalnızca korkuyu yenmedi ayrıca bu umut dünya çapında da bir umut yarattı. Dünya, ABD'nin Irak'ı istila etmesi ve bunun neden olacağı kaotik bir kargaşa ile karşı karşıya kalmışken, Lula'nın seçilmesi karşı koyabileceğimizin bir işaretidir. (NK/BB)
Umut Korkuyu Yendi" başlıklı yazıda 5 ocak tarihinde www.fbc.binghamton.edu/commentr.htm adresinden, www.sendika.org'un yaptığı çeviri kullanıldı.