İstanbul Üniversitesi (İ.Ü.) Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fatmagül Berktay İ.Ü. Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü'nün düzenlediği Çarşamba Toplantıları kapsamında Türkiye’de Siyasal Düşünce Tarihçiliği ve “Kendine Ait Bir Tarih” başlığıyla son dersini verdi.
Berktay’ın emeklilik öncesi son dersine eski öğrencileri, arkadaşları, meslektaşları katıldı.
Berktay, siyaset bilimi eğitimine başlayışını, Mülkiye’deki öğrenciliğini, feminist teori ile tanışmasını anlattı.
Prof. Dr. Fatmagül Berktay'ın konuşmasından satır başlarını yayınlıyoruz.
“Neden siyasal okumak istedim?"
“Ben aynı zamanda anayasa profesörü rahmetli Bülent Tanör’ün kardeşiyim. Lisede olduğum yıllarda o kadar da farkında olmasam bile, sonradan Bülent Tanör’ün beni lisedeyken hediye ettiği kitaplarla, götürdüğü konferanslarla siyaset bilimine ve siyasala yönlendirdiğini çok daha iyi fark ettim. Kendisi olağanüstü bir örnek olarak hep önümdeydi ve ben de hayatım boyunca onun peşinden gitmeye çalıştım.
“Mülkiye’ye girdikten sonra daha ikinci sınıfta Siyasi Düşünce Tarihi beni çok cezbetti. Neden diye soracak olursanız hem tabii konular, kitaplar hem de Mete Tuncay hocanın varlığı. Bütün öğrenciliğimde hep Mete Hoca’ya ayıp olmasın diye başka hiçbir derse çalışmadığım kadar onun dersine çalıştım. Onun ders öğretme biçimi aynı zamanda klasikleri öğretmeyi ve okutmayı kapsıyordu. Geçen sene Mete Hoca’nın 80. yaş gününde Tarih Vakfı ona bir saygı toplantısı yaptı. Ben de orada konuşuyordum. Onunla ilgili hazırlanırken aslında siyaset teorisi ve siyasi düşünce tarihçiliğinin Mülkiye’de Yavuz Abadan Hoca'yla başlayan bir gelenek olduğunu çok daha iyi fark ettim. Bu gelenek Anglo-Sakson tipi siyaset bilimi yaklaşımlarına yani istatistikler, sayılar, kamuoyu araştırmaları, davranış bilimleri gibi şeylere uzak olan bir yaklaşımdır. Ve siyaset bilimini esas olarak anlam peşinde koşan bir kavrayışla öğretir.
“Türkiye’de siyasi düşünce tarihçiliği Ankara Siyasal’da o zamanki adıyla Mülkiye’de başladı ve oradan başka yerlere yayıldı. Hikaye öncelikle neden Siyasal'da okumak istediğimle başlıyor, bu yüzden 68’lere dönmem gerekiyor çünkü siyaset bilimi ve siyasi düşünce tarihi okumak gerçek bir tutku oldu benim için. Benim Siyasal'a girme kararım dünyada ve Türkiye’de esen 68 rüzgarıyla çok bağlantılı. O dönemde dünyayı avuçlarımızın içinde gibi hissediyorduk ve hem Türkiye’yi hem dünyayı değiştirmek de kamusal alanda politikadan geçiyordu.”
“İnsan esas olarak anlam peşinde koşan bir varlıktır”
“Siyaset teorisinin en önemli görevlerinden biri insanların dünyayı ve kendilerini nasıl anladıklarını anlamaktır. Demek ki esas kaygısı anlamdır. İnsanlar kendi üzerlerinde düşünürler, yorum yaparlar dolayısıyla kendini yorumlayan bir varlığı anlamak için kendini yorumlayan bir varlık olmak gerekir. Kendini bilmek başkalarını bilmenin ve yorumlayabilmenin koşuludur.
“Apollon Tapınağı'nın üzerinde boşuna ‘kendini bil’ yazmaz. Anlam ise nesnel yasalarda değil paylaşılan ya da öznellikler arası entersubjektif anlama edinme temellidir. Dolayısıyla siyasal bir teorinin temeli öngörülerde, tahminlerde bulunmasından değil siyasal yaşama anlamlı biçimde bilgi sağlamasında yatar. Yani burada sorun doğruluk ya da yanlışlık değildir. Kolektif yaşamı anlamaya yardımcı olup olmamaktır. Böyle bir siyasal teori kavrayışını öğrenmenin ve uygulamaya çalışmanın beni ister istemez götüreceği yerin Hannah Arendt’in anlamak üzerine kurulu politika anlayışı olmasında hiç de şaşırılacak bir şey yok. Ama anlamak için bilgi üretirken metodolojinin, zihinsel disiplin ve kavram sarihliğinin ne kadar önemli olduğunu da ben yine Siyasal'daki hocalarımdan öğrendim.
“Şimdi kavram kargaşasının acıklı olduğu kadar gülünç olduğu durumları da görüyoruz her gün. Televizyonu açmak yeter ve böyle bir toplumda bunun ne kadar önemli olduğunu takdir edersiniz. Kavramsal seçikliğin olmaması zihinsel disiplin eksikliğine işaret eder. Bu eksiklik ile itaat kültürü ve toplumun daimi bir ergenlik halinde tutulması arasında çok yakın bir ilişki vardır.
“Düşündüğünü söylemeye cesaret edenler özgürdür”
“Yavuz Abadan Hoca kendi siyaset felsefesi yaklaşımını şöyle tanımlar: ‘Felsefi bir eğilimle siyasal teorileri çözümleme çabasıyla siyaseti bilim olarak incelemenin çeşitli metodlarını öğrenmeyi birleştirmektir.'
“Yani bir şeyleri ezberletmek değil. Mete Tuncay’ın deyişiyle ‘Bilineceği bilmenin yöntemlerini öğrenmek ve öğretmektir.’ Böylelikle ezbercilikten kurtulabilir, bildiğimiz ile bilmediğimiz arasında ayrım yapabilir, dogmatizmden sakınıp eleştirel düşünmenin yolunu açabiliriz. Bu sadece bilgiye, öğrenmeye ilişkin bir şey değil, aynı zamanda kamusal alanda ahlaki bir duruşu da öğrenmek ve öğretmektir. Ki bizim politika öğrenimi anlayışımız tümüyle bunun üzerine kuruludur.
“Çünkü siyaset öğreniminde eleştirel düşünce yalnızca sorgulamanın, yaratıcı düşünmenin yolunu açmakla kalmaz. Aynı zamanda sizi içinde bulunduğunuz siyasal ve toplumsal koşullara karşı duyarlı olmaya, söz söylemeye, itiraz etmeye ve tavır almaya yöneltir. Bence siyaset teorisyeninin bir yandan siyaseti de araştırma nesnesi olarak incelerken diğer yandan da eleştirel düşünmenin de olaylar ve olgular arasındaki bağı kurarak var olanın değişmesi için çaba harcamak gibi bir misyonu vardır, olmalıdır.
“Siyaset düşüncesinin ve genel olarak siyasal düşünceler tarihinin bir parçası olduğu beşeri bilimler Batı'da Latinlerin ‘Ars Liberales’ dedikleri özgür insanın yani yurttaşa yaraşan beceri ve erdemlerin öğretildiği müktesebatın şemsiyesi altındadır. Bu müktesebat da uzmanlık öğretimini hedeflemez. Dikkatinizi çekerim, bizatihi bilginin niteliğine ilişkin bir şeydir. Zihnin nasıl genişletileceğiyle olduğu kadar bu dünyada nasıl yaşanacağıyla, başkalarıyla nasıl bir ilişki kurulacağıyla ilgilidir. Bu da bizi Sokrates’in hep bildiğimiz önermesine getirir: ‘Sorgulanmayan yaşam yaşanmaya değmez’. Bu önerme dünyaya karşı sorumluluğu ve aydın cesaretine işaret eder. Bir insana özgürlüğü ancak özgür insanlar öğretebilir, derler. Eleştirel düşünme cesaretinde düşünmeye ve düşündüğünü söylemeye cesaret edenler ancak özgürdür.”
“Karşılaştırma farklılığı da açıklar”
"Siyaset bilimi öğreniminde ve bütün sosyal bilimlerde karşılaştırmalı yöntemin önemi... Bu gene hem Ankara Siyasal da hem de İstanbul Siyasal da özellikle de Cemil Hoca’nın Cemil Oktay hocanın mülkiyeden gene siyasala aktardığı biçimiyle çok önemli gördüğü bir noktadır. Nedeni ise karşılaştırma genellemeyi güçlendirir ama farklılığı da açıklar. Bir ülke veya kültürle bir an için yerleşiklik kazanmış bir şeyin başka her yerde de varmış gibi düşülmesini önler ve tek yanlı düşüncenin bağnazlığından bizi kurtarır. Çünkü bilgileri toplayıp sınıflandırdıktan sonra nedenini, nasılını açıkladıktan sonra gelir şu soru dayanır bize: ‘Bu ne ölçüde iyidir?’ Bu da ahlaki bir sorundur.
"Karşılaştırmalı yönteme önem veren hocalar sayesinde siyasi düşünce tarihi müfredatı sadece Batı'da siyasi düşüncelerle sınırlı kalmadı. Anmak isterim Alaattin Şener hoca, ilkel kabile toplumundan uygarlığın beşiği sayılan Mezopotamya’ya kadar bizleri geri götürdü. Keza Ümit Hassan hoca eski Türk toplumlarının zihniyet dünyasını öğrenmemize yol açtı. Eski Türk Toplumu Üzerine İncelemeler diye harikulade bir incelemesi vardır. Aynı zamanda da bizleri İbn-i Haldun’la tanıştırdı. Mete Tuncay ve Cemil Oktay hocalar Bizans yasal düşüncesinin önemini kavrattılar ve bu topraklarda Bizans-Osmanlı-Cumhuriyet arasındaki süreklilik ve kopuşlara dikkat etmemizi sağladılar. Ben de onlardan aldığım feyzle derslerime hep Bizans yasal düşüncesi ve İslam siyasal düşüncesinde özellikle de Farabi ve İbn-i Haldun’u kattım.
"Demokrasi"
“Yunan ‘site’sini ‘polis’ini diğerlerinden ayıran önemli özellikler vardı. Bunlar neydi dersek: Günümüzde politikaya ilişkin var olan kurumların düşüncelerin ve pratiklerin doğup geliştiği ve bugün bile miras kaldığı yer demektir.
“Demokrasi dediğimiz şey tüm kısıtlılıklarıyla ilk kez bu polislerin varlığıyla ortaya çıkmıştır. Yurttaşlar kamusal alanlarda, ‘agoralarda toplanıp kendilerini yönetecek olanları seçiyorlardı. Kamusal işleri tartışıyorlardı. Ama polislerde politika çok çalkantılıydı, aristokrasinin yerini demokrasi, demokrasinin yerini oligarşi, tiranlık vs alıyordu. O çalkantılar bile müthiş zengin bir deneyim laboratuvarı diyebileceğimiz şey olduğu için de o yüzden de 4. yüzyılda siyasete ilişkin sistemli düşüncelerin Sokrates’in, Platon’un geliştirdiği biçimiyle ortaya çıkmasında yani bugün siyaset felsefesi adını verdiğimiz şeyin ortaya çıkmasında şaşılacak bir taraf yok.
“Şimdi burada, ilk defa politika felsefesinin peşinde koştuğu az önce sözünü ettiğim soru ‘İyi yapan nedir?’ ve bununla bağlantılı olarak da ‘ortak iyi’, ‘kamusal iyi’, ‘toplumsal iyi’ nedir sorusu burada dillendiriliyor. Ama bunun ötesinde başka özlemleri de vardır. Politik toplumun özelliği ortak olup, kamusal ilişkiselliğin, herkesi, hepimizi ilgilendiren konuları düzenleyen toplumdur. Bu konudaki bilgi ve beceriler tek bir kişiye, küçük bir azınlığa değil toplumun hepsine verilmiştir.
“Feminist teori kavrayışım”
“Kadın hareketinin ve teori sevdasının bana öğrettiği bir şey feminist teori kavrayışı.
"Bunu Mülkiye’de öğrenmedim. O kadar çok insan hakları dersi aldım ama o sırada insan kavramına otomatik olarak ben de giriyorum sanıyordum. Hiçbir hoca da bana bunun aksini söylemedi.
“Ama maalesef hayat “Kadın insan mıdır?” sorusunu kadınlara hala bu toplumda ve bütün dünyada sorduruyor ve kadın hareketi ve feminist teoride bu soruya yanıt bulmam çok yardımcı oldu, hatta onlar sayesinde buldum. Hayat eşitlik ve özgürlüğün herkese aynı şekilde pay edilmediğini, en eşitlikçi olduğu iddia edilen ortamlarda bile erkeklerin biraz daha fazla eşit olduğunu öğretti. Buna isyan ettim haklı olarak ve başkalarıyla birlikte feminist teoriyi keşfettim.
“Zaman aşağı yukarı 1980’lerin başı; bu keşifle birlikte benim açımdan kendi tarihimin açısından çok önemli bir şey de gerçekleşti. Kendimi yazar olarak ortaya koyabilmem mümkün oldu. Gene neden diye sorarsanız: feminizm kişinin kendisini tanımlaması, kendi adını kendisinin koymasına, kısacası kendi kimliğini belirleyip ‘ben’ diyebilmesine çok yardım eder. Bu olmadan özellikle kadınlar için kendini ifade etmek, yazıya geçirmek çok zordur. Feminist bilinç ve pratik kişiye bunu kazandırır.
“1980’lerin sonunda ilk yayınlanmış kitabım ‘Kadın Olmak Yaşamak Yazmak’ tesadüfi olarak ortaya çıkmadı. Dolayısıyla burada hocalarıma olduğu kadar kadın hareketine, feminist teorisyenlere olan borcumu da eda etmek isterim. Feminist bilinç ve bilgi sayesinde siyasal düşünce tarihi ve siyaset teorisi derslerime toplumsal cinsiyet analizini dahil etmek ve derslerimde cinsiyet ayrımcılığı konusunda farkındalık yaratmam mümkün oldu ve siyaset öğreniminin o ünlü sorusuna ‘İyi yaşam nedir?’, ‘İyi toplum nedir?’ sorusuna verilen cevapların derinleşmesine de yol açtı. Aynı zamanda tabii siyasi düşünce tarihi bakış açısı da genişlemiş oldu.
“Kadın dayanışmasına hiçbir zaman bir veri, sırf kadın olmanın getirdiği bir olgu olarak bakmadım. Bunda kendi siyaset öğrenimimin çok büyük bir payı olduğu kanaatindeyim. Bu yüzden de kadınlar arasındaki rekabet, dayanışma eksikliğini gördüğüm zaman bazılarımız gibi çok büyük hayalkırıklığına uğramadım. Çünkü dayanışma politik olduğu takdirde ancak anlamlanır. Yani verili kadın kimliğine değil ya da duygudaşlığa değil. Ortak hedefler etrafında bilinçli bir şekilde bir araya gelindiği zaman anlamlanır ve ancak o zaman politik dayanışma adını alır. Ötekisi yine Hannah Arendt’in deyişiyle kabile sadakati anlamı taşır. Bundan bir dirhem öteye gitmez, kabileye sadakatle de politik hedeflere ulaşmak mümkün değildir.
“Dayanışmanın politik olması aynı zamanda onun ulaşılabilir bir şey, ulaşılması için çaba harcanan bir şey olması anlamına geliyor. Dolayısıyla farklılıkların üzerine perde çeken bir birliktelik fantezisi değildir. Sırt sıvazlama değil dürüstçe tartışmayı hedefler ve belirleme gerektirir. Bugün hem kadın hareketi açısından hem de genel politik mücadele açısından dayanışmanın en önemli hedefinin demokratik hakların ve agorada söz söyleme hakkının kurulması olduğu kanaatindeyim. Hannah Arendt bunu ‘haklara sahip olma hakkı ve bunun savunulması’ olarak formüle eder.
“Düşünsel maceramın da sonuna gelmiş bulunuyorum. Çünkü bir anlamda hem hayat tecrübelerim hem siyaset öğrenimim yani teorik ve pratik bütün birikimim ile Arendt’in politika anlayışı buluştu ve beni bugün olduğum insan haline getirdi. O yüzden kadın hareketi içindeki arkadaşlarıma, hocalarıma, sorularıyla beni canlı tutan öğrencilerime olduğu kadar Arendt’e de teşekkür borcum var.”
“Umut ilkesinden vazgeçmediysem öğrencilerim sayesindedir”
“Değerli arkadaşlar, değerli dostlar benim düşünsel maceramın hikayesi burada sona eriyor. Edebiyat fakültesinde başlamıştı, edebiyat fakültesinde sizlerle bunları paylaşmaktan çok mutluyum. Sonlar ve vedalar hüzünlüdür ama hüzünlü olsalar da sıralı olduklarında insana ağır gelmez. Ama sırasız olunca iş değişiyor.
“Son aylarda olup bitenler bana gerçekten çok ağır geldi. Biliyorsunuz birçok arkadaşımız ihraç edildi veya emekli olmak zorunda bırakıldılar. Düşünün benim öğrencim olmuş, asistanım olmuş genç meslektaşlar emekli olmak zorunda kaldılar. Bu bana benzetmek gibi olmasın ama sırasız ölüm gibi ağır geldi. Ben hep genç meslektaşlarıyla gurur duymuş bir hoca oldum, hala da öyleyim. Ama onların geri döneceklerine ilişkin umudumu da kaybetmiş değilim. Öğrencilerim bilirler; Politikanın Çağrısı kitabımı öğrencilerime adamıştım. Umut ilkesinden vazgeçmediysem onlar sayesindedir. Umut ilkesinden hala her şeye rağmen vazgeçmedim. Çünkü hala öğrencilerim var bu ülkenin kamusal sorumlulukla bireysel özgürlüğü birleştiren genç erkek ve kadınları var. İyi ki de varlar." (HH/BK/YY)
Fatmagül Berktay |
Eğitimini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi ile York Üniversitesi’nde (UK) tamamladı. Tarih Vakfı kurucu üyesi, Kadın Eserleri Kütüphanesi Genel Kurul üyesi. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde “Siyaset Teorisi”, “Siyasal Düşünceler Tarihi”, “Çağdaş Siyasal Teoriler”, “Demokrasi Teorisi”, “Çağdaş Siyasal Kuram ve Tartışmalar”; Kadın Çalışmaları Bölümü’nde ise “Feminizmin Temel Sorunsalları” derslerini verdi. Bir dönem İstanbul Üniversitesi Kadın Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürlüğü ve Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı Yönetim Kurulu Başkanlığı yaptı. Çeşitli uluslararası platformlarda Türkiye’yi temsil etti. ABD, Avrupa ve Avustralya üniversitelerinde de dersler ve konferanslar verdi. Siyaset bilimi ve kadın çalışmaları alanlarında yurtiçinde ve dışında yayımlanmış çok sayıda makalesi ve kitap bölümü bulunuyor. Yazarın Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın (Metis, 1996) adlı çalışması Women and Religion adıyla Kanada’da (BlackRose Books, 1998), Tarihin Cinsiyeti (Metis, 2003) adlı kitabı ise El Huviyye en Nisaiye ‘abr et Tarih başlığıyla Lübnan’da yayımlandı ( Dar Kreideh, 2009). Son iki kitabı Politikanın Çağrısı (İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2010) ve Dünyayı Bugünde Sevmek – Hannah Arendt’in Politika Anlayışı (Metis Yayınları, 2012) adlarını taşıyor. Halen “politik etik” ve “politik kötülük” üzerinde çalışıyor. |