Tatbikatta, yedi uçak gemisi grubu, 50 savaş gemisi, 600 uçak ve 150 bin asker, dünyanın farklı yerlerinde manevralara katılıyor. Ama bu farklı yerler arasında Batı Pasifik, diğerlerine oranla epeyce öne çıkıyor ve zaten Summer Pulse 2004, olayları uzaktan izleyenlerin yüreğini tam da bu Batı Pasifik meselesi yüzünden ağzına getiriyor.
Nedir Batı Pasifik meselesi? Her birinde bir uçak gemisinin yanı sıra bir kruvazör, iki destroyer, bir saldırı denizaltısı ile muhtelif mühimmat ve erzak gemileri bulunan yedi uçak gemisi grubundan en az birinin Çin kıyıları yakınlarında bulunması neden önemlidir?
Bunun önemi, bugünlerde Çin'in de 18 bin askeriyle, Tayvan yakınlarında kara, deniz ve hava manevraları yapıyor olmasından kaynaklanıyor.
15 Temmuz'da Amerikan basınında çıkan haberde, uçak gemisi gruplarının Çin yakınlarında toplanacağı belirtilirken, 20 Temmuz'da gruplardan sadece birinin, USS Kitty Hawk'ın grubunun bölgede olacağı söylendi.
Bu arada Çin'den bir açıklama gelmişti. Çinli yetkililer, aynı anda bir ya da iki Amerikan uçak gemisi grubunu yenilgiye uğratacak askeri düzenekleri olduğunu, ama 10 yıl içinde yedi grubu birden durduracak bir düzeneğe sahip olmak üzere çalışmalara başladıklarını belirtiyorlardı.
Bu arada Çin'in Tayvan'ı 2020 yılına kadar içine alma takvimi işliyor. Tayvan açıklarındaki tatbikat, takvimdeki "taktik randevulardan" biri.
Yeşil bereli terörist Imeda
Çin'in Tayvan'ı fethetme tatbiktı ile Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) Summer Pulse 2004'ü eşzamanlı olarak sürerken, Asya kıtasının orta ve batı bölgelerinde neler yaşanıyordu?
Tatbikatların başladığı günlerde, 11 Eylül eylemcilerinin Afganistan'dan batıya doğru giderken İran üzerinden geçtikleri haberleri gazete sayfalarını kaplamış ve ABD'nin saldırgan dış politika yırtınışlarında İran, aylar sonra yeniden hedef tahtasının tam ortasına oturtulmuştu. Bir ülkeye terör saldırısı düzenlemek için giderken bir başka ülkenin sınırlarından geçmek ne demektir?
İran'dan ABD'ye doğrudan uçuş olmadığına göre, İran'dan geçen eylemciler sonra hangi ülkelerden geçmiştir ve aralarında Türkiye'nin de bulunabileceği bu ülkeler de şu ünlü "şeytan ekseni"ne dahil mi sayılmalıdır?
Bugünlerde, şiddet eylemleri düzenlemek ve başka karanlık işler çevirmek üzere kimler hangi ülkelere gitmektedir ve Jonathan Keith "Jack" Idema kimdir?
Temmuz ayı başlarında Kabil'deki bir evde sekiz Afgan "tutsak" bulunmuştu. Afgan polisi eve girdiğinde tutsakların üçü ayaklarından tavana asılıydı ve sekizi de açlıktan ölmek üzereydi. Evde ayrıca sağda solda kalaşnikof tüfekler ve kana batmış giysiler vardı.
Ev, Idema'nın kaldığı evdi ve Idema eski bir Amerikan askeri, bir yeşil bereliydi. Başkent Kabil'e nasıl geldiği, Kabil'deki evi nasıl kiralayıp nasıl "özel hapishane"ye çevirdiği, Afganistan'a gelirken hangi ülkelerden geçiş yaptığı bilinmiyordu.
Afganistan'ın yeni Ulusal Güvenlik Direktörlüğü'ne göre, tutsakların tek birinin bile Karzai hükümetine karşı mücadele eden gruplarla ilişkisi yoktu. Direktörlük yetkililerine göre Idema tutsaklara, "bilgi almak" için işkence yapıyor olmalıydı; Usame Bin Ladin'in saklandığı yere ve 25 milyon dolarlık ödüle ulaşmasını sağlayacak birkaç kelimeyi ağızlarından söküp alabilme umuduyla...
Hapishane evinin ortaya çıkarılışını izleyen günlerde Amerikalı askeri yetkililer, Idema'nın kendilerini Afganistan'da üç kez ortak operasyona katılmaya ikna ettiğini de itiraf ediyorlardı. NATO'ya bağlı Isaf'tan bir subay ise, Amerikan üniforması içindeki Idema'nın çok güvenilir göründüğünü söylüyordu.
Bu arada Idema, The Peacemaker filminde başrolün kendisinden yararlanılarak biçimlendirildiği iddiası ile George Clooney aleyhinde 130 milyon dolarlık tazminat davası açmaya hazırlanıyor.
Başterörist Allavi
O sıralarda biraz daha batıda, Irak'ta ise İyad Allavi adlı bir "başbakan", hakkında çıkan bir haber üzerine yorum yapmamakta ısrar ediyordu. Allavi'nin Irak'a nasıl ve neden geldiği, gelirken hangi ülkelerden geçtiği az çok biliniyordu.
Saddam'ı 70'lerde iktidara taşıyanlar arasında yer alan bu eski Baas Partisi yöneticisi, ülkesinden sürülmesinden sonra 90'ların başlarında CIA görevlisi olarak Irak'ta -bir okul otobüsünün havaya uçurulması da dahil- terör eylemleri örgütlemişti. Sonra, Mart 2003 işgalinde Irak'a, bu kez sadece CIA vizesiyle değil, doğrudan Beyaz Saray vizesiyle dönüyordu.
Allavi'nin yorum yapmamakta ısrar ettiği haber Avustralya'nın en büyük gazetesi Sydney Morning Herald'da yayınlanmıştı. Habere göre, Allavi Bağdat'taki bir polis merkezinde tabancasını çekmiş ve gözaltındaki altı Irak vatandaşını gözünü kırpmadan vurup öldürmüştü. Bunu, "polise, direnişçilerle nasıl başa çıkılacağını göstermek amacıyla" yaptığı söyleniyordu.
Olay, ABD koloni yönetiminin "egemenlik devri"nden sadece birkaç gün önce yaşanmıştı. Karakolda yaşanan tüyler ürpertici olayı Sydney Morning Herald'ın Bağdat'taki muhabiri Paul McGeough'a iki görgü tanığı aktarmıştı.
Olayın geçtiği söylenen polis merkezi, Uluslararası Kızılhaç'ın altı ay önce "tutuklulara işkence yapıldığı" şüphesi ile araştırılmasını istediği El Amariye'ydi.
Allavi, konuyla ilgili bir yorum yapmaktan kaçınırken İngiltere Başbakanı Tony Blair 22 Temmuz'da, Allavi'nin sözü edilen işe karıştığına dair bir bilgi bulunmadığını belirtiyordu.
Aynı günlerde eski CIA görevlisi Vincent Cannisatraro, New Yorker dergisine, "Londra günlerinden beri Allavi'nin ellerinin kana bulanmış olup olmadığını soruyorsanız, 'evet' derim. O eski bir Mukhaberat ajanıydı (Irak gizli servisi) ve kirli işlere bulaşmıştı" diyordu.
Allavi'nin altı kişiyi kurşuna dizmesi olayıyla ilgili olarak ABD'nin Irak büyükelçisi John Negroponte ise, Sydney Morning Herald tarafından kendisine elektronik posta ile yöneltilen soruya şöyle cevap veriyordu: "Her dedikoduyu dikkate alacak olsaydık iş yapmaya zamanımız kalmazdı. Büyükelçiliğimizin basın merkezi açısından, bu konu kapanmıştır."
Elektronik bilezikle 24 saat izleme
Aynı günlerde çok daha batıda, İngiltere'de ise Başbakan Blair tarafından "60'ların liberal uzlaşmasına son verme zamanının geldiği" açıklanıyordu.
Konu, beş yıllık bir "suçla mücadele" programıydı ve programda, "azılı suçlulara elektronik kimlikler takılması ve bu kişilerin 24 saat uydudan izlenmesi, "ulusal DNA veritabanı"nın genişletilmesi ya da sivil güvenlik birimleri ("vatandaş polisi") kurulması gibi uygulamalar bulunuyordu.
Blair'e göre 60'larda özgürlükler açısından önemli adımlar atılmış ama "sorumluluklar" buna yeterince eşlik etmemişti. Şimdi kamuoyu, saygı, sorumluluk, kural, düzen istiyordu. Blair, "Politik hayatımda ilk kez kamuoyu, polis ve politikacılar aynı tarafta yer alıyor" da diyordu.
Şüphesiz Blair'e ve diğer İşçi Partisi yöneticilerine göre İngiltere'de 80'lerle birlikte tırmanan vandalizm, uyuşturucu kullanımı, alkol bağımlılığı gibi şeylerin işsizlik ve güvencesizlik gibi olgularla herhangi bir ilgisi yoktu. Bu ülkede bir kara güneş gibi yardımlaşma ve dayanışma duygusunu emen, kaç yüz yıldır dozu giderek artan bir biçimde "bireyin doğal varoluş biçimi" olarak hakim kılınmaya çalışılan sosyal darvinizmle de, bencillik, saldırganlık gibi "bireysel" şeyler ilişkisizdi.
Gene aynı günlerde, daha da batıda ise "Committee on the Present Danger" ("Mevcut Tehlike Komitesi") adlı bir Soğuk Savaş kurumunun canlandırılışına tanık olunuyordu.
Sovyet ve Çin tehdidine karşı 1950'de eski ABD Başkanı Harry Truman'ın öncülüğünde bir "vatandaşlar lobisi" (işadamları, halkla ilişkiler uzmanları, üniversite yöneticileri) olarak kurulan komite, bu kez "terör tehdidi"ne karşı mevzileşiyordu.
Komitenin başkanı, Clinton döneminin CIA başkanı R James Woolsey şöyle diyordu: "Komite, mevcut tehlike bir tehdit olmaktan çıkana kadar, bu ne kadar uzun sürerse sürsün, aktif kalacaktır."
O günlerde gene ABD'de gündemde bir de "ödeme sorunu" vardı. Daha doğrusu olayın kaynağı ABD, olayın yaşandığı yer ise Irak'taki ve diğer Orta Doğu ülkelerindeki Amerikan askeri üsleriydi. Konu, Amerikan askerlerinin maaşlarını düzenli ve tam olarak alamamasıydı. Söz konusu coğrafyadaki askerlerin yüzde 95'inin yaşadığı belirtilen bu tatsız durum, askerlerin gelecek endişesine kapılmasına, ailelerini düşünerek strese girmesine, morallerin azalmasına neden oluyordu.
Aynı günlerde Louisiana Ulusal Muhafız birliğine bağlı 3 bin askere ise vatansever vatandaşlar tarafından 10 tonun üzerinde erzak bağışı yapılıyordu. Tıraş kreminden çikolataya kadar pek çok farklı ürün içeren bu bağışın, yakında Irak'a doğru yola çıkacak askerlerin moralini yükselttiği belirtiliyordu.
Küresel tekerleme
Başkasının elindekini almak için ve elindekini korumaya kalkacak olursa bu başkasını öldürmek için bir yerlere giden askerin yardımlaşma ve dayanışma duygusunu ne kadar hissedebileceği tartışılabilir. Ama yeşil bereli Idema ve Başbakan Allavi gibilerin ya da Blair gibilerin bu duygunun önemi, hatta varlığı üstünde fazla durmadığı herhalde ortada.
Güney Afrika Hoza dilinde, "Ben başka insanların varlığı üzerinden varım" ya da "İnsanlığım sizin insanlığınızla bağlantılı" anlamına gelen ve üç kelimeden oluşan bir deyiş olduğunu, Boston Globe'dan Julian Hewit 12 Temmuz 2004'de "küreselleşmenin sonuçları"nı anlattığı makalesinde yazıyor. Bir tekerlemeyi andıran bu üç sözcüğü akılda saklamak kolay: "Umuntu, ngumuntu, ngamuntu."
Bu üç sözcük, herhalde ABD'den Çin'e doğru küreyi hiç yankılanmadan geçmiyor. Eski yeşil bereli tarafından ayaklarından asılan, başbakan tarafından kurşunlanan insanlar, bileklerine elektronik izleme bileziği takılan azılı suçlular, vatandaş polisine yazılan gönüllü düzen bekçileri, parasını alamayan askerler, askerlere erzak yardımı yapan vatanseverler, Tayvan'ı fethetme tatbikatı yapan çekik gözlüler, Çin'i yedi uçak gemisi grubunu birden yok edebilecek güce erişmeden hizaya getirme hırsıyla yanıp tutuşan şahin Amerikan politikacıları.. Tekerlemeyi kuşkusuz hepsi bir an ya da başka bir an, en azından duyuyorlar.
Peki tekerleme kimlerde yankılanıyor? Bu yankıya kim ihtiyaç duyuyor?
2003'de aldığı 53 milyar dolar doğrudan yabancı yatırım ile dünyada birinci sıraya yükselen Çin'in Heilongjiang şehrinde işten çıkarmalar ve kötü çalışma koşulları maden işçileri tarafından protesto ediliyor. Bir dilekçe kaleme alan ve Pekin'in yolunu tutanlar gözaltına alınıyor. Bunlardan 23 kişi, Pekin'de tutuldukları polis mekezinde toplu intihar girişiminde bulunuyor. Bu kez, işten atılanlardan 400'ün üzerinde madenci, Pekin'de tutuklu arkadaşlarını desteklemek üzere Pekin'e yürüyor. Madencilerin yolu şehrin girişinde polis tarafından kesiliyor.
Aynı günlerde ABD'deki National Labor Relations Board, özel üniversitelerdeki asistanların sendikalaşma hakkı olmaması gerektiğine karar veriyor.
Bu karar, söz konusu üniversitelerdeki öğretim elemanlarının dörtte birini oluşturan asistanları yakından ilgilendiriyor. Brown Üniversitesi'nde asistan olan 27 yaşındaki Şeyda Cahanbani kararı eleştiriyor ve "Bir çalışanın isteyeceği şeyler var" diyor: "Sağlık hizmeti, geçinebileceği bir maaş, işyerinde saygı görme.."
Aynı günlerde Kanada'nın Nelson şehrinde, özelleştirme girişimlerine direnen çalışanlarına lokavt uygulayan belediyenin önünde, belediye görevlisi Marla Olson otomobilini sendika adına gözcülük yapan iki çalışanın üzerine sürüyor. Gözcüler kaçarak kurtuluyorlar. Olson bu kez otomobilini geri vitese takarak bir kez daha saldırıyor. Olay ufak tefek yaralarla, ciddi bir durum yaşanmadan atlatılıyor.
Hoza tekerlemesi sadece tepedekiler ya da gözü dönmüş canilerde değil, Marla Olson gibi "vatandaş"larda da yankılanmıyor.(ŞA/BB)