İnsan, içinden geçenleri anlatmak için nelere ihtiyaç duymadı ki! Ancak edebiyatın büyülü, vazgeçilmez kanadı şiir… Binlerce yıllık geçmişi ile tükenmez bir nehir gibi kutsanan… Şiire sözcüklerle hayat veren, insanı umutsuzluktan kurtaran, direnmeye götüren, herkesin acısını, tenhalığını, mutluluğunu benzer kılan çok az şair vardır. Şiiri kendisi kılan şairdir diyerek Bu haftaki konuğumuz “Ve şiir tek kalemizdir bizim”diyen Şükrü Erbaş…
Şiirin çok iyi ve farklı bir arkeologu olan “Ve şiir tek kalemizdir bizim” diyen Şükrü Erbaş için şiir, sanatın neresinde?
Seni Öpsem Seni öpsem, gülse bir halk |
Kitapların yaptığı tanımlamaya bakarsak, edebiyatın içinde bir tür. Ancak onun çok ötesinde olduğunu düşünürüm ben. Tek gereci olan dili yıkıp yeniden kurmak, en billurlaşmış haliyle ancak şiirde mümkün olabilir. Roman, öykü, dile getirdiği gerçekliği çoğaltarak var olurken, şiir olabildiği kadar azaltarak var olur. Kendi diline bile çevrilemez bir yaratım. Ortak bir tanımı yapılamamış bir yaratım. Dilin, neredeyse bir çınlamaya döndüğü bir yaratım. Sanırım müzikten sonra insanın en büyük buluşu şiir olmuştur. Sanatın dalları arasında bir hiyerarşiden söz etmiyorum elbette. Böyle bir şey olamaz. Demeye çalıştığım, bir dilin büyüsü, yüceliği, derinliği, kıyılarının sonsuzluğu ancak şiirle mümkün olabilir. Bu da bizi bildik tanımların dışına çıkarır.
Şairi ve şiiri güçlü kılan belli kuralların varlığından söz edebilir miyiz? Kişiyi yetenek ve farkındalık bağlamında yazmaya yönelten istem ve birikimin yanı sıra şiire, şairliğe götüren etmenler nelerdir?
Ben buna şairin düşüncesinin büyüklüğü, demek isterim. Okumalarının büyüklüğü demek isterim. Ulaşabildiği insan atlasının büyüklüğü demek isterim. Oluşturduğu ideolojik ve etik değerlerin büyüklüğü demek isterim. Eğer siz, yeteneğinizin size bağışladığı imkânın dışında, bu alanlarda bir birikime, bir büyüklüğe ulaşmamışsanız, sözünüz nasıl büyük olacak ki? Siz ancak bir tekrarı bir daha tekrar edersiniz. Bununla yetiniyorsanız sorun yok da, bunu şiir diye ortaya sürüyorsanız bunda bir kötülük var demektir.
Yannis Ritsos, Pablo Neruda, Nazım Hikmet, Ahmed Arif, Sylvia Plath… Dünya edebiyatında önemli bir yere sahip bu şairleri ve genel olarak şiiri birbirine bağlayan, bütünleyen ortak duygulanımlar nelerdir? Genetik bir miras mı ya da daha çok çaba mı etkendir?
Acı İlişki Sevgilim,Bir ülke senin gövden kadar masum olsaydı Bir tek anne oğlunu devletten sormazdı... |
Sanırım insanın evrensel gerçeği diyebileceğimiz, aşk, ölüm, zaman, yalnızlık... Bunların odağında insanı halka halka kuşatan temel varoluş sorunları; bu sorunların yarattığı trajedi; toplumla bireyin, devletle insanın sınıfsal-kültürel-cinsel-dinsel-politik çatışmaları; bu çatışmaların yarattığı acılar, yıkımlar... Bütün bunlar, hangi tarihi süreçte yaşarsak yaşayalım, hangi coğrafyada yaşarsak yaşayalım, bizim duyarlılığımıza bağlı olarak, bizi şiirin, romanın, müziğin, resmin paydasında buluşturacaktır. Andığın isimlerin buluşması da tam böyle bir buluşmadır.
Yazar ve okuyucu açısından değerlendirildiğinde şiirin geleneksellikten modern formlara bürünmesi Türkiye edebiyatında nasıl bir etki bırakmıştır?
Bu değişim kaçınılmazdır. Sadece şiirde, sanatın diğer alanlarında değil, hayatın bütün alanlarında kaçınılmazdır. Bilimsel gelişmelerin, teknolojinin, buluşların hayatımıza girmesiyle, insanın yaşadığı gerçeklik, sosyo-kültürel koşullar, yaşama değerleri akıl almaz bir hızla değişmektedir. Bu değişim sanatsal yaratıcılıkta da, zamanın ruhunu anlatacak, işleyecek; bu zamanlardan yola çıkarak bir başka gelecek tasarımı kuracaktır. Bunun için de değişen zamanın diliyle, değerleriyle, kültürüyle yaşadığı zamanı yeniden yazacaktır, kuracaktır. Sözü değişecektir, bu sözün varlık bulduğu biçim değişecektir. Siz, şu yaşadığımız cehennemin, kaosun, dört dize içinde yazılabileceğini düşünebilir misiniz?
Aşktan, yalnızlıktan, yitiklikten, ölümden, umudun tamamlayıcı olan mücadeleden ve güzellikten yana kişiyi en derinine kadar sarsan dizeleriniz… Olağan gerçeklikleri coşkun ve sonsuz bir ödevmiş gibi üreten/yeniden biçimleyen yaratıcılığınızın kaynağında neler var?
Tek bir sözcükle söylemek gerekirse insan var. Bütün erdemleriyle, zaaflarıyla, kötülükleriyle, acılarıyla, arzularıyla, ezilmişliğiyle, inceliğiyle, öfkesiyle, başkaldırı duygusuyla... Bunu sonsuza kadar çoğaltabiliriz. Duygularının, ruhsal karmaşasının akıl almaz geniş yelpazesiyle insan var. Ben bu sonsuzun ruhunda bir-iki yaprağı kıpırdatmaya çalışıyorum. Onu, ait olduğu doğaya yerleştirerek anlamaya çalışıyorum. Ondan korkuyorum ve onu seviyorum. Yazarak, yeni, ince, içten çoğaltan bir yakınlık kurmaya çalışıyorum.
Bir Kardeş Mavi Canı cehenneme rahat uyuyanın |
“Dicle üstü bulanık olan ayın”*, en doğal ve en güzel yanını göreceğimize dair umudunuz var mı?
Umudum elbette var. Yoksa her şeyi bırakır, gider bir ağacın kovuğunda karıncalarla yaşarım. Ben o güzelliği görecek yaşları geçtim belki. Ama mezarda kemiklerim duyacak o sevinci. Yoksa yaşayamam. Yaşamaktan utanırım. Zaman bizlerin hayatıyla sınırlı olsaydı hep beraber intihar ederdik olur biterdi.
Köylüleri neden öldürüyorsunuz ve neden diş gıcırtısıdır babanız?
Toplumun, ülkenin siyasetinden ekonomisine, kültüründen demokrasisine, adaletinden eğitimine, içinde çırpındığı şiddetten temel insan haklarındaki seviyeye bakınca, neden öldürülmesi gerektiği çok anlaşılır değil mi?
Dedem Yunus der ki, “sevdiğimi söylemezsem / sevmek derdi beni boğar.” Bir insan, sevginin güçsüzlük sayıldığı, sevgisinden utanması gerektiği gibi bir ilkel kültürle büyütülürse, kalbi ve gövdesi onu sevgiye sürükledikçe tuhaf, acıklı bir travmayla dişlerini gıcırdatıp duracaktır. Keşke sadece benim babam olsaydı bu haldeki insan. Ne yazık ki neredeyse bütün bir toplumun erkekleri böyle bir yarılmayla yaşayıp ölüyorlar.
* Şükrü Erbaş "Dicle Üstü Ay Bulanık" şiir kitabıyla 1996 Orhon Murat Arıburnu şiir ödülünü kazanmıştı.
Şükrü Erbaş hakkındaŞair, yazar. 7 Eylül 1953 tarihinde Yozgat'ta doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Yozgat'ta yaptı. Ankara'da Gazi Eğitim Enstitüsü Sosyal Bilimler Bölümü'nden mezun oldu (1978). Toprak Mahsulleri Ofisi'nde memurluk, yöneticilik yaptı ve bu kurumdan emekli oldu. 1984 yılında Yarın dergisi yazı kurulunda görev yaptı. Edebiyatçılar Derneği'nde yöneticilik yaptı. Şükrü Erbaş, ilk şiirini Varlık dergisinde, 1978 yılında yayınlandı. Yapıtları: Küçük Acılar (1984), Aykırı Yaşamak (1985), Yolculuk (1986) ,Kimliksiz Değişim (1992), Bütün Mevsimler Güz (1994), Dicle Üstü Ay Bulanık (1995), İnsanın Acısını İnsan Alır (1995), Kül Uzun Sürer (1996), Gülün Sesi Gül Kokar (1998), Bir Gün Ölümden Önce (1999), Derin Kesik (1999), Üç Nokta Beş Harf (2001), Sarkacın Kalbi (2002), Yalnızlık Heceleri (2003), İnsan Sevmezse Ölür (Seçmeler, 2004), Gölge Masalı (2005), Unutma Defteri (2007), Bağbozumu Şarkıları (2012), Pervane (2015), Yaşıyoruz Sessizce (2016) Şiir: Acı İlişki, Ağaran Bir Suyum, Aykırı Yaşamak, Denizin Ayrıcalığı, Kar Yağışı, Kimse Temizim Demesin, Kocaman Bir Çocuğu Öpüyorsun, Koşaradım, Küçük Acılar, Ömür Hanımla Güz Konuşmaları, Üç Nokta, Yolculuktan Ödülleri: 1987 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü, 1996 Orhon Murat Arıburnu Şiir Ödülü, 2002 Ahmed Arif Şiir Ödülü, 2005 Ömer Asım Aksoy Şiir Ödülü, 2012 17. Altın Portakal Şiir Ödülü. |
(DM/HK)