Önergesinde Irak'ın işgalini "haklı gösterilemez biçimde tahripkâr" olarak nitelendiren Healey, başbakan Blair'e "Irak'taki İngiliz güçlerinin bu ülkeden çekilmesi için yakın bir tarih verme" çağrısı yapıyordu.
Önergenin kabul edilmesi halinde Blair hükümeti, kendi partisi ve seçmenine rağmen Irak'ta "belirsiz bir süre kalma"yı savunamaz duruma düşecek, hükümetin Irak politikası ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile kurduğu stratejik ortaklık darbe yiyecekti.
Önerge, delegelerin yüzde 80'i tarafından, ezici bir çoğunlukla red edildi. İngiltere'de emeğini satarak yaşayanların kurduğu ve oylarıyla iktidar yaptığı partinin delegeleri, "İngiliz ordusunun Irak'tan çekilmesi için baskı yapmayalım, orada istediği kadar kalsın" diyordu.
Oylama sonucunda, delegelerin yüzde 40'ını etkileyebilen dört büyük sendikanın yönetimi destekleme kararı belirleyici olmuştu. Emeğini satarak yaşayanların hakları için mücadele eden dört büyük sendikanın yöneticileri, "İngiliz ordusunun Irak'tan çekilmesi için baskı yapmayalım, kalsınlar" diyordu.
Önerge yerine kabul edilen parti yönetimi bildirisinde ise, "Irak'ta sivil toplumun gelişmesi çabalarının desteklenmesi" teşvik ediliyordu.
Muhalif Healey'in önergesi oylanmadan önce dışişleri bakanı Straw bir konuşma yapmıştı. Straw, sanki anaokulunda rengârenk yastıklarla kaplı sınıfı doldurmuş yumurcaklara, hergün yaşanan pratiklerin arkasındaki saklı bir gerçekliği, yumurcakların henüz kendi kendilerine idrak edemeyecekleri bir sırrı açıklar gibi tane tane açıklıyordu: "Irak'ta bulunma nedenimiz.."
Irak'ta bulunma nedenleri, "işgal" değildi. Orada, "Birleşmiş Milletler'in onayıyla ve ara dönem hükümetinin isteği üzerine" bulunuyorlardı.
Bunları söylediğinde sanki sınıftaki yumurcaklar kocaman gözlerle birbirlerine bakıyorlar, gözlerini kırpıştırıyorlar, tekrar babalarını andıran amcaya dönüyorlar ve ansızın hep bir ağızdan, "Yaa.. Biz orada işgal için bulunmuyoruz. Biz orada, Birleşmiş Milletler'in onayıyla ve ara dönem hükümetinin isteği üzerine bulunuyoruz" diyorlardı.
Çok da haksızlık etmeyelim. Straw'dan önce bir konuşma yapan delege Şâhit Mâlik, "ortak zemini genişletmeyi amaçlayan" yönetim bildirisini destekleme çağrısı yaparken şunu da söylüyordu: "Savaşa girmemizin hata olduğuna inanıyorum.. ama Irak halkını, bize en fazla ihtiyacı olduğu zaman bırakmak da eşit derecede hata olur."
Mâlik sihirli kelimleri böyle söylemiş, denklemi güzel özetlemişti: "Irak halkını bırakmak ya da bırakmamak!"
"Rambouillet barış anlaşması"nın gizli eki
Mâlik'in konuşmasından beş yıl önce, İngiliz ordusu o zaman da Balkan halklarını "bırakmama" kararı almış, bir başka "ihtiyaç" anında onların "yardımına koşmuştu."
Ocak 1999'da İngiliz hükümeti, Fransa ile birlikte, Kosova'ya askeri müdaheleye direnen Avrupa ülkeleri arasından çekilip Clinton yönetimin "bombardıman" politikası"nı desteklemeye başlıyordu.
Bundan birkaç ay sonra, Mart ayının son haftasında NATO bombardımanı başlayacak ve Balkanlar, son 10 yılda tanık olduğu cehennemlerin bir yenisine tanık olacaktı.
Bombardımanı tetikleyen son büyük gelişme, Yugoslav hükümetinin "Rambouillet barış anlaşması"nı imzalamayı reddetmiş olmasıydı.
İngiliz dışişleri yetkilisi Lord Gilbert, Rambouillet anlaşmasındaki "B Bölümü"nün Belgrad yönetiminin masadan kalkması ve görüşmelerin tıkanması için anlaşmaya özellikle eklendiğini sonradan itiraf edecekti.
Bir süre gizlendikten sonra sızan ve Fransız basınında yayınlanan "Ek B" şunları içeriyordu: "NATO personeli, araçları, uçakları ve ekipmanları ile birlikte, hava sahası ve kara suları dahil olmak üzere, Yugoslav Federal Cumhuriyeti'ndeki herhangi bir yere özgürce ve sınırsız olarak girme hakkına sahip olacaktır. Açıkta kamp yapma, manevra yapma, kışla kurma, destek, eğitim ve operasyonlar için gerekli alan ve tesislerin kullanımı buna dahildir... Yugoslav yetkilileri, NATO'nun ihtiyaç duyduğu kamu tesislerini, bir bedel talep etmeksizin sağlamakla yükümlüdür... Yugoslav yetkilileri, istendiği takdirde, NATO'nun belirleyeceği çerçevede, operasyon için ihtiyaç duyulan tüm telekomünikasyon hizmetlerini, yayın olanakları dahil, sağlamakla yükümlüdür.."
Ek B'de şu da vardı: "NATO, sivil, idari ya da cezai, tük hukuki işlemlerden muaf olacaktır.. NATO personeli, Yugoslav Federal Cumhuriyeti'nde kendileri tarafından gerçekleştirilecek sivil, idari, cezai ihlaller ya da disiplin ihlalleri açısından Taraflar'ın yargı otoriteleri nezdinde muaf olacaktır.."
Bir de şu: "Kosova ekonomisi, serbest piyasa ilkelerine uygun işleyecektir.. İnsan, mal, hizmet ve sermayenin Kosova'dan dışarı ve Kosova'ya serbestçe girip çıkmasına hiçbir engel olamaz.."
"Kosova halkının yardımına koşma" refleksiyle harekete geçtiğini iddia eden ABD ve müttefikleri tarafından masaya konan ve Yugoslavya'nın askeri-politik olarak denetim altına alınması koşulunu dayatan anlaşma Belgrad yönetimi tarafından reddedilince, Clinton açıklıyordu: "Askeri harekât başlıyor. Bombalayacağız!"
Ama Clinton bunu 19 Mart 1999 günü açıkladığında, bombardıman ne o gece, ne ertesi gün, ne de bir sonraki gün başlıyordu. NATO uçakları 24 Mart'ta, açıklamadan beş gün sonra havalanacak, ilk bir hafta boyunca da bombardıman büyük ölçüde Kosova dışındaki hedeflere yöneltilecekti. Kosova'da Sırp milliyetçiler ile Kosova Kurtuluş Ordusu (KLA) arasındaki çatışmaların tam bir katliama dönüşmesi ve olayların daha öncekilerden de büyük bir göç dalgası yaratması için "eli silahlılar"a yaklaşık iki hafta süre tanınıyordu. İstenen olacak, bombardımanın gerekçesi bu günlerde yaşananlarla daha da güçlenecekti.
Kosova krizine NATO çözümü: "Herkesi öldürün, ekonomiyi yok edin!"
Kosova halkının "yardımına koşan" NATO uçaklarının bombardımanında bombalar kimleri, nereleri vurmuştu?
İki aydan fazla süren bombardımanlarda, 2000 sivil hayatını kaybedecek, 7500 sivil yaralanacaktı. Ölenlerin 200'ü çocuktu.
Agence France Press, Reuters, Associated Press ve Yugoslavya Dışişleri Bakanlığı kayıtlarına göre bombardımanlarda şunlar oldu:
* 6 Nisan'da, bir madenci kasabası olan ve herhangi bir askeri gücün bulunmadığı Aleksinaç'ı 5 füze vurdu. 17 sivil hayatını kaybetti, 400 ev tahrip oldu.
* 10 Nisan'da Kraguyevaç'taki Zastava otomobil fabrikası bombalandı. Fabrikadaki işçilerden 120'si yaralandı. Fabrika, bölgedeki nüfusun yarısına geçim olanağı sağlıyordu.
* 11 Nisan'da, 6000 kişinin çalıştığı "14 Ekim fabrikası" bombalanarak imha edildi.
* 14 Nisan'da Prizren-Diyakoviça yolunda Arnavut göçmen kafilesi bombalandı. Çoğu yaya veya traktör römorklarında seyahat eden göçmenlerden en az 75 kişi öldü, 100 kişi yaralandı. Dört kez tekrarlanan hava saldırılarında ölenlerin çoğu, çocuk, yaşlı ve kadındı.
* 19 Nisan'da Buyurişka'da füzelerle vurulan 10 evde 19 kişi öldü, 11 kişi yaralandı.
* 21 Nisan'da Krayina'dan (1995'de Hırvatistan'daki Krayina bölgesinde yaşayan Sırplara karşı Tucman'ın liderliğindeki Hırvatistan hükümeti tarafından "etnik temizlik" uygulanmıştı) tahliye edilen 500 kişinin yaşadığı bir göçmen kampı (Diyakoviça) bombalandı, 70 kişi öldü. Barınakların tümüyle tahrip edildiği kampta bombaların düştüğü yerlerde 53 krater oluştu.
* 23 Nisan'da Sırp Ulusal Televizyonu bombalandı. Belgrad'ın merkezinde bulunan binaın çevresinde bir çocuk tiyatrosu, San Marko Kilisesi, Şehir Çocuk Merkezi ve bir çarşı vardı. TV istasyonunun 20'den fazla çalışanı saldırıda hayatını kaybetti.
* 23 Nisan'da Avrupa'daki en büyük kas distropi tedavi merkezini barındıran Novi Pazar sağlık merkezi füzelerle vuruldu. Bir kişi öldü, iki kişi yaralandı.
* 26 Nisan'da Lipliyan'da, evlerinin bahçesinde oynayan iki çocuktan Arla Luyiç (6) misket bombası atılması sonucu hayatını kaybetti. Arla'nın abisi ve ablası ağır yaralandı.
* 27 Nisan'da öğle saatlerinde Surduliça'nın merkezindeki binalara atılan iki füze 16 kişinin ölümüne neden oldu. Ölenlerin 11'i, 5-12 yaşlarında çocuklardı.
* 1 Mayıs'ta Priştina'dan yaklaşık 20km uzaktaki Lüzan'da, Niş'le Priştina arasında normal seferini yapan yolcu otobüsü vuruldu, 47 yolcu hayatını kaybetti. 25 dakika sonra olay yerine gelen ambülans vuruldu. Ambülanstaki doktor başından ağır yaralandı.
* 1 Mayıs'ta küçük Karadağ köyü Murino 10 füzeyle vuruldu. İki genç kız, bir kadın ve bir erkek hayatını kaybetti. Sekiz kişi yaralandı.
* 1 Mayıs'ta Pançevo'da önce suni gübre fabrikası, sonra da Pançevo petrol rafineri tesisindeki elektrik santrali defalarca vuruldu. Rafinerinin vurulması sonucu, Almanya'dan başlayıp Karadeniz'e ulaşan Tuna Nehri'ne büyük miktarlarda zehirli madde karıştı.
* 3 Mayıs'ta Diyakoviça-Podgoviça arasında sefer yapan yolcu otobüsü vuruldu. En az 20 kişi öldü, 43 kişi yaralandı.
* 5 Mayıs'ta 5000 kişinin çalıştığı Sloboda fabrikası imha edildi. Biri 74 yaşında bir kadın iki kişi hayatını kaybetti.
* 7 Mayıs'ta Niş'teki pazar yerine atılan misket bombası 15 kişinin ölmesine, 70 kişinin yaralanmasına neden oldu.
* Mayıs başlarında Kursumliya'ya yapılan iki hava saldırısında 13 sivil öldü, 20 sivil yaralandı.
* 8 Mayıs'ta Çin Büyükelçiliği vuruldu. Binanın yarısı tahrip oldu. 4 Çin vatandaşı öldü, 20 kişi yaralandı.
* 13 Mayıs gecesi Kosova'nın Korisa köyündeki bir çiftliğe altı füze atıldı. Saldırıda 87 Kosovalı Arnavut hayatını kaybetti.
* 20 Mayıs'ta misket bombaları Belgrad'daki Dragisa Misoviç Hastanesi'ni vurdu. Nöroloji, Doğum, Jinekoloji ve Çocuk Akciğer Hastalıkları bölümleri tahrip oldu. NATO'dan daha sonra bir açıklama yapıldı ve lazer güdümlü bombalardan birinin hedefi yaklaşık 460 metre şaştığı bildirildi. Hastahane vurulduğunda dört kadın doğum yapıyordu. Saldırıda dört kişi öldü ve doğum bölümünde yatan kadınlardan bazıları yaralandı.
* 21 Mayıs'la 1 Haziran arasında İstok'taki cezaevine yapılan saldırılarda 100 sivil hayatını kaybetti.
* Mayıs ayı boyunca Kralyevo'ya yapılan saldırılarda şehrin okulu ve hastanesi tahrip edildi. Bulunan kovanlardan birinin üzerinde bir yazı olduğu saptandı: "Hâlâ bir Sırp olmak istiyor musun?"
* 30 Mayıs'ta Surduliça'daki bir senatoryum ile bir huzurevinin beş füze ile vurulması sonucu 20 kişi öldü.
* 31 Mayıs'ta Novi Pazar'da, şehir merkezindeki dört katlı bir apartman misket bombasıyla vuruldu. 23 kişi öldü, 20 kişi yaralandı.
* 1 Haziran geceyarısı Belgrad'ın banliyösünde bir siteyi 14 füze vurdu. 5 kişi öldü, 20 kişi yaralandı.
Ekonomi, elbette sıfırdan kurulmak üzere yok edilir
NATO bombardımanında 14 tank imha edilirken, 372 endüstri tesisi yerle bir edilmişti. Vurulanlar arasında, yabancı sermaye tarafından işletilen ya da özel mülkiyet altında bulunan tek bir tesis yoktu.
NATO bombardımanına hedef olan Yugoslavya'nın petrol, maden, otomotiv ve tütün endüstrileri kamu mülkiyetindeydi. 1997 tarihli özelleştirme yasası ise, özelleştirmelerde bir kurumun hisselerinin en az yüzde 60'ının kurum çalışanlarına satılması şartını getirmişti. 1999 başlarında düzenlenen Davos zirvesinde İngiltere Başbakanı Tony Blair, Yugoslav hükümetini Kosova'daki olaylardaki tutumundan dolayı değil, "ekonomik reform" programını hayata geçirememesinden dolayı eleştiriyordu.
Slobodan Miloseviç liderliğindeki Yugoslav hükümetinin devrilmesinin ardından, "politik yeniden yapılanma" ile birlikte "ekonomik yeniden yapılanma" da başlayacak, bombaların yerle bir ettiği ekonominin hızla ve sıfırdan inşa edilmesi için art arda adımlar atılacaktı. İlk adımlardan biri, 1997 özelleştirme yasasının iptal edilmesi ve kurumların yüzde 70'inin yabancı şirketlere satılması hakkının tanınması olacaktı. Çalışanlara ayrılan pay ise yüzde 60'dan yüzde 15'e indiriliyordu. Ardından yeni Belgrad hükümeti Dünya Bankası programlarına katılacaktı.
Küçük Kosova'nın Avrupa'daki ikinci büyük kömür rezervi ile beraber büyük linyit, kurşun, çinko, altın, gümüş ve petrol rezervlerine sahip olması, bombardıman sonrasında New York Times tarafından "bir savaşın parıldayan ödülü" ifadesiyle yorumlanıyordu. Sadece Trepka madenlerinin 1997 değeri, 5 milyar dolar olarak tahmin ediliyordu. Bombardımanların sonrasında maden, 2900 NATO askeri tarafından işçilere ve yöneticilere karşı göz yaşartıcı gaz ve plastik mermi kullanılarak "zaptediliyordu".
Bu arada, Rambouillet barış anlaşmasının "B Bölümü" ile birlikte imzalanmamış olması herhangi bir şey değiştirmiyor, sivillere, bir yabancı ülke büyükelçiliğine ve basın mensuplarına yöneltilen saldırılar, binlerce insanın hedef gözetmeden öldürülmüş olması, NATO'yu herhangi bir mahkemenin kapısına getirmiyordu.
Sırp Ulusal Televizyonu'nun bombalanmasında hayatını kaybedenler için yapılan başvuru da, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından "Avrupa insan hakları sözleşmesinin ihlali olmadığı" gerekçesiyle reddedilecekti.
Televizyon çalışanlarının ölümüne yol açan saldırı mahkemeye göre ihlal değildi, çünkü "yaşama hakkını garanti altına alan Avrupa insan hakları sözleşmesi, sadece sözleşmeyi kabul etmiş ülkelerin topraklarında yaşanan olayları kapsıyordu."
1999 bombardımanıyla "Balkan halklarının yardımına koşan" İngiltere ve 16 ülkenin yetkilileri ise, yayınlarıyla propaganda yaparak savaşta Sırp tarafını desteklediği için TV istasyonun "meşru bir hedef" olduğunu söylediler.
2004 eylülünün ortalarında BM Kosova Gücü'nün denetiminde çalışan "Kosovo Trust Agency" tarafından bir açıklama yapıldı ve "toplumsal mülkiyet (SOE) altında bulunan ilk 500 kuruluşun özelleştirilmesi programının başladığı" bildirildi. Fiyat teklifleri alınmış, satışlar başlamıştı. Yıllık nikel üretimi 12 bin ton olan bir ferronikel ve metal işleme tesisi ise, 17 Kasım'a kadar alınacak tekliflerin ardından ayrıca satılacaktı.
Orta Doğu operasyonu öncesi Batı Balkanlar operasyonu
ABD ve müttefiklerinin "barış götürmek" için gittiği Batı Balkan cumhuriyetciklerinin bugün, artık NATO'nun güvencesi altında olduklarına göre silaha yatırım yapmaları beklenir mi? İşsizlikte yarışan Sırbistan (işsizlik oranı yüzde 35), Hırvatistan (yüzde 20) ve Bosna Hersek (yüzde 40), Slovenya ile birlikte toplam dış borçları 53 milyar dolara ulaşmışken, silaha öncelik verebilir mi?
Ama bugün dört minik cumhuriyet, birer "gremlin" gibi bir anda birilerini paramparça edebilecek kadar, tepeden tırnağa silahlanmış durumdadır ve tetiktedir. Askeri bütçelerinin toplamı, yıllık 2 milyar dolara yaklaşmaktadır. 4 milyon nüfuslu minik Hırvatistan, 2002 yılında silaha tek başına yarım milyar dolardan fazla para koymuştur.
Ve Batı Balkanlar'ın yeniden yapılanmasının tüm hızıyla sürdüğü günlerde, artık şu iki noktayı biliyoruz:
1. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne göre insan hakları, başta yaşama hakkı olmak üzere, sadece o hakları garanti altına alan anlaşmayı imzalamış devletlerin topraklarında geçerlidir. O devletler tarafından başka topraklarda işlenen insanlık suçları, insanlık suçu sayılamaz, cezalandırılamaz. Başka topraklarda sivillerin öldürülmesi, büyükelçiliklerin ya da hastanelerin bombalanması meşrudur.
2. NATO üyesi devletlere göre, savaş yapılan bir ülkedeki basın çalışanları, askeri hedef olmasalar bile tamamen meşru hedeflerdir ve "infaz edilmeleri" normaldir.
1999'da yaşananlar, bugün Irak'ta yaşananların tam anlamıyla bir "sonraki" adım olduğunu ve bununla ilgili politik, askeri, hukuki ve ahlaki normların ilk kez Yugoslavya operasyonunda geliştirildiğini gösteriyor. (ŞA/BB)
Sıradaki öykü: "Travma ile tedavi" stratejisinin ters teptiği ülke