Ukrayna’da yaşananlar, bu yılın Şubat ayından beri dünyanın gündeminin ana konularından birini teşkil ediyor. Ukrayna krizine ilişkin olarak dikkatler özellikle Rusya’nın bu süreçteki rolüne ve tutumuna odaklandı.
Olayların akışını kısaca hatırlayalım. Rusya yanlısı Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç’in düşmesi ile sonuçlanan iktidar değişiminden sonra, Ukrayna’nın güneydoğu bölgelerinde kalabalık sayılarda yaşayan Ruslar arasında yeni iktidara karşı gösteriler başladı.
Rusya basınının “Rus Baharı” olarak adlandırdığı kaynaşmalar, çok geçmeden ayrılıkçı faaliyetlere dönüştü. Moskova’nın özellikle Kırım’daki olaylarda etkin rol oynadığı gözlendi.
27 Şubat’tan itibaren Kırım’da kimlikleri meçhul üniformalı asker grupları hareket etmeye başladı, bu gruplar hükümet binalarını ve stratejik tesisleri ele geçirdikleri gibi Kırım’daki Ukrayna askeri noktalarını da ablukaya aldılar. (Kırım’ın Rusya’ya bağlanmasına kadar yarımadada kalan kimliği meçhul askerlerin Rusya’ya ait olduklarını Rus yetkililer ilk başta reddetseler de, sonunda Rusya Devlet Başkanı Putin 17 Nisan’da canlı yayında halkın sorularını yanıtladığı televizyon programında bunu teyit eden ifadeler kullandı.)
Rusya’nın askeri müdahalesi koşullarında kurulan yeni Kırım hükümeti, Kırım’ın geleceğini bir halk oylaması ile belirleme kararını aldı ve bu kararı çok kısa bir sürede uyguladı.
Referandum
“Egemen devlet olmak” ya da “Rusya’ya katılmak” şeklinde iki seçeneğin oylamaya sunulduğu referandum sonucunda yüzde 83’lük katılımın sağlandığı ve yüzde 97 oranında “Rusya’ya katılma” oyunun çıktığı ilan edildi.
Kırım referandumu uluslararası hukuk uzmanları tarafından birçok açıdan eleştirildi. Uzmanların tespitlerine göre, söz konusu referandum, Ukrayna’nın ve Kırım Özerk Cumhuriyeti’nin anayasalarına aykırıdır. Ayrıca referandum yapıldığında bu tür halk oylamalarında uyulması gereken ilke ve normlar yerine getirilmedi, örneğin, oylama öncesinde ilgili tarafların adil bir şekilde fikir bildirmesi ve konuyu tartışması için uygun ortam yaratılmadı ve zaman açısından yeterince süre tanınmadı.
Oylamada mevcut durumun devamını tercih etmeye yönelik bir seçeneğin sunulmaması, referandum katılımcılarının karar verme özgürlüğünü kısıtladı. Referandum sonucunda ilan edilen katılım oranının ve nihai sonucun gerçeği yansıttığından şüphe duyuluyor. Çünkü referandumu boykot kararını alan Kırım Tatarlarının neredeyse tamamının, Ukraynalı ve Rusların da büyük bölümünün oylamaya katılmadığını, katılanların da ancak yarısının ayrılmaktan yana oy kullandığını gösteren kanıtlar olduğu ileri sürülüyor.
Referandumun ardından Rusya hükümeti birkaç gün içinde resmi adımları atarak Kırım’ın Rusya’ya bağlanmasını sağladı. Böylece bir aydan daha az bir süre içinde Kırım Özerk Cumhuriyeti Ukrayna’dan ayrılarak Rusya Federasyonu’na bağlı hale getirildi.
Rusya'nın ''zor durumu''
Kırım’da yaşananların bütün dünyada bir şok etkisi yarattığını söyleyebiliriz. Bu olaylar dünya kamuoyunda Kırım’ın Rusya tarafından ilhakı olarak değerlendirildi. Güçlü Batı devletleri ve uluslararası kuruluşlar Rusya’yı Ukrayna’nın devlet egemenliğini ve uluslararası hukuk normlarını açıkça ihlal etmesi sebebiyle sert bir dille kınayarak Rusya üzerinde bu konuda baskı kurmak üzere bazı yaptırımlar da uyguladı.
Rusya, Batı’dan gelen suçlamalara karşı aynı şekilde sert bir dille karşılık verdi ve haklılık iddialarını Ukrayna’nın yeni yönetiminin meşru olmadığı, Ukrayna’daki Rusların haklarının kısıtlandığı ve bu şartlarda Rusya’nın soydaşlarını korumak için müdahale etmek zorunda olduğu savlarına dayandırdı.
Rus devlet adamları ayrıca Kırım halkının kendi kaderini tayin (self-determinasyon) hakkından söz edip Kosova örneğini dile getirerek Batı’yı iğnelemeyi de ihmal etmediler. (Rusya Kosova’nın bağımsızlığına karşı çıkmıştı.)
Kırım’ın Rusya’ya bağlanmasının ardından Ukrayna’nın doğusundaki Donetsk ve Lugansk bölgelerinde de ayrılıkçı güçler birer “halk cumhuriyeti” kurduklarını ilan etti. Kiev’teki yeni yönetim Kırım konusunda Rusya’ya karşı etkili bir şekilde direnememişti, fakat Donetsk ve Lugansk’taki ayrılıkçı hareketlere karşı askeri operasyon kararı aldı.
Kırım'ın Ukrayna'ya ''bağımlılığı''
Nisan ayının ortasından beri bu bölgelerden Ukrayna askeri güçleri ile ayrılıkçılar arasında yaşanan çatışmaların haberi geliyor. Birleşmiş Milletler verilerine göre, çatışmalar sonucunda ölenlerin sayısı Haziran ayının ortası itibariyle 356 kişi idi. Ukrayna’daki sivil savaş ortamının, ne yazık ki, süreklilik kazanmasından endişe ediliyor.
Donetsk ve Lugansk “cumhuriyetleri” Rusya’ya katılma isteğini bildirmiş olsa da Rusya’nın bu konuda net bir tavır koymaktan kaçınarak sadece Ukrayna’yı askeri operasyon nedeniyle diplomatik düzeyde protesto etmekle yetindiği ve bekleme taktiğini uyguladığı gözleniyor.
Özellikle Kırım konusundaki tutumuyla Rusya’nın kendini büyük manevi zarara uğrattığı söylenebilir. Şu anda Rusya’nın uluslararası arenadaki imajı köklü bir şekilde zedelendi ve Batı ile ilişkileri ciddi bir şekilde gerilmiş durumda.
Ukrayna krizi ayrıca ekonomik açıdan da Rusya üzerinde olumsuz etkiler yarattı ve bu olumsuz etkinin daha da süreceği öngörülüyor. Bunun yanı sıra Kırım’ın da Rusya için yakın zaman içinde büyük bir maddi külfet teşkil edeceği belirtiliyor.
Uzmanların görüşüne göre, Ukrayna’nın en yoksul ve altyapısı yetersiz bölgelerinden biri olan Kırım’ın ekonomisini kalkındırmak için milyarlarca dolarlık yatırım yapılması gerekecek. Coğrafi açıdan Ukrayna’nın uzantısı olan Kırım ekonomik olarak da Ukrayna’ya bağımlıdır; yarımadanın içme suyu ve elektriği bile Ukrayna üzerinden sağlanıyor. Bu durum Rusya için acilen çözülmesi gereken büyük bir sorun teşkil edecektir.
Rusya için neden önemli?
Rusya’yı bu kadar maddi ve manevi külfeti göze almaya ve Kırım’ın ele geçirilmesi konusunda son derece kararlı ve hatta hoyratça davranmaya iten faktörler nelerdir? Kırım Rusya için neden bu kadar önemlidir?
Başlıca sebeplerden biri, şüphesiz, Kırım’ın Karadeniz’in merkezinde bulunmasından kaynaklanan jeopolitik önemidir. Karadeniz bölgesi günümüzde Avrupa ile Asya arasındaki enerji kaynakları transferinin bölgesel kavşağı durumundadır. Kırım üzerinde hakimiyet kuran güç, bölgedeki bütün süreçlere müdahale edebilecek konuma geliyor. Buna bağlı olarak Rusya’nın Karadeniz donanması Kırım’daki Sivastopol limanında üsleniyor. Sovyetler Birliği dağılınca Karadeniz donanması önce Rusya ve Ukrayna tarafından ortaklaşa kullanıldı, 1997’de iki ülke arasında yapılan anlaşmayla donanma Rusya ile Ukrayna arasında paylaşıldı ve Rusya kendi donanmasını Ukrayna karasularında bulundurmanın kirasını ödemeye başladı. Kırım’ın Rusya’ya bağlanması ile şu an bu mesele ortadan kalktı. Rusya, Ukrayna ile kira anlaşmasını tek taraflı feshetti.
Kırım’daki Rusların haklarının kısıtlanması meselesine gelince, Ukrayna’nın Sovyet sonrası dönemi boyunca ülkedeki kalabalık Rus azınlığı konusunda esnek bir politika yürütmediği doğrudur. Rus azınlığın yanı sıra Ukraynalılar kendileri de yaygın olarak Rusçayı konuştuğu halde – hatta bazı araştırmalara göre Ukrayna iki dilli ülke olarak değerlendiriliyor – Ukrayna’da Rusçaya devlet dili ya da resmi dil statüsü tanınmadı.
Sovyet sonrası dönemde Ukrayna hükümetleri, Rus dili ve kültürünün kuvvetli etkisine karşı Ukraynaca dilini ve kültürünü koruma endişesiyle dil politikalarında Ukraynacaya öncelik tanıyan bir tutum benimsediler ve Rusçanın eğitim, basın yayın, kamu alanlarında kullanımını kısıtlamaya yönelik tedbirler aldılar.
Rusların dil hakları konusu, hem Ukrayna’daki Ukraynalılar ve Ruslar arasında hem de Rusya-Ukrayna ilişkilerinde bu zamana kadar birçok sürtüşmeye neden oldu. Ukrayna krizi devamında da Rusya, Ukrayna’daki Rusların kısıtlanmış hakları konusunu propaganda amaçlı kullandı.
Kırım'ın 200 yıllık tarihi
Kırım hususunda en az bunlar kadar önemli olan diğer bir faktöre – Kırım’ı Rusya’ya bağlayan iki yüz yılı aşkın tarihi geçmişe – bakmak gerekiyor. Bu açıdan Kırım’ın Rusya için sembolik önemi de vardır.
Rusya Kırım yarımadasını ilk defa 1783’de, Çariçe II. Yekaterina döneminde ilhak etti. Kırım’daki Rus donanmasının geçmişi de bu tarihe uzanıyor. Kırım ilhak edilir edilmez Akyar limanında donanma üssü olarak burada Sivastopol şehrinin temeli atıldı. Bu tarihten itibaren Kırım, Rusya için Karadeniz’in kontrolünün sağlanması açısından hayati önem taşıdı.
Stratejik önemi haiz bir deniz üssünü barındıran, hassas konumdaki bir kenar bölge olarak Kırım, Rusya’nın yer aldığı büyük savaşların çoğunda düşmanın öncelikle ele geçirmek istediği bölge oldu ve dolayısıyla Rusya tarihindeki en önemli ve zorlu muharebelerin çoğu burada yaşandı.
Kırım için verilen savaşların Rusya’da vatanperverlik hissiyatının şekillenmesinde büyük rol oynadığını belirtmek gerekir. Bu açıdan özellikle Kırım Savaşı’nın (1853-56) etkileri dile getirilmelidir.
Tolstoy ve Kırım
Kırım’daki muharebelerin anısını Rusların tasavvurunda “vatanı savunmak uğruna yapılan kahramanlıklar” mertebesine yükselten kişinin klasik Rus edebiyatının en önemli yazarlarından Lev Tolstoy olduğunu ilginç bir ayrıntı olarak burada not düşelim. Kırım Savaşı’na subay olarak katılan genç Tolstoy, bir yıl süren Sivastopol kuşatmasına da bizzat tanık olmuş ve şehri savunan Rus askerlerinin katlandıkları zorlukları ve gösterdikleri özveriyi hikayeler dizisinde tasvir etti.
Sivastopol Hikayeleri, Rus okurların belleğinde derin bir iz bıraktı. 87 yıl sonra, Nazi Almanya’sının Kırım’ı işgali sırasında Sivastopol ikinci defa düşman kuşatması altında kaldı (1941-1942) ve yine benzer zorluklar ve direniş hikayeleri yaşandı. Bu konuda da bir dizi şiir, şarkı, hikaye ve roman yazıldı, böylece Sivastopol “şanlı Rus askerini” yücelten mitolojinin önemli bir parçası durumuna geldi.
Tehlike anlarında “vatan Rusya’nın kaderinin belirlendiği” bir toprak parçası olmasının yanı sıra Kırım’ın başka nedenlerden dolayı da Rus kültüründe özel bir yer tuttuğunu söylemek mümkündür.
Gözde tatil yeri
Kırım’ın 1783’te ilhakı ve Ruslar tarafından iskânı, Rusya İmparatorluğu’nun güney yönünde hızlı bir şekilde yayıldığı, Orta Asya’daki ve Kafkasya’daki halkları birbiri ardına hakimiyeti altına aldığı döneme rastladı. Rusya İmparatorluğu’nun yayılmasıyla paralel olarak gelişen Rus Oryantalist edebiyatı ve sanatı, Rus hakimiyeti altına giren yeni bölgelerin egzotik doğa ve insan manzaralarını işledi.
Bu bağlamda Kırım, Rus sanatsal tasavvurunda özel bir yer edindi. Güzel doğası, ılık iklimi, üç tarafını çeviren denizi Kırım’ı Ruslar için yeryüzündeki cennet yaparken, Akdeniz medeniyeti ile bağlantılı tarihi mirası da onu Rusların gözünde aynı Petersburg gibi “Avrupa’ya açılan bir pencere” yapıyordu.
Rus edebiyatının kurucularından şair Aleksandr Puşkin’den başlayarak birçok Rus sanatçısı Kırım’ı düşler diyarı olarak betimledi. 19. yüzyılın ortalarından itibaren Kırım, Rus soylu kesiminin sayfiye mekanı oldu. Çar ailesi, yazları Kırım’daki yazlık saraylarda geçiriyordu. Ünlü Rus edebiyatçı ve sanatçılarından bazıları Kırım’da uzun süre yaşayarak burada önemli eserlerini yarattılar. (Bunlar arasında özellikle ressam İvan Ayvazovskiy ve yazar Anton Çehov’un adları belirtilmelidir.)
Kırım, Sovyet döneminde tüm ülkenin gözde tatil yeri haline geldi, bunun yanı sıra yine seçkin tabakanın – bu sefer Komünist Parti’nin üst düzey yetkililerinin – sayfiye yeri olmayı sürdürdü.
1954'te Ukrayna'ya bağlandı
1954’te Sovyetlerin o dönemdeki lideri Nikita Hruşev, Kırım’ı Rusya’nın idari yetkisinden çıkararak Ukrayna’ya bağlı duruma getirdi.
Rus milliyetçilerinin pek içerlediği ve keyfi bulduğu bu kararın nedeni olarak bazı tarihçiler Kırım’ın İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşadığı ekonomik sorunları gösteriyor. Kırım’ın Ukrayna’ya bağlı olmasının Sovyetler Birliği koşullarında pek bir önemi yoktu. Fakat Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla durum değişti ve Kırım böylece Rusya’nın elinden çıkmış oldu.
1990’ların başında Kırım’ın statüsü Rusya ile Ukrayna arasında tartışmalara konu oldu. Bu esnada Kırım’da güçlü bir ayrılıkçılık hareketi baş gösterdi.[1] 1991 yılında referandum yoluyla Kırım’ın “bölge” (oblast) statüsü “özerk cumhuriyet” olarak değiştirildi. 1992 yılında Kırım parlamentosu Kırım’ın devlet egemenliğini ilan ve Kırım Anayasasını kabul etti.
Anayasada Kırım’ın Ukrayna’ya bağlı olduğu teyit edilmekle birlikte, Kırım hükümeti geniş özerkliğin elde edilmesi yönünde adımlar attı. Ayrıca Rusya yanlısı bir tutum da sergilendi ve bazı siyasetçiler tarafından Rusya’ya bağlanma meselesi gündeme getirildi. Bu gelişmelerden rahatsız olan Kiev, Kırım’ı Ukrayna’dan özerk hale getirme amacıyla atılan adımlara karşı çıktı ve Kırım’da kabul edilen birçok kanunu ve kararı iptal ettirdi.
Kiev’in tutumu ve Rusya’nın o dönemde meseleye fazla ilgi göstermemesi sebebiyle Kırım’daki ayrılıkçı hareket durulmaya yüz tuttu. 1997’de Rusya ile Ukrayna bir dostluk ve işbirliği anlaşması imzalayarak birbirinin sınırlarına ve toprak bütünlüğüne saygı duyacaklarını taahhüt ettiler. Böylece Rusya Ukrayna’nın Kırım üzerindeki egemenliğini de kesin olarak kabul etmiş oldu. (Rusya bu yıl Kırım’ı ilhak ederek bu anlaşmayı da ihlal etti.)
2000'ler
2000’li yıllarda Rusya-Ukrayna ilişkilerinde 180 derecelik dönüş yaşandı. Bu değişim, Rusya ve Ukrayna’nın dış politika tercihlerinde meydana gelen değişikliklerle yakından ilgiliydi. Rusya’da devletin başına geçen Vladimir Putin, Soğuk Savaş sonrasında Rusya’nın aleyhine değişen uluslararası dengeleri tekrar yerinden oynatmak ve tek süper güç konumundaki Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) karşısına yeniden güçlü bir Rusya’yı çıkarmak üzere harekete geçti.
Buna bağlı olarak eski Sovyet ülkeleri üzerinde yeniden denetim kurma hedefi Rusya’nın dış politikasında önem kazandı. Bu bağlamda Ukrayna’da 2004’te yaşanan “turuncu devrim” ve Ukrayna’nın bundan sonra yüzünü Batı’ya dönmesi Moskova’yı rahatsız etti. Rusya’nın Karadeniz donanması üssünü barındıran Kırım, Ukrayna’nın NATO’ya ve Avrupa Birliği’ne (AB) entegre olma çabaları bağlamında Kremlin’in özel ilgi alanını teşkil etmeye başladı.
Konuyu ilgili uzmanların tespitlerine göre Putin döneminde Kremlin, Kırım ile Ukrayna arasındaki bağları zayıflatma amacını taşıyan bir politikayı uygulamaya koydu ve bunun için Kırım’daki Rus çoğunluğu manipüle eden taktiklere başvurdu.
Kırımlı Ruslarda milliyetçiliği yeniden körüklemek üzere harekete geçildi. Ukrayna karşıtı propaganda siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları, gençlik hareketleri, okullar ve Ortodoks kilisesi aracılığıyla yürütüldü. Karadeniz donanması ve kahraman şehir Sivastopol imgelerini kullanarak Rus vatanperverliğine vurgu yapan, NATO’yu, ABD’yi ve genel olarak Batı kültürünü ve değerlerini yeren bu propaganda özellikle 2008 Gürcistan krizi ile birlikte yoğunluk kazandı. O dönemden beri Ukraynalı ve Batılı siyaset uzmanları Rusya’nın sıradaki hedefinin Kırım olacağını söylemeye başladılar.
2000’li yıllar devamında siyasi istikrarsızlık sorunu ile boğuşan ve ulusal birliği sağlayacak bir vizyon üretemeyen Kiev, Kırım konusunda etkin ve tutarlı bir politika yürütemedi. Böylece 2014 Şubat olaylarının ardından Ukrayna’da ortaya çıkan iktidar zaafını fırsat bilerek hızlı ve kararlı bir şekilde harekete geçen Moskova’ya karşı koyamadı.
Özetle Kırım’ın Rusya’ya bağlanması beklenmedik bir gelişme değildi. Aksine, ne istediğini iyi bilen Moskova’nın yıllar boyunca sebatla izlediği politikalarının ve zamanlaması iyi düşünülmüş taktiklerinin sonucu oldu.
Kırım Tatarları
Kırım krizinde rol oynayan en önemli aktörler arasında, soruna taraf devletlerin – Rusya, Ukrayna ve bir ölçüde Türkiye – yanında bir de devlet dışı aktör olarak Kırım Tatarları da yer alıyor.
Kırım’ın eski yerlisi olan Kırım Tatarları, bugün burada Ruslardan ve Ukraynalılardan sonra üçüncü sırada gelen etnik grup konumundadır. Toplam nüfusu iki milyon civarında olan Kırım’da Ruslar nüfusun yaklaşık yarısını, Ukraynalılar yüzde 20’sinden fazlasını, Kırım Tatarları da yüzde 15’i (300 bin kişi civarında) oluşturuyor.
Sayıları nispeten az olmasına karşın Kırım Tatarları bu zamana kadar Ukrayna’nın ve Kırım’ın siyasi yaşamında önemli faktör rolünü oynadılar. Kırım Tatarları, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından beri her zaman Ukrayna’dan yana bir tavır sergilediler ve Kırım’ın Ukrayna’dan ayrılıp Rusya’ya bağlanmasına karşı çıktılar.
Bu son Kırım krizinde de aynı tutumlarını sürdürerek Kırım’daki referandumu boykot ettiler. Rusların Kırım konusundaki hissiyatı gibi, Kırım Tatarlarının Rusya karşıtı tutumu da Kırım’ın geçmişi ile yakından ilgilidir ve toplumsal hafızalarında canlı olarak saklanan ağır travmadan – Stalin döneminde uğradıkları topyekûn sürgünün hatırasından – kaynaklanıyor.
Kırım Tatarları 18 Mayıs’ta bu hazin olayın 70. yıldönümünü andılar. Kırım Tatarları sürgünü, Ukrayna krizi bağlamında Batı basınında da geniş yer buldu. Rusya’ya yöneltilen eleştirileri çarpıcı bir örnekle vurgulamak için “Kırım Tatarları Sürgünden 70 Yıl Sonra Aynı Korkuyu Yaşıyor” başlıkları atıldı.
Tarihsel mitler
Kırım Tatarlarının Kırım’ın Rusya’ya bağlanması konusunda endişe ve korku duymalarını gerektirecek bir durum var mıdır? Bugün Kırım’da duyulan kaygıların sebepleri nedir? Sürgün ve ondan sonraki süreçler Kırım Tatarlarının Kırım’daki diğer etnik topluluklar ile ilişkilerini nasıl etkilemiştir? Bu soruları cevaplayabilmek ve son aylarda meydana gelen gelişmeleri doğru bir şekilde analiz etmek için uzak ve yakın geçmişte nelerin yaşanmış olduğunu bilmek gerekiyor.
Kırım sorununda geçmiş faktörünün çok önemli olduğunu görüyoruz. Rus, Ukraynalı ve Kırım Tatar topluluklarının siyasal mobilizasyonu tarihsel mitlere dayanıyor. Taraflardan her biri geçmiş konusunda kendi görüşünü ileri sürüyor ve Kırım üzerindeki hak iddialarını tarih üzerinden meşrulaştırıyor. Tarih konusunda birbiriyle çatışan yorum ve iddialar aşağıda açıklayacağımız birkaç ana maddede düğümleniyor.
Elverişli coğrafik konumu, ılık iklimi, bereketli toprakları sebebiyle eski çağlardan beri çeşitli kavimler için çekim merkezi olan Kırım’ın hareketli tarihi hem Slavlar hem Türkler ve daha başka halklar için büyük önem taşıyan sayfalar içeriyor.
Örneğin, Doğu Slavlarının eski tarihinde Kırım, Hristiyanlığı kabul etme töreninin 986 yılında Kırım’da gerçekleşmiş olması bakımından önemlidir. Türk tarihi açısından ise Altın Orda ve Kırım Hanlığı dönemleri öne çıkıyor.
Etnik kökler
Her bir etnik topluluk, kendi köklerini ve yurt olarak gördüğü toprak parçası ile bağını çok eskilere götürmek ister. Milliyetçi mitoloji çoğu zaman gerçek dışı iddialara dayanır. Kırım hususunda da bu böyledir. Ruslar ve Ukraynalılar arasında Kırım’ın ezelden beri bir Slav toprağı olduğu görüşü yaygınken, Kırım Tatarlarında da etnik köklerini Kırım’ın en eski yerli kavimleri olan Tavrlara ve Kimmerlere bağlayarak Kırım’ın çok eskilerden beri Kırım Tatarlarına ait olduğunu ileri süren yaklaşım gözlenir.
Aslında Slavlar Kırım’a ilk defa 9. yüzyılda ayak bastıkları halde burada sürekli ve kalıcı olarak yerleşmemişlerdir. Aynı şekilde Kırım Tatarlarının köklerini Kırım’ın çok eski dönemlerinde aramak da bilimsel açıdan doğru değildir. Kırım Tatarlarının bir etnik topluluk olarak Kırım Hanlığı döneminde şekillendiği kabul edilir.
Altın Orda’nın dağılması sürecinde oluşan Kırım Hanlığı, etnik ve dinsel açıdan fazlasıyla heterojen bir nüfusa sahip idi. Kırım’ın bozkır kısımlarında ve Karadeniz’in kuzeyindeki sahalarda Tatar-Moğol unsurlar ve Türk kökenli göçebe kitleler (bunlar zamanla İslamlaştılar), Kırım’ın dağlarında ve sahillerinde Yunan ve Got kökenli yerleşik Hristiyan topluluklar, ayrıca Ermeni ve Yahudi toplulukları, Venedikli ve Cenevizli tüccarların kolonileri bulunmaktaydı.
Göçebe kitlelerin yerleşik hayata geçmeye başlaması sürecinde etnik ve kültürel kaynaşma meydana geldi ve Altın Orda’dan miras kalan “Tatar” adını benimseyen bir Kırım Tatar toplumu şekillendi.
Bu topluluğun konuştuğu Kırım Tatar dilinin temelini baskın unsur olan Kıpçakların dili teşkil etti, fakat Kırım Hanlığı 1475’te Osmanlı Devleti’ne bağlı hale gelince bu dil Anadolu Türkçesinin etkisi altında kaldı ve ona ait birçok özelliği de aldı. Bu nedenle bugünkü Kırım Tatarcası, Türkiye Türkçesini konuşanlar tarafından kolayca anlaşılabiliyor.
Kırım hanlığı
Kırım Hanlığı aktif dış politika yürüterek eski Altın Orda topraklarında kendi hakimiyetini kurmaya çalıştı. Altın Orda mirasını paylaşma mücadelesine Moskova Devleti’nin de katıldığını, bu mücadelenin Moskova ile Kırım’ı karşı karşıya getirdiğini ve Kırım’ın bundan sonraki kaderinin bu jeopolitik çekişme ile belirlendiğini bu noktada önemle vurgulayalım.
Buna bağlı olarak Kırım Hanlığı’nın Rus ve Kırım Tatar tarihçiliğinde birbirine zıt bakış açısıyla değerlendirildiğini belirtmek gerekir. Kırım Tatarları için Kırım Hanlığı’nın hatırası, kendilerine ait bağımsız devlet tecrübesi olması bakımından büyük öneme sahiptir. Kırım Tatarlarının anlatımında Kırım Hanlığı’nın Doğu-Batı sentezinden meydana gelen yüksek kültürü ve bir zamanlar Moskova Devleti’ni de hakimiyeti altında tutan askeri kudreti vurgulanır. Rus tarihçiliği geleneğinde ise Kırım Hanlığı’nı çapulculuk ve köle ticareti ile geçinen barbar bir oluşum olarak küçümseme ve Kırım Tatar akınlarının Moskova Devleti’ne verdiği zarar konusunu öne çıkarma eğilimi vardır.
Gerçekten de, göçebe hayat tarzını sürdüren Kırım Tatar gruplarının komşu ülkelere yaptığı akınlar, Kırım Hanlığı ekonomisinin önemli gelir kaynağıydı. Bu akınlar sonucunda birçok bölge haraca bağlandığı gibi (Moskova knezleri de uzun bir dönem Kırım Hanlarına haraç ödemişlerdir), ayrıca bolca ganimet ve esir toplanmaktaydı. Esirler tarım işlerinde kullanılır, köle pazarlarında satılırdı.
Kırım Tatar atlı askerlerinin Osmanlıların birçok seferinde de yer aldıkları biliniyor. Neredeyse her sene vuku bulan Tatar akınları Moskova Devleti için büyük sıkıntıydı. Hatta tarihin bazı anlarında Kırım Tatarlarının akınları Moskova Devleti için hayati tehlikeler de doğurdu. Örneğin, 1571’de Kırım Hanı Devlet Giray, Rusların Livonya ile savaşmasını fırsat bilerek 40 binlik ordu ile Rus topraklarını talan etti ve Moskova’yı kuşatıp yaktı.
Kırım Tatarları tarihi üzerine kapsamlı bir monografisi bulunan Rus tarihçisi, Profesör Valeriy Vozgrin’in dikkat çektiği üzere, Kırım Tatarlarının o tarihsel dönemin koşulları içinde sıra dışı davrandıkları ya da özel bir gaddarlık sergiledikleri söylenemez. Kırım Tatarlarının yaptıkları akınlarının aynısını Doğu Slavları ve diğer halklar da yaptılar. Sadece Kırım Hanlığı’nın güçlü olduğu zamanda Kırım Tatarları bu konuda komşularına göre daha atik ve başarılıydılar.
17. ve 18. yüzyıllarda
1654’te Doğu Ukrayna Rusya’nın eline geçince güç dengesi Rusların lehine değişti. Karadeniz’e inmek isteyen Rusya, 17. yüzyılın sonunda ve 18. yüzyılın başında Kırım Hanlığı’na karşı birçok saldırı düzenledi.
1768-1774 Rus-Osmanlı Savaşını sona erdiren Küçük Kaynarca Anlaşması ile Kırım, Osmanlı’nın elinden çıktı ve 1783’te de Ruslar tarafından işgal ve ilhak edildi. Resmi Rus tarihçiliğinin “barbar” Kırım Tatar saldırılarının Ruslara verdiği zarardan dert yanmasına karşın Rus Devleti’nin aynı tarzda komşularına saldırma yoluyla genişlemesini “ilerici” ve hakimiyet altına alınan halklar açısından “hayırlı” adımlar olarak değerlendirdiğini de burada not düşelim. Rus tarihçiliğinin bu yorumu, milliyetçi bakış açısıyla yazılan tarihlerde gözlenen çifte standarda iyi bir örnek teşkil ediyor.
Kırım Hanlığı’nın Rusların gözündeki olumsuz imajını, Rus tarihçiliğinin Altın Orda’nın Moskova üzerindeki hakimiyeti konusundaki yorumu bağlamında değerlendirildiğinde Rus tarih düşüncesinin temellerinin atılmasında Ortodoks Kilisesi’nin önemli rol oynadığı görülür. Manastırlarda keşişler tarafından siyasi olaylara dair tutulan yıllık kayıtlar (letopis), Rusya tarihine dair ilk eserlerdir.
“Gavur” bir gücün “hak dine” mensup Hristiyanlar üzerindeki hakimiyetini büyük talihsizlik olarak gören Rus din adamları, ürettikleri eserlerde Altın Orda’nın hayli olumsuz bir imajını çizerler ve “Tatar boyunduruğuna” karşı mücadeleye dinsel bir anlam ve varoluşsal bir önem yüklerler.
Altın Orda’dan sonraki Tatar hanlıkları da aynı bakış açısıyla değerlendirilir ve bu yaklaşım, Rus tarih düşüncesine damgasını vurur. Bu geleneğin etkilerinin günümüzde de devam ettiği, Rusya’da ortaöğretimde okutulan tarih ders kitaplarında halen Altın Orda’nın ve ardılların tasvirinde olumsuz vurguların öne çıktığı, Rus halkına edilen zulüm ve Rus topraklarında yapılan tahribat konusunun altının çizildiği ve suçlayıcı bir dilin kullanıldığı görülür.
Rus hakimiyetindeki ''hakikat''
Kırım Tatarlarının Rus hakimiyeti altındaki durumuyla ilgili de Rus ve Kırım Tatar yorumları zıtlaşır. Kırım Tatarlarına göre; Rus idaresi Kırım Tatarları üzerinde ağır zulüm ve baskı kurmuştur.
Hatta bazı milliyetçiler Rusya’nın baştan beri Kırım Tatarlarını imha etme amacını güttüğünü ileri sürerler. Ruslarda yaygın olan görüşe göre ise Kırım sosyoekonomik ve kültürel açıdan ancak Rus idaresine geçtikten sonra gelişmeye başlar ve Kırım Tatarları Rus idaresi altında gayet rahat koşullardan yararlanır.
Hakikat, her zamanki gibi, uçlarda değil, orta bir yerde duruyor. Rus idaresi döneminde Kırım’ın, köklü sosyoekonomik ve kültürel değişim geçirdiği şüphesizdir.
Bu değişimin Kırım’ın ve Kırım Tatarlarının ne kadar hayrına olduğu konusu ise tartışılır. Çariçe Yekaterina Rus Kırım Tatar soylu kesimine Rus soyluları ile eşit haklar tanıdığı için Kırım Tatar soylularının durumunda fazla bir değişiklik olmamıştır denebilir. Çariçe ayrıca Kırım Tatar atlılarından Rus ordusunun hizmetinde bulunacak taburlar oluşturulması emrini vermiş, bu taburların subayları Kırım Tatar soylu aileleri mensuplarından seçilmiştir.
Kırım Tatar atlı taburları Rusya’nın yürüttüğü savaşlara da katılmış ve birçok görevde yer almıştır. 1812 savaşında gösterdikleri başarılar dolayısıyla imparatorun şahsi hizmetindeki özel muhafız bölüğü Kırım Tatarlarından oluşturulur. Böylece Kırım Tatar kökenli soyluların Rusya’nın yüksek tabakasına entegre olmaları için nispeten elverişli koşulların var olduğu söylenebilir.
Toprakları dağıtılıyor
Kırım Tatar köylülerinin durumu ise Rus idaresi altında gittikçe kötüleşir. Çarlık idaresi Kırım’a iç Rusya’da uygulanan toprak düzenlemelerini ve idare usullerini getirir ve bunları yerel şartları ve yerel nüfusun varlığını dikkate almaksızın uygular.
Geleneksel Kırım Tatar ekonomisi ve toplumsal yaşamının bu yeni idare sisteminden büyük zarar gördüğü tespit ediliyor. Çarlık idaresi, kendi devlet hazinesine ait olarak gördüğü Kırım Tatar köylülerinin topraklarını bir taraftan Rus ve diğer etnik kökene mensup soylulara, diğer yandan Rusya’nın iç kesimlerinden Kırım’a akın eden ve kısmen devlet tarafından getirtilen çeşitli göçmen gruplarına – çoğunlukla Rus ve Ukraynalı köylüler, diğer etnik gruplara mensup göçmenler, Kozaklar, emekli askerler, vb. – dağıttı.
Böylece, Kırım Tatarlarının bir kısmı topraklarından ayrılmak zorunda kaldı, diğer bir kısmı zoraki kiracı haline geldi. Kiracı olan Kırım Tatarlarına devlet ve yeni toprak sahipleri tarafından ağır ekonomik yükümlülükler getirildi, üstelik bu bakımdan Kırım Tatarları göçmen köylülere göre çok daha fazla düzeyde sömürüldüler.
Osmanlı topraklarına göç
Kırım’ın Rus idaresine girmesinden itibaren Kırım Tatarları kitleler halinde dalga dalga Osmanlı topraklarına göçtüler. (Bugün Türkiye’de, Bulgaristan’da ve Romanya’da yaşayan Kırım Tatar toplulukları bu göçler sonucunda ortaya çıkmıştır.)
Çarlık Rusya’sı idarecileri Kırım Tatarlarının “mollaların kışkırtmasıyla” ve “dini taassup” yüzünden göçtüklerini iddia ederlerken, Kırım’daki koşullara vakıf olan ve Kırım Tatarlarına sempati duyan Rus aydınları ekonomik ve toplumsal sebeplerin rolünü vurgularlar.
Buna göre, Kırım Tatar göçlerine topraksızlık ve gittikçe ağırlaşan ekonomik koşullar, idareci ve toprak sahiplerinin ayırımcı ve keyfi uygulamaları, dinsel ve kültürel açıdan yaşanan sıkıntılar yol açtı.
İlk büyük Kırım Tatar göçü dalgası Kırım’in ilhakını izleyen yıllarda, ikinci büyük dalga Kırım Savaşı devamında ve sonrasında yaşandı, bu iki büyük dalganın dışında daha küçük çaplı diğer göçler de oldu. Kırım Tatarlarının Kırım’dan göçleri henüz bütün yönleriyle (göçlerin boyutları, somut sebepleri, seyri ve sonuçları) yeterince aydınlanmadı. Rakamlar da henüz net değil.
Örneğin, ilk büyük göç dalgasında Kırım’ı terk eden Kırım Tatarlarının sayısı ile ilgili 20-30 bin ile 150-200 bin arasında değişen rakamlar veriliyor. Bazı kaynaklar Kırım’daki nüfusun ilhaktan önce 500 bin civarında olduğunu, bunun yüzde 83’ünü Kırım Tatarları olduğunu söylüyor. 1897 nüfus sayımında Kırım’daki Kırım Tatarları sayısının 186 bin civarında (Kırım nüfusunun % 34’ü) olduğu tespit edilmiştir. Böylece Kırım’daki Kırım Tatar nüfusunun Rus idaresi döneminde önemli ölçüde azaldığı söylenebilir.
''Sorunlu'' Tatar unsurlar
Kırım’daki Rus idarecileri genellikle Kırım Tatarlarının göçünü teşvik eden bir tutum içindeydiler. İdarecilerin bu tutumunun Rus resmi çevrelerinde Kırım Tatarları konusunda yerleşen olumsuz bakış açısıyla yakından ilgisi olduğu anlaşılıyor. Rusların Kırım Tatarlarına – ve Rusya İmparatorluğu’ndaki diğer Doğulu halklara – yaklaşımlarının büyük ölçüde Oryantalist bakış açısı ve İslam karşıtlığı ile şekillendi,
Kırım Tatarları hususunda Rus tarihçiliğinin geleneksel yorumu da etkili oldu. Bu sebeple Rusların tasavvurunda Kırım Tatarlarını cahil, gerici ve Rus idaresine genel olarak düşman tutumda olan bir topluluk olarak görme eğilimi yerleşti. Hatta bazen milliyetçi basında Kırım’ın “zararlı” Tatar unsurundan temizlenmesi gereği dile getirildi.
Özellikle Rus-Osmanlı savaşları döneminde Kırım Tatarlarının dindaşlarının tarafını tutacağından endişe edildi, hatta 1806-1812 ve 1828-1829 dönemlerinde kıyı bölgelerindeki Kırım Tatarları yerlerinden önlem amaçlı sürülerek başka bölgelere geçirildiler. Kırım Savaşı sırasında da Kırım Tatarları konusunda yine benzer şüpheler duyuldu ve birçok Kırım Tatarı Rusya’ya ihanet ve sabotaj suçlamasıyla cezalandırıldı.
Bu suçlamaların doğruluğu konusunu ele alan Vozgrin’e göre, Kırım Tatar çevrelerinde Osmanlı Devleti’ne genel olarak sempati duyulması doğru olmakla birlikte, Kırım Tatar köylülerinin sabotaj ve ihanet olarak değerlendirilebilecek bir girişimde bulunmadıkları, aksine, Rus ordusu için gereken malzemenin büyük ölçüde Kırım Tatarlarından tedarik edildiği tespit edildi.
Bu arada Kırım Savaşı devamında yarımadada yaşanan muharebelerin ve ortaya çıkan genel karışıklık ve yağma ortamının Kırım Tatar köylülerinin ekonomik durumunu iyice çökerttiği ve savaş sonrası yıllarda doruğuna ulaşan ikinci büyük Kırım Tatar göçü dalgasının bu koşullar içinde yaşandığı belirtilmelidir.
Gaspıralı ve milli kimlik
19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başında Kırım Tatarlarının hissiyat ve tutumunda bazı çok önemli gelişmeler olur. Esas olarak Rus kültürü yoluyla gelen Avrupa medeniyetinin etkileri, 19. yüzyılda Rusya’daki Müslüman halklarının aydın çevrelerinde geleneksel inanç ve değerlerin sorgulanmasına yol açar.
Rus Devleti’nin uygulamaları ve baskın Rus kültürünün etkisi karşısında direnebilmek için kapsamlı bir toplumsal yenilenmenin gerektiği fikri, Rusya Müslümanları arasında giderek yayılır.
Bu bağlamda soylu bir Kırım Tatar ailesinden gelen İsmail Gaspıralı’nın katkıları dikkat çekicidir. Yenilikçi fikirlerini 1883’ten itibaren Kırım’da çıkardığı Tercüman gazetesi vasıtasıyla yayan Gaspıralı, Müslümanların özellikle eğitim alanında modernleşmeleri ve Rusya’nın toplumsal yaşamına entegre olmaları gerektiğini savunur.
Gaspıralı ayrıca Rusya Müslümanlarının durumunu konu edindiği Rusça eserlerinde usturuplu ve ihtiyatlı bir dille Rus Devleti’nin politikalarını eleştirir ve Rus idarecilere Müslüman halklar konusundaki yaklaşımlarını gözden geçirme çağrısını yapar.
Araştırmacıların tespitine göre, Gaspıralı’nın düşünceleri Kırım Tatarlarında dini kimliğin önemini yitirmeye başlamasında ve onun yerine Kırım topraklarını vatan olarak gören modern milli kimliğin gelişmesinde etkili olur. Kırım Tatarları arasında gelişen milliyetçi tasavvurların etkisiyle Kırım Tatar göçleri azalmaya yüz tutar.
Kırım Tatar milliyetçi hareketinin önderleri, Rusya’da radikal toplumsal değişimlerin yaşandığı 1917’de bir dizi siyasal girişimde bulunurlar, 26 Kasım 1917’de Kırım Halk Cumhuriyeti’ni kurarlar. (Bu siyasi yapı, Kırım Tatar tarihçiliğinde Kırım Hanlığı’nın yok olmasından sonra ikinci defa kurulan bağımsız bir Kırım Tatar devleti olarak önemsenir.) Fakat bu cumhuriyetin ömrü çok kısa olur, çünkü Ocak 1918’de Bolşevikler tarafından lağvedilir. Ekim 1921’de Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti’nin (RSFSC) bünyesinde Kırım Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurulur. Kırım Tatarları, bu cumhuriyette nüfusun yaklaşık olarak dörtte biridir.
Bolşevikler ve etnik çeşitlilik
Bolşeviklerin, Marksist öğreti gereği milliyetçilik olgusuna olumsuz baktıkları ve etnik belirtilere dayalı toplumsal bölünmelere karşı oldukları belirtilmelidir.
Bu sebeple Sovyet ülkesinin Rusya İmparatorluğu’ndan miras aldığı etnik çeşitlilik büyük sorun teşkil eder. Bu sorunun çözümünde Sovyet iktidarı altında çeşitli halkların zamanla birbiriyle kaynaşacağı ve ileride etnik belirtilerin önemini yitirdiği tek bir Sovyet halkının oluşacağı düşüncesi, genel prensip olarak benimsenir.
Bununla birlikte, Sovyet devletinin ilk yıllarında ideolojik ve stratejik hesaplardan ötürü etnik toplulukların kültürel taleplerine müsamaha gösteren bir yaklaşım benimsenir. Bu şekilde tavizler verme yoluyla eski Rusya İmparatorluğu halklarının Bolşevik rejimine desteği sağlanmaya çalışılır. Diğer taraftan, sosyalist düzene geçmeden önce Sovyet halklarının gelişme düzeyinin eşitlenmesi gerektiği fikri de bunda etkili olur.
Kırım Tatarcası
Bu bakımdan Çarlık Rusya’sı döneminde sosyoekonomik ve kültürel gelişmelerinin engellendiği Rus olmayan halklara öncelikle destek verilmesinin gerektiğine karar verilir. Bu amaçla Sovyet devletinde 1920’li yıllarda “yerlileştirme” (korenizatsiya) adıyla bilinen bir politika yürütülür. Bu politika kapsamında Kırım Tatarları için de toplumsal ve kültürel gelişme imkanları yaratılır.
Örneğin, Rusça ile birlikte Kırım Tatarcasına da Kırım’da resmi dil statüsü verilir. Devlet ve parti kurumlarında birçok pozisyona Kırım Tatarları getirilir. Anadilinde eğitim sistemi geliştirilir ve kültürel gelişme için imkanlar sağlanır.
Fakat Stalin’in iktidar dizginlerini ele geçirmesinden sonra bu ılımlı politika terk edilir. Çünkü, Milletler politikası konusunda da Stalin başından beri sert ve dayatmacı çözümlerden yanaydı ve iktidara geldikten sonra bu yaklaşımını uygulama fırsatını buldu. Stalin döneminde “halkları kaynaştırma” ilkesi Sovyet politikasının güncel hedefi haline getirilir.
Bu hedefe hızlı bir şekilde varmanın en etkili çaresi olarak Ruslaştırma tedbirlerine başvurulur. Böylece çok kısa bir aradan sonra Çarlık dönemi tarzındaki politikalara geri dönüş yaşanır. 1930’lardan itibaren Rusçayı ve Rusları diğer dillerin ve halkların üstüne koyan yaklaşım Sovyet milletler politikasının temel prensibi haline gelir. Bundan böyle Rus olmayan halkların milliyetçi hareketleri sert bir şekilde kovuşturulur.
Stalin
Peki, Kırım Tatarlarının ve bazı diğer halkların topyekûn sürgün edilmesine götüren süreç nasıl gelişti?
Stalin, şüphesiz, 20. yüzyılın tarihine damga vuranlardandı. Sovyet ve dünya tarihinde çelişkili ve büyük ölçüde karanlık bir rol oynadı. Stalin döneminde Sovyet devleti muazzam ekonomik atılımı gerçekleştirerek uluslararası alanda bir süper güç konumuna yükseldi ama eşine az rastlanan zalimlikte totaliter bir baskı rejimiyle yönetilen bir ülke haline de geldi.
1920’li yılların sonunda başlatılan sanayileşme hamlesi için ülkenin bütün insan gücü mobilize edilirken, her türlü muhalefet acımasız bir şekilde bastırıldı. Eleştirilere karşı kapalı olan Sovyet iktidarı yaşanılan her sorunda suçu meçhul “halk düşmanlarına” yükledi.
Parti ve devlet kuruluşlarında ve toplumun genelinde sürekli olarak “tasfiye” kampanyaları yürütüldü. Kovuşturmalar çok geçmeden irrasyonel bir hale geldi ve kitlesel boyut kazandı.
Stalin’in şüpheci ve acımasız kişiliği, şiddet sarmalının tırmanmasında büyük rol oynadı. Çeşitli toplumsal kesimler ve meslek grupları ardı ardına hedef gösterilerek topluca kovuşturuldu. “Halk düşmanları”nın eşleri ve çocukları dahi cezalandırıldı.
Komşuların, akrabaların, aile fertlerinin birbirini ihbar etmeleri talep edildi. Tüm toplumu paranoya halinde korku ve şüphe havası sardı. 1938’e gelindiğinde kurşuna dizilen veya çalışma kamplarına gönderilen insanların sayısı milyonlarla hesaplanmaya başladı.
Kovuşturmalar ve sürgünler
Kovuşturmalar İkinci Dünya Savaşı döneminde bile devam etti. Bu sefer hedef tahtasına “şüpheli” etnik topluluklar konuldu. Nazi Almanya’sının Sovyetler Birliği’ne saldırısını (22 Haziran 1941) izleyen bir iki ay içinde Sovyet ülkesinde yaşayan tüm Almanlar (1,5 milyon civarında) “casus” ve “sabotajcı” suçlamasıyla Sibirya’ya ve Orta Asya’ya sürüldü.
Almanları, Nazi işgali altında kalma talihsizliğini yaşayan diğer etnik gruplar izledi. Sürgün kararı özellikle Kafkasya ve Kırım gibi Sovyetlerin stratejik kenar bölgelerinde yaşayan ve Sovyet rejimine sadakatlerinden şüphe duyulan topluluklar için verildi. Bu topluluklar, yaşadıkları bölgeler savaşın sonuna doğru Nazi işgalinden kurtarıldıkça sürüldüler.
Ekim 1943 ile Şubat 1944 arasında Kafkasya’dan “düşmanla işbirliği” suçlamasıyla Karaçaylar (70 bin), Kalmuklar (93 bin), Balkarlar (40 bin), Çeçenler ve İnguşlar (toplam 516 bin) topluca sürüldüler. Nazi işgali altındaki Kırım, Sovyet ordusu tarafından 1944 Mayısının başında geri alındı. 18 Mayıs’ta sürgün sırası Kırım Tatarlarına geldi. (Sürülen Kırım Tatarlarının sayısı ile ilgili olarak çeşitli kaynaklarda 194 bin ile 238 bin arasında değişen rakamlar veriliyor.) Kırım Tatarlarının yanı sıra Kırım’dan Ermeni, Bulgar ve Yunan toplulukları da sürüldü.
1930’lu yıllarda Sovyet tarihçiliğinde geleneksel Rus tarih düşüncesinin tezleri Marksist bakış açısıyla tekrar yorumlandı. Buna göre Altın Orda ve onun ardılları, “feodal, gerici, asalak” oluşumlar olarak yerildi,
Kazan ve Kırım Tatar hanlarının Rus topraklarına mütemadiyen akınlar yaparak Ruslara zulmettikleri ve büyük tahribat yarattıkları vurgulandı. Nazilerle savaş başladığında halkın maneviyatını yükseltmek için propaganda malzemesi olarak Rus tarihinin önemli olaylarına ve simalarına başvuruldu. Bu bağlamda Rus Devleti’nin “Tatar boyunduruğundan” kurtulmak için verdiği mücadele teması da önem kazandı. Kırım Tatar sürgünü işte böyle bir atmosferde gerçekleşti.
''Jenosit''
Kafkasya ve Kırım’daki sürgünler hepsi benzer şemaya göre uygulandı: genellikle gece yarısında evlere ani baskınlar yapıldı, insanlara toplanmaları için en fazla yarım saat süre tanındı, sonra onlar tren istasyonlarına getirtilerek yük vagonlarına dolduruldular ve Orta Asya’daki ya da Sibirya’daki sürgün yerlerine gönderildiler.
Yolculuk sırasındaki insanlık dışı koşullar sebebiyle birçok kişi yolda öldü. Sürgün yerlerinde de insanları çok ağır koşullar bekliyordu. Dış dünyadan izole edilen özel bölgelerde barakalarda yaşamaya başladılar.
Bulundukları bölgenin dışına izinsiz çıkmaları yasak idi. Ağır işlerde çalışmanın yanı sıra, barınak, ısınma, yiyecek ve giyecek bakımından büyük sıkıntılar çektiler, hastalıklarla boğuştular. Sürgün yerlerinde özellikle ilk yıllarda ölüm oranları yüksek oldu. Yaşanılan kayıpların büyüklüğü sebebiyle sürgünlerin, sürgüne maruz kalan halkların literatüründe “jenosit” olarak tanımlandığını belirtmek gerekir.
Sürgün edilenlerle ilgili olarak Sovyet basınında yoğun karalama kampanyası yürütüldü, sürgün bölgesindeki yerli topluluklar “vatan hainleri” ile irtibata geçmekten, onlara herhangi bir şekilde yardım etmekten menedildi. Sürgün edilenlerin en çok ağrına giden durum, “vatana ihanet” ile itham edilmeleri idi. Kırım Tatarları örneğinde bu konuyu açıklamamız gerekiyor, çünkü “vatana ihanet” ithamından kaynaklanan önyargıların Rusya toplumunda günümüzde de canlı olduğu ve bu faktör Kırım’daki topluluklar arasındaki ilişkileri olumsuz etkiledi.
Nazi işgali
Nazi Almanyası, işgal ettiği bölgelerde halkın Sovyet rejimine karşı ayaklanacağını hesap etmiş ve bunu teşvik etmek üzere yoğun propaganda yürüterek yerli nüfustan Sovyetlere karşı savaşacak askeri bölükler oluşturmak üzere girişimlerde bulunmuştu. İşgal altındaki bölgelerde yaşayanların bir bölümü, Nazilerle işbirliği yapmayı kabul etti.
Fakat Sovyet karşıtı örgütlenme Nazilerin beklediği boyuta ulaşmadı. Sovyet iktidarı yıllarında çoğu insan samimi olarak Komünist ideolojisinin telkinlerine inanmış ve Sovyet ilkelerini benimsemişti. Nazilerle işbirliği yapan az sayılı bir kesimin dışında çoğunluğun buna yanaşmadığı görüldü. Aksine, işgal altındaki bölgelerde Nazilere karşı gerilla hareketi yürütüldü.
Kırım Tatarları arasında Nazilerle işbirliği yapanların sayısı ile ilgili olarak çeşitli kaynaklarda 9 bin ile 19 bin arasında değişen rakamlar veriliyor. Buna karşın 35 binden fazla Kırım Tatarının Sovyet ordusunda Nazilere karşı çarpıştığı, Kırım’dakilerin de çoğu gerilla savaşına katıldı ya da gerillalara destek verdi.
Bazı kaynaklara göre, Naziler gerillalara verdikleri destek nedeniyle binlerce Kırım Tatarını cezalandırdı, 15 bin Tatarı Almanya’ya kamplara gönderdi. 115 Kırım Tatar köyü yakıldı. Ayrıca Nazilerle işbirliği Kırım Tatarlarına özgü değildi, bu tür faaliyetlerde Ruslar ve Ukraynalılar dahil her tür millete mensup kişiler yer aldı.
Savaş yıllarında Nazilerle şu veya bu şekilde askeri işbirliği yapan Sovyet vatandaşı sayısı bir milyon 300 bin ile bir buçuk milyon arasında tahmin ediliyor. Rusların Sovyetler Birliği’nde en kalabalık etnik grup olduğu hesaba katılırsa, işbirliği yapanlar arasında da Rusların çoğunlukta olduğu tahmin edilebilir. Rus askerlerinden teşkil edilen Nazi askeri oluşumlarının en büyüğünü tümgeneral A. Vlasov komutasındaki Rus Kurtuluş Ordusu teşkil etmiştir. Bu ordunun sayısı 120-130 bin olarak hesaplanıyor. Bunun dışında Ruslardan ve Ukraynalılardan oluşan diğer Nazi askeri birimleri de oldu.
Dolayısıyla, Kırım Tatar sürgününün (aynı şekilde diğer halkların sürgün edilişinin de) haklı ve mantıklı bir açıklamasının olmadığı önemle vurgulanmalıdır. Bu sürgünlerin, stratejik hesaplarla yapıldığı, Stalin döneminde canlandırılan Rus şoven milliyetçi tutumunun da bunda büyük bir rol oynadığı görülür.
Karalama kampanyaları
Sürgünlerin ayrıca 1930’lu yıllarda paranoyak hale gelen kovuşturmalar zincirinin bir halkasını teşkil ettiğini de unutmamak gerekir. Belli bir etnik topluluğun tüm fertlerinin – bebekler ve hamile kadınlar dahil – topyekun cezalandırılması, Sovyet ordusunda savaşan askerlerin dahi cepheden döndüklerinde “vatana ihanet” ile suçlanarak soydaşlarının yanına sürgüne gönderilmesi, sürülme esnasında ve sürgün bölgelerinde oluşturulan insanlık dışı koşullar, bütün bunlar Sovyet iktidarının kendi vatandaşına karşı uyguladığı akıl dışı şiddet pratiğinde vardığı noktanın ürpertici göstergeleri oldu.
Sürgün edilen halkları karalama kampanyalarının kalıcı olumsuz etkilerinden özellikle bahsedilmelidir. Sürgün edilen halklar daha sonra aklandığı ve itibarları resmi olarak iade edildiği halde, sürgün zamanında oluşturulan olumsuz imaj halen bu toplulukların yaşamını gölgeliyor.
Özellikle toplumsal gerginlik anlarında bu toplulukların komşularının gözünde hemen günah keçisi haline geliyor, onlara yönelik olarak “vatan hainleri” yaftasına ve tehditlere başvurulabiliyor. Rusya toplumunda Kırım Tatarlarına ilişkin önyargının, kökleri Çarlık dönemine uzanan uzun bir geçmişi olduğu da ayrıca hatırlatılmalıdır.
Stalin sonrası geri dönüş
1953 yılında Stalin öldükten sonra ideolojik ortam yumuşayınca sürgün edilen toplulukların durumunda iyileşmeler gözlendi. 1957-58 yıllarında Kalmuk, Karaçay, Balkar, Çeçen ve İnguşlara memleketlerine dönüş izni verildi.
Kırım Tatarlarının durumu farklı oldu. Onların sürgün statüsü ancak 1967’de kaldırıldı, üstelik 1945’te lağvedilen Kırım Özerk SSC yeniden kurulmadığı gibi, Kırım Tatarlarının memleketlerine dönmelerine de izin verilmedi.
Kırım Tatarları Sovyet hükümetine toplu dilekçeler vererek haklarını aramaya çalıştılar. Cevaben Sovyet hükümeti Kırım Tatar hareketi aktivistlerini “Sovyet karşıtı propaganda yapmaktan” hapse attı. Kırım Tatarlarının tanınan önderi Mustafa Cemilev (Kırımoğlu), 1966-1986 yılları arasında toplam 15 yıl hapiste geçirdi.
Kırım Tatarlarının memlekete dönüşü, ancak Sovyet rejiminin son yıllarında, Perestroyka döneminde başlayabildi. 1989’da SSCB Yüksek Şurası, sürgünlerin haksız olduğunu kabul eden ve sürgüne uğrayan halkların aklandığını ilan eden bir bildiri kabul etti. Kırım Tatarlarının Kırım’a dönüşünü düzenlemek için bir devlet programı hazırlamak üzere çalışmalar başladıysa da bu tasarı Sovyetler Birliği’nin dağılması ile oluşan kargaşa ortamında sonuçlanamadı. Kırım Tatarları, Kırım’a kendi çabalarıyla dönmeye başladılar.
Fakat burada büyük bir sorunla karşılaştılar. Kırım Tatarları sürgün edildikten sonra Kırım’ın bazı bölgeleri resmen boşalmış, bu yerlere yeni göçmenler gelip yerleşmişti. Artık ikinci ve üçüncü kuşakları Kırım’da yaşayan göçmenlerin gitmeye niyeti olmadığı gibi zaten gidecek başka yerleri de yoktu.
Bu durumda Kırım Tatarları kendi derneklerini ve Kırım Tatar Meclis’ini kurma yoluyla örgütlendiler ve Kırım’daki boş alanlara yerleşmeye başladılar. Söz konusu yerleşmeler ister istemez kanunsuz bir şekilde gerçekleşti. Bu şekilde gecekondu tarzında birçok Kırım Tatar yerleşim yeri kuruldu.
Toplu dönüş ve sorunlar
Kırım Tatarlarının Kırım’a dönüşünün hızlı bir tempo ile gerçekleştiğini belirtelim. 1989’da Kırım’daki Kırım Tatarı sayısı 38 bin iken, 1993 itibariyle bu sayı 260 bine yükseldi. Bugün Kırım’daki Kırım Tatarlarının sayısı 300 bin civarında olarak hesaplanıyor. Kırım Tatarlarının bir bölümü – bazı hesaplara göre 120 bin – çeşitle nedenlerden dolayı Kırım’a dönemediler ve halen Orta Asya’da yaşıyorlar.
Kırım Tatarlarının topluca dönüşü, Kırım’da sosyoekonomik, hukuksal, etnik ve politik bir dizi soruna yol açtı. Kırım Tatarlarının çoğu hala suyu, elektriği, kanalizasyon sistemi, yolları bulunmayan yerleşim yerlerinde yaşıyor, kamu hizmetlerine yetersiz erişiminin yanı sıra sağlık ve eğitim hizmetlerinden yararlanma olanaklarının da sınırlı.
Kırım Tatarlarındaki işsizlik oranının Kırım’daki genel işsizlik oranının iki katı. Kırım Tatar sorununun maddi külfetini tek başına üstlenmek zorunda kalan Ukrayna devleti[2], Kırım Tatarlarının ihtiyaçları için belli bir bütçe ayırmakla birlikte Sovyet sonrası dönemde ekonomisinin gittikçe bozulması sebebiyle bu bütçeyi yıldan yıla kısmak zorunda kaldı ve sorunları çözemedi.
Sosyoekonomik sorunlara hukuksal ve siyasi sıkıntılar da eşlik etti. Kırım Tatarları Kırım’a döndükleri andan itibaren bir takım talepler öne sürdüler. 1991’de toplanan Kırım Tatar Kurultayı, Kırım Tatarlarının Milli Egemenlik Bildirisi’ni kabul etti. Kırım Tatar Meclisi, sonraki yıllarda her uygun fırsatta Ukrayna’dan Kırım Tatarlarını Kırım’ın yerli halkı olarak tanımasını istedi ve özerklik taleplerini dile getirdi.
Bu taleplere kulak asmayan Kiev, yine de Kırım Tatarlarının merkezi ve yerli idare yapılarında temsil edilmeleri açısından bazı olanaklar yarattı. Fakat Kırım Tatarlarının hukuksal statüsünün bir türlü netleşmemesi ve Kırım’daki toprak dağılımı konusunda da tatmin edici bir hukuki çözümün üretilememesi, yarımadadaki toplumsal ortam üzerinde olumsuz etkiler yarattı.
Toprak işgalleri ve diğer konular Kırım Tatarlarını Kırım’daki devlet kurumları ile karşı karşıya getirdiği gibi Kırım’daki Ruslar ve Ukraynalılar ile gerginlik yaşamalarına da yol açtı. Ukrayna devletinin Kırım Tatarlarına yaptığı yardımlar da Ukrayna genelinde ve Kırım’da eleştiri ile karşılandı ve zor durumdaki diğer Ukraynalı vatandaşlar karşısında Kırım Tatarlarının ayrıcalıklı konuma getirildiği savunuldu. Özellikle Kırım’daki Ruslar hem bu meseleler yüzünden hem de sözünü ettiğimiz önyargıların etkisiyle Kırım Tatarlarına karşı olumsuz tutum içine girdi. Neyse ki Kırım’daki topluluklar arasındaki sürtüşmeler fiziksel şiddete ve çatışmalara dökülmedi.
Türkiye'nin ilgisi
Kırım Tatarlarının varlığı Ukrayna-Rusya ilişkilerinde de önemli bir faktör haline geldi. Ruslar ile Kırım Tatarları arasında yaşanan sorunlar, Moskova’ya Kırım’daki Rusların “haklarını koruma” bahanesiyle Ukrayna’ya baskı yapmak için ilave bir fırsat yarattı.
Türkiye’nin Kırım Tatar meselesi ile ilgilenmesi, dolayısıyla Ukrayna’nın politikalarını etkileyebilecek bir aktör olarak ufukta belirmesi, Kremlin’i Kırım’daki etkisini güçlendirmek için daha aktif davranmaya itti. Diğer taraftan Ukraynalı siyasetçiler de Kırım Tatarlarının Kırım’da Ukrayna yanlısı bir güç haline geldiklerini fark ederek bunu siyasi amaçlarla kullanmaya çalıştılar.
Kırım’ın Rusya’ya bağlanması sürecinde Moskova, Kırım Tatarlarını kendi tarafına çekmek için bir dizi adım attı. 11 Mart’ta Kırım’ın yeni yönetimi bir karar kabul ederek Kırım Tatarlarının haklarını korumak üzere uygulanacak tedbirleri açıkladı. Buna göre Kırım Tatarlarına Kırım parlamentosunda yüzde 20’lik temsil sözü verildi.
Ayrıca Kırım Tatarcasına Kırım’da resmi dil statüsü verileceği vaadi yapıldı. Kırım Tatarlarının sosyoekonomik sorunlarının çözümü için bir program kabul edileceği belirtildi. Rusya Devlet Başkanı Putin, Kırım Tatarlarının önderi Mustafa Cemilev (Kırımoğlu) ile telefon görüşmesi de yaptı. Putin ayrıca Kırım’daki sürgün mağduru etnik topluluklara itibarlarını iade eden ve bu toplulukların kültürel gelişiminin desteklenmesi yönünde tedbirlerin alınmasını öngören bir kararı imzaladı.
Cemilev'e yasak
Kırım Tatarlarını Rusya konusunda daha ılımlı bir tutumu benimsemeleri yönünde ikna etmek için aracılar olarak Kazan Tatarlarının yardımına başvuruldu.
Rusya Federasyonu’nun Tataristan Cumhuriyeti’nden Kırım’a delegasyonlar gitti, Kırım Tatar Meclisi üyeleri ayrıca Kazan’a da davet edildi. 16 Mayıs’ta Putin Kırım Tatarları temsilcileri ile görüştü ve Kırım Tatarlarının haklarının korunacağına ve sorunlarının çözüleceğine dair sözleri yeniledi.
Kırım Tatar Meclisi’nin bu vaatleri yeterli ve güvenilir bulmayarak topraksal özerklik talebinde ısrar etmesi üzerine Moskova, bu sefer Kırım Tatarları konusundaki tutumunun sertleşeceği sinyalini veren bazı adımlar attı. Örneğin, Rusya’yı kınayan demeçler vermeyi sürdüren Kırım Tatar önderi Mustafa Cemilev’in (Kırımoğlu) Rusya’ya ve dolayısıyla Kırım’a girişi yasaklandı.
Bu yasağı protesto edenlere yasa dışı gösteri yapmaktan ceza kesilirken, Kırım Tatar Meclisi’ne “aşırıcı faaliyetler” nedeniyle kapatılma uyarısı yapıldı. Kırım Tatarlarının sürgünü anmak amacıyla her yıl 18 Mayıs’ta Simferopol (Akmescit) şehrinin merkezi meydanında düzenledikleri geleneksel gösterileri konusunda da yeni Kırım yönetimi katı bir tutum takındı.
70. yıl anması
Kırım yönetimi sürgünün 70. yılı olması bakımından Kırım Tatarları için özel bir önem taşıyan anma mitingini “olası provokasyonlar” gerekçesiyle tamamen yasaklandı. Kırım Tatar Meclisi’nin çabalarıyla daha sonra izin verildi, fakat gösterilerin ancak Simferopol’ün kenar bölgelerinde yapılabileceği söylendi.
Kırım Tatarlarının şehrin merkezine yönelmesini engellemek üzere Simferopol merkezine giden yollar Rusya’dan getirtilen zırhlı araçlar ve yoğun polis gücü ile kapatıldı. Anma gösterisi polis nezareti altında ve gösteri alanı üzerinde tur atan askeri helikopterlerin gürültüsü eşliğinde gerçekleşti.
Aynı 18 Mayıs gününde Kırım hükümeti, devlet organlarında etnik temsil kotalarının uygulanmayacağını bildirdi, böylece Kırım Tatarlarına daha önce yapılan vaatlerin birinden caydığını gösterdi.
Kırım hükümeti ayrıca Kırım Tatar Kurultayı ve Meclisi’nin ancak resmi olarak kaydedildikleri, Rusya kanunlarına uyumlu çalıştıkları ve Kırım hükümeti ile işbirliği yaptıkları takdirde meşru sayılacaklarını bildirdi. Psikolojik baskı kurma amacını taşıdığı aşikar olan bu adımlar, Moskova’nın Kırım Tatarlarına ancak belli bir yere kadar müsamaha edeceğini ve Kırım’da Rusya’nın menfaatlerine aykırı düşen hiçbir gelişmeye izin vermeyeceğini gösterdi.
Bugün
Kırım Tatarlarının Rusya karşıtı tutumlarını sürdürmesinde Kırım’daki yükselen toplumsal gerilimin de etkili olduğunu belirtmek gerek. Kırım’da referandum yapma kararı alınmasından sonra Rusya’ya bağlanmaktan yana olanlarla buna karşı olanlar arasında bir kutuplaşmanın yaşandığı görüldü.
Moskova’nın propagandası ile şekillenen manevi atmosfer koşullarında Kırımlı Ruslarda saldırgan milliyetçi duygular yükseldi. Bunun Kırım’daki toplumsal huzuru bozucu etkileri olduğu, uluslararası kuruluşların gözlemcileri tarafından da tespit edildi. AGİT’in İnsan Haklarını Değerlendirme Komisyonu’nun 6 Mart – 1 Nisan 2014 tarihleri arasında Ukrayna’da gerçekleştirdiği saha çalışması sonucunda etnik ve dinsel hoşgörüsüzlük olaylarında artış olduğu bildirildi.
Kırım’da hoşgörüsüzlüğün ve nefret söyleminin çoğunlukla Kırım Tatarlarını hedef aldığı ve sözlü ve fiziki saldırılar, tehditler, evleri işaretlemeler şeklinde gerçekleştiği, buna karşın Rusları hedef alan hoşgörüsüzlük ya da şiddet vakalarında artış olmadığı belirtildi. Gözlemciler ayrıca incelenen bölgelerde ciddi insan hakları ihlali vakalarının, basın özgürlüğü kısıtlamalarının, önyargılı ve yalan haber dolaşımının ve yoğun propagandanın gözlendiğini de bildirdiler.
AGİT raporlarından
AGİT raporunda ayrıca 1 Nisan itibariyle Kırım’ı yaklaşık üç bin kişinin terk etmiş olduğu, bunların yüzde 80’ini Kırım Tatarlarının teşkil ettiği belirtildi.
Kırım Tatarlarının topraklarını kaybetme endişesi taşıdığı ve yeni yönetim altında insan hakları açısından vaziyetin kötüleşeceğinden korktukları not edildi. Kırım’da “özsavunma” amacıyla kurulmuş olduğunu iddia eden ve kanun dışı hareket eden (örneğin, kimlik kontrolü yaparak hareket serbestisini engelleyen) silahlı grupların türemiş olduğuna dikkat çekildi.
BM Mülteciler Yüksek Komiserliği 21 Mayıs’ta açıkladığı raporunda, Mart ayından beri 10 bin kişinin Kırım’ı ve Ukrayna’nın doğu bölgelerini terk ederek Ukrayna’nın merkez ve batı bölgelerine gitmiş olduğu, göçmenlerin çoğunu Kırım Tatarlarının oluşturduğu belirtildi.
Böylece Kırım’ın Rusya tarafından ikinci kere ilhak edilişinin de Kırım Tatarları açısından şu ana kadar pek hayırlı olmadığı anlaşılıyor.
Daha otoriter bir ortam
Moskova’nın Kırım Tatarlarına yönelik politikasının genel yönü ve buna bağlı olarak Kırım Tatarlarının durumu, Kırım’daki geçiş döneminin çalkantıları geçtikten sonra daha fazla netlik kazanacaktır. Fakat şimdiden şu tespitte bulunabiliriz: Kırım Tatarlarını Rusya’da, Ukrayna’ya kıyasla çok daha otoriter bir ortam bekliyor.
Kırım’daki etnik topluluklar arasındaki ilişkiler de önümüzdeki günlerde Kırım’daki süreçleri belirleyen önemli faktör rolünü oynayacaktır. Rusların Kırım Tatarları konusundaki önyargıları ve Kırım Tatarlarının sürgüne dair acı anıları, bu bağlamda olumsuz etkenleri teşkil ediyor.
Nefret söylemi ve saldırganlık
Bu etkenler sebebiyle nefret söylemi ve saldırgan davranış vakaları gözleniyor. Kırım’ın yeni idarecileri bu tür olayların yayılmasını önlemek ve barışı teşvik etmek için gayret göstermelidir.
Bütün olumsuzluklara karşın Kırım’da toplumsal gerginliklerin şimdiye kadar etnik çatışmalara dökülmemiş olması ve tarafların sağduyusunu koruması, Kırım’ın geleceğine dair umut beslememizi mümkün kılıyor. (LŞ/BA)
* Liaisan Şahin, Dr., Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü
[1] Kırım'da Rusların çoğunluk teşkil ettiğini belirtmek gerekir. 1989 yılında Kırım'ın toplam nüfusu 2.400.000 civarında olup Rusların sayısı yaklaşık olarak 1.600.000 idi. 2001 yılı verilerine göre, Kırım'da Ruslar toplam nüfusun % 58'ini, Ukraynalılar % 24'ünü, Kırım Tatarları % 12'ini teşkil etti. Daha ziyade nüfusun doğal artış hızına bağlı olarak, Kırım'daki Rus ve Ukraynalı nüfusun yıllar içinde azalma eğilimini gösterdiği, Kırım Tatarlarının ise aksine sayıca arttığı tespit edilmektedir. Günümüzde Kırım'da Rusların yaklaşık olarak nüfusun yarısını, Ukraynalıların % 20'den fazlasını, Kırım Tatarlarının % 15'i teşkil ettiği yönünde tahminler yapılmaktadır.
[2] Sürgün edilen bireyler, halklar ve milli azınlıklar konusunda 10 BDT ülkesinin 1992 yılında imzaladığı anlaşma, Kırım Tatarlarının dönüş masraflarının da ortaklaşa karşılanacağını öngörmüştü. Fakat bu taahhüt yerine getirilmedi.
Kaynakça
Abdullin, H. M. “Voinskaya slujba krymskih tatar v Rossiyskoy imperii”, Voyenno-istoriçeskiy jurnal, No. 1, 2007, s. 49-54. http://www.regiment.ru/Lib/C/14.htm (20.06.2014)
Aliyeva, S. U. (hzl.) Tak eto bılo: natsionalnıye respressii v SSSR, 1919-1952 godı. Moskova: İnsan, 1993.
Bekirova, G. Krım i krımskiye tatarı v XIX – XX vekah. Moskova, 2005.
Danilov, A. A. ve L. G. Kosulina. İstoriya gosudarstva i narodov Rossii. XX vek. Moskova: Drofa, 2006.
Davydov, I. The Crimean Tatars and Their Influence on the ‘Triangle of Conflict’ – Russia-Crimea-Ukraine. Yayınlanmamış Master Tezi, 2008. http://edocs.nps.edu/npspubs/scholarly/theses/2008/mar/08Mar_Davydov.pdf (20.06.2014)
Drobyazko, S. İ. Vostoçnıye formirovaniya v sostave Vermahta, 1941-1945 gg. Yayınlanmamış Doktora Tezi, 1997. http://www.dissercat.com/content/vostochnye-formirovaniya-v-sostave-vermakhta-1941-1945gg (20.06.2014)
Dubnov, V. “Samozahvat Krıma”, Gazeta, 1 Temmuz 2008. http://www.politua.ru/concept/348.html (20.06.2014)
Fisher, A. W. The Crimean Tatars. Standorf, CA: Hoover Institution Press, 1978.
Halperin, C. J. The Tatar Yoke. Columbus, Ohio: Slavica Publishers, 1986.
“Krım”, Rossiyskiy gumanitarnıy entsiklopediçeskiy slovar, Cilt 2, Moskova: Vlados, 2002.
“Krımskiye tatarı”, Tatarskiy entsiklopediçeskiy slovar, Kazan: İnstitut Tatarskoy enstisklopedii AN RT, 1999, s. 301.
Maigre, M. “Crimea – The Achilles’ Heel of Ukraine,” International Centre for Defence Studies of Estonia, November 2008.
OSCE HCNM. Human Rights Assesment Mission in Ukraine: Human Rights and Minority Rights Situation. 12 May 2014. http://www.osce.org/odihr/118476?download=true (20.06.2014)
Seydametov, E. H. “Emigratsiya krımskih tatar v XIX – naçale XX vv.”, Kultura narodov Priçernomorya, No. 68, 2005, s. 30-33.
Şestakov, A. “Poçemu russkiye sçitayut Krım svoim?”, Agentsvo Politiçeskih Novostey, 22.04.2014. http://www.apn.ru/publications/article31474.htm (20.06.2014)
Vozgrin, V. İstoriçeskiye sudbı krımskih tatar. Moskova: Mısl, 1992.