Süper Lig'de dün (11 Aralık) akşam oynanan MKE Ankaragücü-Çaykur Rizespor maçının ardından sahaya giren Ankaragücü Başkanı Faruk Koca ve yanındakilerin, müsabakanın hakemi Halil Umut Meler'e yönelik saldırısına tepkiler sürüyor.
Gazeteci-spor yazarı Uğur Vardan, hakem Meler'e yönelik saldırıyı ve futbolda şiddeti bianet'e değerlendirdi.
"Bir ‘erkeklik’ alanı olarak futbol"
“Bu coğrafya şiddeti çok uzun bir süredir gündelik hayatın bir parçası olarak kullanıyor, uyguluyor. Kadına, çocuğa, hayvana, ‘öteki’ne, doktora, öğretmene yönelik şiddetin bugüne kadar binlercesini gördük. Aynı zamanda bir ‘erkeklik’ alanı olarak futbol da benzer şekilde aynı iklimin kendini var ettiği geniş topraklardan. Popüler kültür dahilinde gezegen üzerindeki en yaygın eğlenme biçimi tanımıyla da ele alınabilecek bu sporun sadece bizde değil tüm dünyada benzer refleksleri gösterdiği de söylenebilir. Ama işin bu yakasındaki temel mesele, hayatın diğer alanlarında olduğu gibi cezasızlık halidir. Kim ne suçu işlerse işlesin cezasız kalacağı ya da işlediği suçun karşılığı olan gerçek cezayı almayacağı hissiyatına sahiptir. Sistem genellikle kendisine muhalif olanlara ya da kendisinden görmediklerine biçtiği cezayı daha çok önemsemekte ve uygulamaktadır. Böyle bir bakış açısıyla da failler kendilerince en kestirme ifade biçimi olan şiddete yönelir ve uygular bir hale gelmiştir.”
“En kolay kurban hakemler”
“Meseleye son olay, yani hakem Halil Umut Meler’e yönelik şiddet penceresinden bakarsak, tüm dünyada ‘üç ihtimalli bir oyun’ (galibiyet, mağlubiyet, beraberlik) olarak tanımlanan futbol, bu ülkede çok uzun bir süredir sadece ‘tek ihtimalli’ bir mantık ve bakış açısıyla ele alınıyor. Ve her tarafı saran, yalnızca ‘kazanma kültürü’ne odaklı yaklaşım da istenen sonuçlar elde edilemeyince suçlu arıyor. Hayatın diğer alanlarında var olan 'başarısızlık halinde benden başka herkes suçlu, sorumlu' zihniyeti de en kolay kurban olarak hakemleri hedefe koydu, koyuyor. Ve son olayda da futbolu oyunun çok ötesinde gören bir yaklaşım, maçın sonucunu hakem üzerinden okudu ve içinde barındırdığı o ilkel dürtülerle, o vahşi kimlikle öfkesini, şiddetini eyleme döktü.”
“Defalarca benzer eylemler gördük”
“Bu olayın ardından çokça 'bundan sonrası için milat olsun' şeklinde açıklamalar ve yaklaşımlar gördük, okuduk. Umarım öyle olur ama doğrusunu söylemek gerekirse bu tür bir miladi başlangıç için daha önce de defalarca benzer eylemler gördük, yaşadık, dolayısıyla önümüzde fırsatlar vardı. Mesela 16 Kasım 2005’te oynanan Türkiye-İsviçre maçı sonrası Milli Takım ‘Dünya Kupası 2006’ vizesini alamazken karşılaşma sonrası oyuncularımız rakip futbolculara sille tokat saldırdı. Takım olarak Türkiye ve bazı futbolcular ceza aldı ama asıl mesele aynaya bakıp bu utanca ilişkin doğru dürüst bir hesaplaşma yaşayıp yaşamadığımızdı. Ben böylesi bir hesaplaşma yaşadığımızı sanmıyorum ki, son şiddet vakası hepimizin gözü önünde gerçekleşti.”
“Şiddeti bir dil olarak benimseyen kültürler...”
“2015’te Rizespor deplasmanından dönerken Fenerbahçe kafilesini taşıyan otobüse ateş açıldı, bu olayın failleri de bugüne kadar netleşmedi. Bunlar fazlasıyla öne çıkan vakalar; birçok statta, birçok maçta, özellikle de amatör kümelerde saldırıya uğrayan hakemler, rakip futbolcular, konuk takımın yöneticileri sıradan eylemler olarak görülmenin ötesine geçmedi, geçemiyor. Sonuç olarak şiddeti bir dil olarak benimseyen kültürler bunu hayatın neredeyse her alanında yeniden üretmeye hazırdır. Son olay bu genel akışın yeni bir ifadesiydi.”
(AD)