Yanardağ bu ölümlerin sevinçle karşılanmasına hak verilemeyeceğini vurguluyor; en azından "insanı insan yapan onuru ve erdemi bir yana bırakmayacaksak (...)" Dolayısıyla Yanardağ'a göre, sevinç gösterisi yapan bu insanların "tarih önünde şerefli bir yerde oldukları söylenemez."
Araplara ve Kürtlere -ki işgalci bir güçle işbirliği içinde olduklarından dolayı asıl azarlanması gerekenlerdir- kıyasla Uday ve Kusay "Amerika Birleşik Devletleri (ABD) askerlerine teslim olmayı reddedip saatlerce savaşarak şerefli bir şekilde ölmeyi bildikleri" için şereflidirler.
Uday, Kusay ve Allende
Böylelikle Yanardağ, Uday ve Kusay'ı ABD kumandalı askeri darbeye direnerek ölen Şili'nin seçilmiş başkanı Allende ile eşitlemiş oluyor. Saddam Hüseyin'in oğulları Allende kadar şereflidirler, onların ölümüne sevinen Araplar ve Kürtler şerefsizdirler.
Eğer Allende'ye haksızlık etmeyecek ve komünistler olarak bu sözleri söyleyerek kendimize "hazin bir son" ve tarihe "ibret verici bir ders" sunmayacaksak Allende'nin Saddam Hüseyin ve oğullarıyla beraber anılmasına izin veremeyiz.
Saddam Hüseyin ve oğulları koca bir orduya komuta ediyorlardı. Kendi sefil yaşamlarını kurtarabilmek için bir kez daha ABD ile işbirliği yaparak orduya silah bıraktırmışlardır. Irak'ta işgal güçlerine karşı direnişin sona erdirilmesinin tarihsel sorumluluğu Saddam Hüseyin'den başkasına ait olamaz. Oysa Yanardağ, ordu komutanlarının Saddam Hüseyin'e ihanet ettiklerini savunarak bu sorumluluktan Saddam Hüseyin'i azade kılmaktadır. Eğer bu doğru olsaydı Saddam Hüseyin çıkıp bunu söylerdi. O kadar gizli sarayları olan biri hiç mi bir köşeye fotokopi ya da teksir makinesi atmaz, bir iki bildiri çıkarmayı düşünmez.
Üstelik ordu komutanlarının ihanet etmiş olması Saddam Hüseyin'in direnmesine engel değildi. Allende ise, tüm ordu kendisine karşıyken direnmesini bilmiştir.
Yanardağ'ın sözünü ettiği Bağdat'ı teslim alan 10 ABD tankı ve bir avuç ABD askeri, Saddam Hüseyin heykelini devirirken tüm ordu kendisine karşı dönmüş olsa bile Saddam Hüseyin, Uday ya da Kusay çıkıp da bir el ateş etmiş olsaydı, kendilerine karşı olan tüm nefretlerine rağmen bu şerefli davranış karşısında Bağdatlılar, o ABD askerlerini tükürükleriyle boğmazlar mıydı? Saddam Hüseyin ile kıyaslanamayacak halk desteğine sahip olan Yaser Arafat, kuşatılan karargahının duvarına işeyen İsrail askerlerinin önüne çıksaydı Filistin İntifadası ne hal alırdı acaba? Arafat hiç olmazsa o zaman Allende kadar şerefli sayılmaz mıydı?
Saddam Hüseyin'in ABD ile son işbirliği
Bağdat'a giren ABD askerlerine tek kurşun sıkılmazken tüm Kürtler ve Araplar biliyorlardı ki, Saddam Hüseyin, ABD'nin Ortadoğu'daki en sadık müttefiki olarak bir kez daha ülkesini satmıştır. Yanardağ'ın şerefsizlikle suçladığı o halklardan kimse, ABD hükümetinden birileriyle el sıkışarak hatıra fotoğrafı çektirmemiş olduğundan, silah bırakılmasının tüm sorumluluğunun Saddam Hüseyin'e ait olduğunu düşünüyordu.
ABD, Saddam Hüseyin ve BAAS Partisi'nin son kez işbirliği yaparak Irak'ı kendilerine teslim etmelerinden sonra bu eski müttefikleriyle işi kalmamış ve onların fiziki varlıklarına dahi katlanamaz olmuştur. Çünkü bu "şerefli" adamlar çok şey bilenlerdi ve konuşma ihtimallerine karşı susturulmaları gerekirdi. Bu "şerefli" şahsiyetler teslim alınacakken ve değerli bilgilere ulaşılabilecekken (İngiltere ve ABD'nin çok ihtiyaç duyduğu kitle imha silahlarının ve Saddam Hüseyin'in yeri bilgileri gibi) öldürülmelerinden dolayı ABD hükümetinin eleştirilmesi ve suçlanması boşuna değildir.
Uday ve Kusay, SCUD füzeleriyle beraber altından imal edilmiş olan AK-47'leri savaş ganimeti olarak ABD'lilere bırakmış olduklarından, öldürüldükleri evde yanlarında sadece bu silahların çelikten olanları vardı ve tank ve roket saldırısına karşı bu silahlarla direnilemeyeceğini bilecek kadar askeri dehaya sahiptiler, tabii Amerikalılar da. Amerikalılar Saddam Hüseyin'in oğullarına Merdan Yanardağ'ın verdiği kadar bile değer vermeyerek onları teslim almaya bile gerek görmemişlerdir.
Nereden bakılırsa bakılsın Uday ve Kusay'ın ölüm şekillerinde şerefli hiç bir yan yoktur, aksine o kadar onursuzdular ki, müttefikleri tarafından bile yaşamaya değer görülmediler.
ABD emperyalizmine karşı, Saddam'ın yanında
Yanardağ'ın duygularının Türkiye'de ve dünyada pek çok komünist tarafından paylaşıldığına kuşku yok. Bu ruh hali emperyalist pervasızlık karşısında duyulan öfkeden kaynaklanmakta ve çaresizlikten beslenmektedir. Çaresizlikten beslenmektedir çünkü, ABD ve Britanya emperyalizmi karşısında Irak halkına destek adı altında Saddam Hüseyin ve BAAS Partisi desteklenerek onlardan medet umulmuştur.
Şimdi açıkça ortaya çıkmış olduğu gibi ve Yanardağ tarafından da kabul edildiği üzere Irak'ta işgalcilere karşı esaslı, yaygın ve kitlesel bir mücadelenin gelişmesi, ancak Saddam'a rağmen yürütülmesi halinde mümkün olacaktır.
Irak'a verilecek herhangi bir destek, bu ülkede herhangi bir başka önderliğin yokluğunda Saddam Hüseyin iktidarına verilecek bir destek anlamına gelirdi ve nitekim öyle olmuştur. Savaş öncesi Irak'a savaşmaya giden Arap ülkelerinden gönüllülerin durumu, bu gerçeği kanıtlamaktadır. Bu gönüllüler Bağdat'ın teslim edilmesinden sonraki günlerde ABD askerleriyle çatışmaya devam etmişler, fakat Arap halkından en küçük bir destek görememişler, adeta yalıtılmışlardır. Çünkü halkın gözünde bu gönüllüler Saddam Hüseyin için savaşmaktaydılar.
Türkiye ve dünya solu Irak'ta herhangi bir başka önderliğin yokluğunda Irak'a verilecek desteğin doğrudan doğruya Saddam Hüseyin'e verilecek bir destek olacağı gerçeğini kitlelerden sakladıkları gibi, bunu kendi kendilerine itiraf etmekten de korkmuşlardır.
Böyle bir desteği tüm mantıksal sonuçlarına kadar takip eden ve en dürüst siyaseti yapan sadece Türk Solu Dergisi olmuştur. Saddam Hüseyin'i açıkça desteklediğini ilan eden Türk Solu dergisi, Türkiye Solu'nun gerçek yüzüdür. Merdan Yanardağ'ın Kürtler için yazdığı gerçek aynı zamanda kendisi ve Türkiye Solu için de geçerlidir: "Kendi güçlerine dayanarak kurtulma umutları kalmayanlar, çareyi daha büyük efendiler aramakta buluyor."
SSCB ve revizyonizm
Yanardağ, kendi nitelendirmesine göre "revizyonist" Sovyetler Birliği döneminde böyle bir işgalin yaşanmasının mümkün olmadığını, örneğin ABD'nin İran Devrimi'ne askeri müdahalesini savaş nedeni sayacağını açıklayan Sovyetlerin bir işgali önlediğini belirtmekte ve eklemekte: "İnsan neredeyse 'revizyonizm'in gözünü seveyim diyecek!"
Buradan anlamamız gereken zamanında "revizyonizmin" gözünün sevilmiş olduğudur. Çünkü dünyanın gerçek sosyalistleri değil "revizyonist" olanları, yani daha büyük efendiler, ABD'nin İran'a yönelik bir askeri müdahalesini önlemiştir. Bugün de herhangi bir emperyalist ülke bir başka emperyalist ülkenin üçüncü bir ülkeye askeri müdahalesini tehditle önleyebilir. Nitekim sıklıkla yaşanan budur, aksi değil. İşte bu durumda bazıları da, bugün olduğu gibi, Rusya Federasyonu'nun gözünü pekala sevebilir ve o zaman bu taktik açısından devrimci olanlarla olmayanlar arasında ne gibi bir fark kalır? Sanırım aradaki fark sadece sevilecek gözün hangi efendiye ait olduğuna dairdir.
Fakat Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) adlı efendi, bir başka işgalci güç değil miydi? SSCB, tam da İran'a ABD müdahalesini önlediği zamanda Afganistan'ı işgal ettiği için değil ya da 1968'de Çekoslovakya'yı, 1956'da Macaristan'ı işgal ettiği için de değil, Yanardağ'a göre "revizyonist" olmadığı bir dönemde II. Dünya Savaşı sırasında Yalta'da emperyalistlerle dünyayı paylaşmış olmasından cüretle Doğu Avrupa'yı işgal etmiş olduğundan bir işgalci güçtür.
O dönem -ve de bugün- neyi savunacaktık, şöyle bir sloganı benimseyebilir miyiz: "İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır, fakat Polonyalı, Bulgar, Çek, Slovak, Romen, Alman, Macar işçi sınıfı hariç!" Üstelik Yunanistan'da devrim, Yalta anlaşmasında bu ülke emperyalizme bırakılmış olduğundan dolayı Moskova'nın talimatlarıyla ihanete uğradığı dönemde Doğu Avrupa "devrim" adı altında işgal edilmiştir. Bolşevikler dahi en büyük hatalarını devrim sonrasında Polonya'nın işgali olduğunu kabul ederken -ki bu işgal Polonya milliyetçiliğinin Rus karşıtı nitelik kazanarak güçlenmesine neden olmuştur- SSCB'nin Doğu Avrupa'yı işgali onaylanabilir mi? SSCB'ye revizyonist demek yeterli olur mu?
Bu sorunun cevabını vermeden önce, bir noktanın altını çizmek gerekir; Merdan Yanardağ bir "revizyonist" değildir, fakat sıkı bir Stalinisttir. Herhangi bir başka özelliğinden ya da fikirlerinden dolayı değil, doğrudan doğruya yazısında belirttiği üzere ulusları "şerefli" ya da "şerefsiz" olarak ayırmasından dolayı Stalinisttir. Stalinizm de 1942 de "suçlu halklar" kategorisi yaratmıştı. Ancak Stalinizmin iyi bir müridi ulusları "şerefli", "şerefsiz" diye sınıflandırmaya cüret edebilirdi.
Suçlu uluslar, şerefsiz uluslar
II. Dünya Savaşı'nda Nazi orduları Sovyetler Birliği'ne karşı kuzeyden yürüttükleri saldırıda ilerlemelerinin sınırına geldiklerinde güneyde Karadeniz'in kuzeyinde ikinci bir cephe açmışlar ve hızla ilerlemeye başlamışlardı.
Kızıl Ordu'nun Nazileri durdurmaktaki bu başarısızlığı henüz bir tek Alman askerinin dahi ulaşamadığı Kuzey Kafkasya uluslarının düşmanla işbirliği yapan suçlu halklar olarak nitelendirilmesiyle ört bas edilmişti.
Kırım Tatarları, Volga Almanları, Çeçenler, İnguşlar, Balkarlar, Karaçaylar, Kalmuklar suçlu uluslar olarak ilan edilerek, bir milyonun üzerinde insan doğdukları yerlerden Orta Asya ve Sibirya'ya sürgün edilmişlerdir. Sürgün edilen halklardan erkekler ise olan bitenlerden habersiz, Kızıl Ordu saflarında Nazilere karşı savaşıyorlardı.
Uday ve Kusay'ı infaz eden ABD, emperyalizm döneminde henüz bu denli bir insafsızlığa imza atmamıştır. Stalinizm tarafından ulusların suçlu ilan edilmesi tarihte ancak Nazilerin Yahudileri suçlu ilan etmesiyle kıyaslanabilir. Ulusların suçlu ilan edilmesi ise bugün ancak Merdan Yanardağ'ın ulusları "şerefsiz" ilan etmesiyle kıyaslanabilir. Oysa uluslar hele de ezilen uluslar için herhangi bir ahlaki yargıda, haklılık ya da haksızlık değerlendirmesinde bulunmak sosyalistlerin ve komünistlerin üzerine vazife değildir.
SSCB'nin Stalin sonrası dönemine bakıp değerlendirilmesi ve bu dönemin "revizyonizm" olarak nitelendirilip reddedilmesi yeterli değildir. Naziler gibi "suçlu uluslar" kategorisi üreten bir zihniyetin ve ideolojinin komünizm, SSCB'nin sosyalist ya da bürokratik olarak yozlaşmış işçi devleti olup olmadığının da değerlendirilmesi gerekir. Bu yapılmadığı taktirde bugün "şerefsiz uluslar" ilan etmek hiç de zor değildir.
Ezen ulusların komünistlerinin sorumluluğu
Bugün Kürtlerin kendi kaderlerini tayin etme mücadelesinde güçleri yetmediğinden dolayı daha büyük bir efendiden medet ummalarının -ki sadece Irak Kürdistanı'nda yaşayan Kürtlere özgü bir tercih değildir- sorumluluğu onlara değil, Merdan Yanardağ ve tüm komünistlere aittir. Onlara yardım elini uzatmayı, mücadelelerini desteklemeyi beceremediğimiz, uluslararası bir önderlik yaratamadığımız için, dünyanın bütün komünistleri olarak bizler, ezen ulusun komünistleri olarak biz sorumluyuz.
Biz değil miydik önderlik için soyunanlar, biz değil miydik proleteryanın ve tüm ezilen hakların öncüleri? Şimdi hiç bir ulusun karşısına çıkıp da "şerefsiz" ya da "işbirlikçi" deme hakkımız olabilir mi?
Bosna'da, Kosova'da ezilen ulusların mücadelesini desteklemeyip, emperyalizmin askeri harekatları, savaşları karşısında Müslüman Boşnakları, Kosovalı Arnavutları ezen ulusun askeri aygıtını, devletini "savaşa hayır", "NATO'ya hayır" sloganlarının arkasına gizlenerek destekleyen bizler değil miydik?
Bugün Rusya Federasyonu'nun kendileri üzerinde yürüttüğü bir sürekli savaşla soykırım tehlikesiyle karşı karşıya olan Çeçenler, Amerika'yı Kafkaslara ve kendilerine yardıma çağırırken her ne olursa olsun Bosnalılar, Kosovalılar ve Kürtler gibi bir katliamdan kurtulabileceklerine inanmaktadırlar. Üstelik Bosnalı Müslümanlar ve Kosovalı Arnavutlar gibi Çeçenler de Merdan Yanardağ'ın savunduğu sosyalizm altında uzun uzun yaşamışlardır.
Merdan Yanardağ İnkılap Tarihi okurken onlar Marksizm-Leninizm tedrisatından geçmişler, Pazartesi sabahları okul bahçelerinde İstiklal Marşı değil Enternasyonal söylemişlerdir. Şimdi biz onların yaşadığı sosyalizmi onlara anlatmaya çalışarak onları örgütleyebilir miyiz? Onların ulusal kurtuluş mücadelelerinde bizlere güvenmelerini sağlayabilir miyiz? Amerika'ya başvuruyorlarsa onlar mı suçludur, yaşadıkları "sosyalizmler" mi?
"Sosyalizmi" yaşadılar ve dertlerine deva olmadığını gördüler, eğer yollarına deneme yanılmayla devam edeceklerse -ve üstelik biz de hâlâ yaşadıkları "sosyalizmi" temsil ediyorsak- bir de kapitalizmi denemek istediklerinden dolayı onları suçlayabilir miyiz? Üstelik biz "sosyalistler" tıpkı Stalinizmin "suçlu ulusal" kategorisi gibi "şerefsiz uluslar" kategorisine onları dahil edersek bizi dinlerler mi?
Ulusal kurtuluş mücadeleleri, Bolşevik işgaline karşı ulusal bir mücadele veren Polonya örneğinde olduğu gibi kategorik olarak devrimci ve anti-emperyalist değillerdir. Bu mücadelelerin bu şekilde kavramasına dair yanılsama, Ekim Devrimi'nin dünyanın her köşesini bir devrim ateşiyle sardığı bir dönemde ve dünya coğrafyasının tamamının emperyalizm tarafından fiilen sömürge haline getirilmiş olması gibi nesnel durumda, ulusal kurtuluş mücadelelerinin doğal olarak emperyalizme karşı bir mücadele olmasından kaynaklanmıştır.
Ezilen ulusun ezeni doğrudan doğruya bir emperyalist güçtü. Oysa bugün ulusal kurtuluş mücadelesi veren ulusların pek çoğu için ezen ulus, emperyalist bir ülkenin ulusu değildir.
Kosova Arnavutlarını çıktıkları genel grev ertesinde işsiz bırakan, evlerine baskın düzenleyen, kadınlarına tecavüz edip, çocuklarını öldüren ne ABD'dir ne de NATO. Bütün sorunlarının ve ezilmişliklerinin sorumlusu olarak bildikleri güç, Sırp Devleti (isterseniz buna Yugoslavya diyebilirsiniz) ve Sırplardır ve onlar karışmadan kendi kaderlerini tayin etmek istemişlerdir.
Ezen ulus-devlete karşı verdikleri mücadelede yaşadıkları yalıtılmışlık, yalnızlık başarısızlığı getirmiştir. Onlar da tıpkı Kürtler, Çeçenler, Bosnalılar gibi emperyalizmin kendilerine doğru uzanan "yardım" elinin ne kadar kirli olduğunu çok iyi bilmektedirler. Fakat onları "şerefsiz" olmakla suçlayan sosyalistlerin anlamadığı da Kosova Arnavutlarının bu kirli eli tutacak kadar Sırplar karşısında ne denli ezilmiş olduklarıdır.
Doğrudan emperyalistler tarafından işgal altında olmayan uluslardan anti-emperyalist olmalarını beklemek lüks değil midir? Ezilen uluslar bize ancak onların kendi kaderlerini tayin hakkını kayıtsız şartsız savunuyorsak güvenebilirler ve her zaman pratikte bunu kanıtlamamızı beklerler.
Kürtler de ABD'den bunu beklemektedirler ve aksine dair bir sonuçla karşılaşıncaya kadar da Saddam Hüseyin'e karşı ABD'yi destekleyeceklerdir. Eğer biz, ABD'nin dillendirdiği kadarıyla bile onların kendi kaderini tayin etmelerini savunamıyorsak "şerefsiz" olmak Kürtlere mi düşer? Onların "onur ve erdemini" sorgulamak bize mi düşer?
Merdan Yanardağ, "insanı insan yapan onur ve erdemi bir yana" bırakamayacağımızı belirtiyor. Evinin kapısı postallarla çalınan, karısı, kızı gözlerinin önünde Rus askerlerinin tecavüzüne uğrayan, çocukları öldürülen, kendilerine dışkı yedirilen insanlara onur ve erdemden mi bahsedeceğiz?
Ben size, otomobiliyle seyahat ederken yolda Makedon askerleri tarafından durdurulan ve hakarete uğrayan Makedonyalı Arnavutu ayakkabısının ökçesiyle askerlerin üzerine yürürken tepeden tırnağa saran ve kameraların önünde kurşunlandığında dahi yüzünden eksik olmayan öfkeden, kinden söz etmeyi tercih ederim. Onu ezen, ona hükmeden, onun hayatının her anını belirlemeye çalışan devletin, ezen ulusun askerine ve o askerin kişiliğinde o devlete ve ulusa duyduğu kin ve öfkeden. Kurşunların durduramadığı, o yüzden silemediği öfke evet kin "şerefsiz" suçlamasına boyun eğer mi?
O yüzü sadece Makedonya'da değil, Çeçenistan'da, Kosova'da, Irak'ta, Türkiye'de her yerde görebilirsiniz. Bu insanlara yaşadıkları "sosyalizmi" anlatarak ya da kendilerini ezen ulus-devletleri NATO'ya, ABD'ye karşı korumaları gerektiğini söyleyerek yaklaştığınızda size yine aynı yüzle bakacaklardır, ve o an, o insanlara asla şerefsiz dememelisiniz, çünkü bir namlunun ucu ya da ayakkabının ökçesi size doğrultulmuştur. (ÖÖ/BB/NK)