Bazıları da sık sık psikiyatri biliminden destek bularak en hafifinden "takıntılı" olduğumu söylüyor... Takıntılıyım gerçekten de. Özellikle bazı konulara takılıyorum. Bunlardan birisi de "kitap" ve kitaplar.
Bugüne kadar sahip olduğum en büyük varlığım kitaplar oldu. Saymadım ama, sahip olmakla övünç duyduğum iki bine yakın kitabım var. Hâlâ da almayı sürdürüyorum.
Yalnız alıp okumuyorum. Yazdığım, derlediğim kitaplar da var. Bir bölümü de basılmak için hazır bekliyor. Bunların basımı için de kendi emeğimle kazandığım paralardan kaynak ayırdığım oldu.
* * *
Öğrenciliğimde başka arkadaşlarım gibi ben de kitapçılardan kitap "yürüttüm". O zaman bu eylemin adına "kamulaştırma" derdik. Bizim için bir ahlak sorunu sayılmazdı. Bilgiye ulaşmak hem hakkımız hem de görevimizdi. Dahası bu hakkımızın gereğini bu bilgilere sahip olduktan sonra hizmet vereceğimiz halk ve toplum adına aslında "devlet" bize sağlamalıydı.
Günün birinde bunun gerçekleşeceğinden emin bir şekilde, yaşadığımız "eksikliği" kendimiz kapatıyorduk. Bu düşüncem değişmedi, değişeceğini de düşünmüyorum. Ben herkesin yazdığı kitapların herkese serbestçe ulaştığı, adım başı kütüphanelerin, kitaplıkların olduğu bir ülkeyi düşlüyorum.
Bugün bilgi paraya eşitlense de, bence bilgiye ulaşmak bir hak ve bunun için bir bedel ödenmemeli... Tıpkı sağlık, eğitim, adalet ve güvenlik gibi... Bunlar kamu için ve kamu adına örgütlenen yapılar tarafından herkese eşit ve karşılık aranmadan sağlanmalı.
* * *
Konusu, içeriği ne olursa olsun "kitap" da bir bilgi aktarma ve ifade aracıdır. Onu üreten tek kişi olsa da o bir "toplumsal/kamusal" üründür.
Bir adada yalnız yaşayan, diğer insanlardan habersiz bir kişinin, düşünerek ürettikleri bir kitaba dönüşse, o kitap diğer insanlara ulaşmayacaksa, buna kitap demek mümkün müdür?
Okur yoksa kitap da yoktur ve olamaz. Bunun bir bedeli vardır. Bu bedeli önce yazar, sonra da okur öder. Ama her ikisinin bu hakkının yerine gelmesi için aslında bu bedeli toplumun ödemesi gereklidir. Çünkü bundan yararlanacak olan bütünüyle toplumdur.
Bence okurun kitaba para ödemesi gibi, yazar da okura ulaşmak için bir bedel öder. Bu iki bedel emek anlamında birbiriyle eşdeğerdir. (*) Bu iki bedeli yazar ve okur, yazarken ve okurken yaşamının bir dilimini ve emeğini harcayarak ödemektedir. Bu, yeterince büyük bir bedeldir.
* * *
Peki kitabın maddi maliyeti nasıl karşılanmalıdır?
Günümüzde "kitabın bedeli" deyince onun maddi unsurlarının karşılığı anlaşılmaktadır. Bu bedel, toplum tarafından, toplumun yarattığı artı değerden ve kendisi için oluşturduğu "devlet" gibi araçların işlerliği ile sağlanmalıdır. Bu mümkündür ve çok da kolaydır.
Şimdi kitabın maddi boyutuna yakından bakalım: Sizce; okur için okuduğu bir kitabın maddi bir değeri var mıdır? Tıpkı hiç kimse tarafından okunmamış bir kitap gibi, bu kitabın da maddi değeri yoktur.
Ama kitap orada durduğu sürece madde olarak vardır. Dolayısıyla içindekilerle ilgili potansiyel bir değeri de vardır. Bu değer "kimin için" sorusuyla anlamlı hale gelir. Kimin için? Onu henüz okumamış olan için.
Aynı soruyu bir de tersten soralım: Kitap okunduğu zaman değeri eksilir mi artar mı? Yoksa aynı mı kalır? Bir kitap onu henüz okumayan için, en azından o kitabı ilk okuyan kişinin ödediği maddi değere sahiptir.
Bir kitap için okuma eylemi sonsuz kere yinelenebilir. Dolayısıyla onun maddi değeri de sonsuz kere oluşup, sonsuz kere sıfırlanır. Okuyacak okuru kalmadığında, artık o kitap için bir maddi değer söz konusu değildir.
* * *
Yolculuğumuzu sürdürelim:
Bir kitabın maddi değeri onu oluşturan unsurların maddi değeriyle sınırlıdır. Kağıt, mürekkep, bunların kitap haline gelmesi için sarf edilen emek, tanıtım vb. unsurların toplam değeri o kitabın maddi değerini oluşturur.
Kitap tek kezlik bir tüketim nesnesi olursa, bu değerler bir kişi tarafından karşılanmak zorundadır. Ama bu yöntem yeğlenirse onun içeriğinin yayılması da engellenmiş olur.
Diyelim ki paranız var; bir yazar bir kitap yayınladı ve siz basılan kitapların tümünü alıp kütüphanenize dizdiniz.
Sizce yazar bundan memnun olur mu? Yayınevi, dağıtımcı, kitabın satan kitapçı bundan memnun olur mu? Toplum bundan memnun olur mu? Bence hayır. Kitap işlevini yerine getirmiş olur mu? Yine hayır.
Böyle bir uygulama, yazarın düşüncesinin, duygusunun, emeğinin engellenmesi olarak algılanabilir, yazara yapılan bir haksızlık olarak nitelendirilebilir.
O zaman bir kitabı kitap yapan "satış"ı da değildir. Kitabın maddi değerinin, kendi değerinden farklı olduğu çok açıktır.
* * *
Ben iki kez, parasını cebimden ödeyerek, kendi adıma kitap bastırdım. Eşim de yakınlarda benzer bir süreci yaşadı. Dolayısıyla kitabın basım maliyetine ilişkin doğrudan deneyime dayanan bilgim var.
Sonuç şu: Bu yılın Mart ayının rakamlarıyla, yaklaşık 200 sayfalık, iyi kağıda, bin adet basılmış, güzel bir kapağı olan, bandrolü alınmış bir kitabın kağıt, matbaa, işçilik maliyeti toplam 1.5 milyon TL tutuyor.
Kitapçılık işinde yazarın telif ücreti de en iyi ihtimalle, yüzde 12 olarak belirleniyor. Olmaz ama, diyelim ki, maliyete bir de yüzde 15 telif hakkı ekledik. Kitap başına maliyet, 1 milyon 675 bin TL ediyor.
Üzerine 325 bin TL basımevi kârını, kârdan elde edilecek gelirin vergisini, tanıtım ve diğer giderleri ekleyelim. Etti mi size 2 milyon! Dükkanında kitabı okuruyla buluşturan kitapçı en az yüzde 30 kâr ile kitabı satar. Bu kitabın satış fiyatı, en çok 3 milyon TL eder.
Demek ki, Ahmet Altan'ın 2.900.000 TL'ye satılan kitabı, gerçek maliyetinden basılıp satılıyor.
* * *
Şimdi geliyorum zurnanın son deliğine: Bildiğim kadarıyla bu kitabın korsanı henüz piyasaya çıkmadı. Bu rakamlarla bunun olması da mümkün değilmiş gibi görünüyor.
Kayıtdışı para kazanmanın riskini üstlenen kişi, makul bir kar elde etmek ister. Olağan ticarette kazanç oranı yüzde 25-40 ise, o en azından parasını ikiye katlamak ister.
Korsan kitapların asgarisi zaten yukarıda belirttiğimiz fiyattan satılıyor. Bu rakama kitapçıda satılan bir kitabın korsanını kimse almaz. Ama yayıncısının 20 milyona kitapçıda sattığı bir kitabı, korsan kitapçı 5 milyona mal edip 10 milyona sattığında, yüzde 100 kâr etmiş olur.
Şimdi gerçek korsanın kim olduğu anlaşılıyor sanırım. Kitabı 20 milyona satan yayınevi yazarına daha çok mu telif ödüyor? Hayır. Bunu en iyi yazarlar biliyor sanırım. Peki o zaman, bunun akla yatkın açıklaması nedir?
Ben eğer böyle bir yayıncı olsaydım, 20 milyona satmak üzere iki bin kitap basar; bunun üzerine de bir 10 bin tane daha basar; sıcak para girişiyle dönen bir piyasada "korsan" korsan yayıncılık yapardım.
Net yüzde yüz kâr ederdim hem de...
* * *
Ahmet Altan'ın kitabı iki defada 550 bin adet basmış. İlk baskısı 300 bin adetti. Bunu satmış olmalı k,i ikinci baskı yaptı. Hem de 250 bin adet daha. Şimdi 1 milyona ulaştığının reklamları yapılıyor.
Bu ülkede 65 milyon insan yaşıyor. Bunların yaklaşık üçte biri okuma yazma bilmiyor. Okuma yazma bilenlerin dörtte üçü kitap okuma alışkanlığı olmayan kişiler. Bir kitabı 1 milyon basmanın karşılığı her on kitap okurundan birisine bu kitabı satmayı hedeflemek. Bu büyük bir potansiyeldir.
Eğer ilk iki baskı tümüyle satıldı ve telifi de ödendiyse bu kitabın yazarının eline geçecek telif hakkı yine yuvarlak rakamla 550.000X175.000=96.250.000.000 TL ediyor. Yani Ahmet Altan yalnız bu kitaptan halen ayda 8 küsur milyar TL kazanıyor.
Onu benim gibi devlet memuru sayıyor ve aylık ücretinin yüzde 35'ini vergi olarak ödeyeceğini kabul ediyorum. Bunu düştüğümde ayda 5 milyar 250 milyon TL'lik bir gelire sahip bir yazar olarak yeni kitaplar yazabilir, aynı zamanda devlete de ayda 2 milyar 720 milyon TL ödeyen bir iyi vatandaş olabilir. Yayıncısı, kitapçısı ve benim gibi okurunu da sevindirerek üstelik.
* * *
Ben ayda yaklaşık 100 milyon TL kitaba ve dergiye veriyorum. Benim için bu bir gereksinim. Şimdi bu paraya, iki-üç dergi ile 3-4 kitap alabiliyorum. Oysa yukarıdaki hesapla ben aynı parayla 20-30 kitap alabilirim. Birçok insan da...
Ben kitabın "korsan" da olsa kitap olduğunu, bu yolla kitabın okura ulaşmasının yani gerçekten "kitap" olmasının sağlandığını düşünüyorum. Bu nedenle de zaman zaman "korsan kitapları" da alıyorum. Çünkü kitabı ticari bir nesne olarak yaklaşan "tacir"lerin emeğimin bir bölümüne el koymasına dayanamıyorum.
Bir adım daha ileriye gidiyorum: Kitabın korsanının sorumlusu da insanın tüm değerlerini paraya eşitleyen "kapitalist sistem" ve çarkını bu sitem içinde sürdüren, böylelikle benim emeğimin bir parçasına da adına "kitap" denen bir zorunlu gereksinimin üzerinden el koyan, yani bu işin gerçek rantını yiyenler olduğunu söylüyorum.
* * *
Bu konuda aslında başka bir kanıtım daha var; onu da Irak savaşında Bush'un tavrına benzeterek anlatacağım: Bush Irak'a saldırıp işgal etmeye soyunurken "Orada nükleer silahlar var, bunlar bizi tehdit ediyor" demişti. Savaş bitti şimdi "Yanılmışız yokmuş, ama yaptığımız doğruydu, haklıydık" diyor.
Yayıncılar "Korsan kitapçılığı öldürüyor, bizi batıracak" deyip kendilerini koruyan yasaların çıkarılmasını sağladılar. Kamuoyu desteği de sağladılar.
Şimdi yine korsan kitaplar yayınlanıyor, yine korsan kitap satışı sürüyor. İşte buna aklım ermiyor. Bu yasalarla, sahip oldukları kolluk güçleri ve diğer olanaklarla bu korsanları bulup ortaya koyamazlar mı? Bence koyarlar.
Peki neden koymuyorlar? Çünkü gerçek anlamda bir korsan yok. Korsan diye bize sunulan şey yukarıda anlattığımız yöntem gibi bir tür pazarlama yöntemi olmasın sakın?
Son söz: Birileri tıpkı Bush gibi bizi kandırıyor.
Ve bir başka son söz: Kitap bir hak. Hem okuyanın hem yazanın hakkı. Bu hakka ulaşırken, kapitalizmin çarklarına kapılmayalım. Çünkü o çark bizi hep öğütmek için dönüyor. (MS/BB)
(*) Burada düşüncenin değeri tartışmasına girmeyeceğim. O değer okurun ya da alıcının verdiği değerle belirlenir. Yazardan, düşünenden ifade edenden doğru bir belirlenme değildir. Yeryüzünün hiç bir yazarının düşüncesinin bir diğerinden daha değerli ya da değersiz olduğunu ifade edemeyiz. O düşünce, duygu ya da yazılan her neyse onun anlamı ile maddi değeri birbirinden farklı şeylerdir.