17 Ocak 2000 tarihinde imzalanan, 2003 yılında yeniden düzenlenen, o dönemin Adalet, İçişleri Bakanları ile halen görevde olan Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın imzasını taşıyan "Üçlü Protokol", sekiz yıldır hekimlerin tutuklu ve hükümlüleri muayenelerinde, soruşturma, tehdit ve baskı ile uygulanıyor.
Hasta ve hekimin baş başa kalmasını önleyen Üçlü Protokol, hekimleri insan haklarına aykırı davranmaya, hasta haklarını ihlal etmeye yönelttiği gibi, disiplin suçu işlemeye zorluyor.
Muğla Tabip Odası Başkanı Dr. Naki Bulut, Üçlü Protokol nedeniyle soruşturma geçiren hekimlerden sadece bir tanesi. Naki Bulut'a bir yıldır yaşatılanlar, bir meslektaşına "Tabip Odası Başkanı'nın başına bunlar gelirse, sıradan bir hekimin başına kim bilir neler gelir"i düşündürecek kadar utanç verici. Dr. Naki Bulut ile "Üçlü Protokol"ü ve yaşadıklarını konuştuk.
Sayın Bulut, öncelikle geçmiş olsun demem gerekiyor sanırım. "Üçlü Protokol" nedeniyle başınıza gelen olay nedir, anlatır mısınız?
5.1.2010 tarihinde Genel Cerrahi polikliniğinde görevliydim. E. K. adlı mahkum hasta bir gardiyan ve bir astsubay tarafından muayene odasına getirildi. Görevlilere hastayı muayene edeceğimi ancak kendilerinin dışarı çıkması gerektiğini belirttim. Astsubay; Sağlık İçişleri ve Adalet Bakanlıkları arasında üçlü protokol bulunduğunu, buna göre kendisinin muayene odasında bulunması gerektiğini, bunun görevi olduğunu, hükümlünün hekime ya da görevli sağlık personeline zarar vermesi ya da kaçması durumunda sorumluluğun kendisinde olacağını, bu nedenle muayene odasını terk etmeyeceğini belirtti.
Bunun üzerine hastanın mahremiyet hakkı olduğunu, tıbbi tedavisi ile ilgili kişiler dışında muayene ortamında kimsenin bulunmaması gerektiğini, bunun Hekimlik Meslek Etiği Kuralları, Hasta Hakları Yönetmeliği'nde ve İstanbul Protokolü'nde açık olduğunu, eğer muayene ortamını terk etmezse tutanak tutacağımı ve hastayı muayene etmeyeceğimi belirttim.
Kendisinin muayene ortamı dışında önlem almakla hükümlü olduğunu, hekimin kendi güvenliği konusunda ihtiyaç duyması halinde ve davet üzerine ancak muayene odasına girebileceğini hatırlattım. Astsubay dışarı çıkmama konusunda kararlı olduğunu söyleyince bir tutanak hazırladım ve hastayı muayene etmedim.
Sonra ne oldu?
Bu sürecin sonunda kusurlu taraf kim olursa olsun hasta muayene edilip tedavi edilemedi. Böylece bir hasta hakkı ihlali ve sağlık hizmeti alma hakkı ihlal edilmiş oldu. Elbette bu durumdan çok rahatsız oldum. Hemen iki dilekçe yazdım. İlkini çalıştığım hastanenin Hasta Hakları Kurulu'na... Kurul'dan durumu değerlendirmelerini, bir hasta hakkı ihlali olup olmadığını saptamalarını ve sorumluları belirlemelerini istedim.
Eğer suçlu bulunursam bana ceza verilmesini talep ettim. Diğer dilekçemi Başhekimliğe sundum. Benzer durumların yaşanmaması için önlem almalarını talep ettim. Sonraki günlerde, Muğla Tabip Odası, Muğla Barosu, Muğla Cumhuriyet Başsavcılığı, Muğla İl İnsan Hakları Kurulu'na da durum bildirilerek konuyu değerlendirmelerini talep ettim.
Haziran ayında Muğla Valiliği hastanemizde çalışan tüm hekimlere Üçlü Protokol'ün gereklerine göre davranmalarını isteyen bir yazıyı imza karşılığında tebliğ etti. Bunun iptali için Valiliğe yazı yazdım. Ayrıca Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı'na ve TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu'na durumu değerlendirmeleri için başvurdum.
Temmuz ayında Muğla Savcılığı hakkımda soruşturma açtı. İddia; Devleti 19.20 TL zarara uğratmaktı. Benim muayene etmediğim E.K. o gün cezaevine geri götürülüp ertesi gün yeniden hastaneye geri getirilerek muayene edilmesinden dolayı 9.60 TL yakıt ve 9.60 TL amortisman gideri olarak toplam 19 lira 20 kuruş devleti zarara uğratmakla suçlanıyordum.
İnanılır gibi değil gerçekten. Bu tarz başka örnekler var mı?
Maalesef benzer olaylar ülkemizde ve Muğla'da sıkça yaşanmaktadır. Geçtiğimiz Haziran ayında Muğla Cezaevi'nde hükümlü olarak yatan bir hasta kalp krizi nedeni ile getirildiği acil serviste, hasta ile birlikte olan Jandarma Uzman Çavuş hastaya yönelik tıbbi müdahale ve tedaviyi engellemeye dönük tutum ve davranışlar içerisinde bulunmuştur. Hastanın Koroner Yoğun Bakım Ünitesi'ne alınmasına karşı çıkarak mahkum koğuşunda tedavisinin yapılması konusunda ısrar etmiş, bu talebin reddedilmesi üzerine Koroner Yoğun Bakım Ünitesinin içinde asker bulundurmak istemiş, bununda reddedilmesi üzerine hastayı yatağa kelepçelemek istemiştir. Bu tartışmaların yaşandığı sürede hastanın kalbi durmuş ve iki kez defibrille edilmiştir. Konunun Oda Başkanlığımıza iletilmesi üzerine konu üzerinde çalışılmış, ilgili kurum ve kuruluşlara başvurulmuş ve suç duyurusunda bulunulmuştur.
Bu olgu hekimler için ne anlama geliyor, hekimleri nasıl etkiliyor?
Bu olgu hasta hakları ihlaline sağlık personeli dışında kişi ve kurumların da neden olabileceğini, hasta haklarını koruyan bir anlayışın ülkemizde ne tür zorluklarla karşılaştığını gösteren bir örnektir. Devletin sağlık çalışanları dışında hasta hakları ihlaline neden olanlara karşı ne kadar duyarsız olduğunu da göstermektedir.
Hekimlik mesleğinin nasıl yürütüleceği konusu ulusal sağlık mevzuatında, TTB Hekimlik Meslek Etiği Kuralları'nda, Tıbbi Deontoloji Tüzüğü'nde, Hasta Hakları Yönetmeliği'nde, Uluslararası sözleşmelerde, İstanbul Protokolü'nde Dünya Tabipler Birliği Bildirgeleri'nde tanımlanmıştır.
Hekimler hastaların, ırk, dil, din ve mezhep, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç ve ekonomik ve sosyal durumları ile sair farklılıkları dikkate almadan mesleklerini yürütmek zorundadır. Tutuklu ve hükümlülerin muayenesi de öteki hastalarınki gibi, kişilik haklarına saygılı, hekimlik sanatını uygulamaya elverişli koşullarda yapılmalı ve onların gizlilik hakları korunmalıdır. Hekimin, bu koşulların sağlanması için ilgililerden istekte bulunma hakkı ve sorumluluğu vardır.
Şimdi bakın Sağlık Bakanlığı Hasta Hakları Yönetmeliği çıkarıyor. "Herkes bu yönetmelikte belirtilen haklara sahiptir" diyor. Sonra da hekimlere "hastalar arasında din, dil, ırk, sosyal statüleri açısından ayırımcılık yapmayacaksın ve bu yönetmelikte belirtilen hasta haklarına riayet edeceksin" diyor. Bu haklardan birinin de mahremiyet hakkı olduğunu belirtiyor ve mahremiyeti de "Tedavisi ile doğrudan ilgili olmayan kimselerin, tıbbi müdahale sırasında bulunmaması" olarak tanımlıyor. Sonra da Üçlü Protokol ile "söz konusu kişi mahkum ya da tutuklu ise bu haklarını ihlal edeceksin" diyor. Kendi yönetmeliğine aykırı bir protokolü hekimlerin önüne koyuyor.
Üçlü protokol sadece Hasta Hakları Yönetmeliğine değil aynı zamanda hekimlik mesleğinin yürütülmesine ilişkin ulusal ve uluslararası düzenlemelere, bu bağlamda Türk Tabipler Birliği Hekimlik Meslek Etiği Kuralları'na, Türk Tabipleri Birliği Disiplin Yönetmeliği'ne, Tıbbi Deontoloji Tüzüğü'ne, Yataklı Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliği'ne, Dünya Tabipler Birliği'nin Portekiz, Amsterdam, İstanbul Bildirgeleri'ne de aykırıdır.
Peki, ne zamandır uygulanıyor "Üçlü Protokol"?
Hukuka ve insan haklarına aykırı olan Üçlü Protokol 8 yıldan beri ülkemizde soruşturma, tehdit ve baskıları ile uygulanmaktadır. Bu protokolün altındaki imzalardan birinin bir hekim olan Bakanımıza ait olması ülkemiz ve mesleğimiz adına utançtır. Biri hukukçu diğer iki imza sahibinin de halen siyasetin en üst noktalarında görev yapmaları da düşündürücüdür.
Üçlü Protokol hekimleri disiplin suçu işlemeye zorlamaktadır. İnsan haklarına aykırı davranmaya, hasta haklarını ihlal etmeye yöneltmektedir. Bu suçun karşılığı TTB Disiplin Yönetmeliği'nde meslekten geçici olarak alıkoymadır.
Hekimlik mesleği özerklik ilkesi gereği dışarıdan müdahalelere karşı korunmalıdır. Hasta mahkum bile olsa tedavisinin tüm sorumluluğu hekime aittir. Uygulanacak tedavinin şekli, yöntemi ve koşullarını belirleme tamamen hekimin yetkisinde olup bilimsel ve tıbbi standartlara göre belirlenmelidir.
Benim tutumum hekimlik mesleğinin özerkliğini ve hasta haklarını koruma çabasıdır. Bu bir "Kral Çıplak" haykırışıdır. Artık bir utanç protokolü olan Üçlü Protokol'ün hukuka ve insan haklarına aykırılığı herkes tarafından görünür ve kabul edilir durumdadır.
Şunu özellikle vurgulamak gerek; özgürlüğünden alıkonulmuş kişilerin muayenesinde mahremiyet bir hasta hakkının ötesindedir. Hasta ve hekimin baş başa kalması işkencenin önlenmesine karşı bir tedbirdir. İşkence mağduru bir kurbanın anında kolluk güçleri varken durumu hekimiyle paylaşması beklenemez. Bu nedenle mahremiyet daha fazla önem kazanmaktadır.
Sayın Bulut, bu noktada İstanbul Protokolü'nden de biraz bahseder misiniz lütfen?
İstanbul Protokolü işkence iddialarının araştırılması ve soruşturulması, bulguların belgelenmesi amacıyla yargı mensupları ve hekimler için hazırlanmış uluslararası bir kılavuzdur. İstanbul Protokolü işkence ve kötü muamele gördüğünü öne süren bireylerin değerlendirilmesi, işkence iddialarının incelenmesi ve bu tür bulguların yargı mercilerine, soruşturma yapmakla yükümlü diğer kurumlara raporlanması için uluslar arası kuralları belirleyen bir başvuru kaynağıdır.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu İstanbul Protokolü ilkelerini 20 Nisan 2000'de benimsemiş, tüm üye ülkelere uygulamalarını önermiş ve İstanbul Protokolü'nün işkenceyle mücadelede etkili bir araç olduğunu belirtmiştir.
2009 yılında; Türk Tabipleri Birliği, Adalet Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve Adli Tıp Kurumu Başkanlığı'nın birlikte yürüttüğü projede ülkemizde yaklaşık 4000 hekim 1000 hakim ve savcı İstanbul Protokolü konusunda eğitilmişlerdir.
İşkencenin önlenmesi ancak işkence yapanların cezalandırılması ile mümkündür. İstanbul Protokolü işkencenin tıbbi olarak kanıtlanmasını sağladığı için işkence konusunda önemli bir önleyici ve caydırıcı etkiye sahiptir. Tıbbi olarak işkencenin kanıtlanması ve adli süreç sonrası cezalandırılması İstanbul Protokolü prensiplerine uyulması ile mümkündür.
Sonuçta önemli bir kazanım elde edilmiş oldu diyebiliriz sanırım. Şimdi "Üçlü Protokol" ile ilgili son durum nedir?
Evet bu konu ulusal ve uluslararası platformlarda gündem oldu. Konunun basına yansımasından sonra TTB, Adli Tıp Uzmanları Derneği, Ulusal Cerrahi Derneği, Biyoetik Derneği ve Muğla Barosu tutumumun hukuk ve etik zeminde doğru tutum olduğunu belirten açıklama yaptılar. Merkezi Kopenhag'da bulunan Uluslararası İşkence Kurbanları Rehabilitasyon Merkezi Genel Sekreterinden destek mektubu aldım. Konunun basına yansımasından sonra çok sayıda avukat, hekim tarafından arandım. Meslek örgütümden ve hastalarımdan büyük destek gördüm.
Olaylar sırasında yaptığım müracaatların geri dönüşleri oldu. Birçoğu ülkemize özgü sorunu görmezlikten gelen geçiştirmeye yönelik sığ yanıtlar. Ancak Sağlık Bakanlığı'ndan gelen yazı umutlarımı artırdı. Sağlık Bakanlığı sorunu kabul etmekte ve uluslar arası mevzuata uygun bir çalışmanın ihtiyaç olduğunu belirmektedir.
Üçlü Protokol bir idari sözleşme metnidir. Hukuka uygun olmak zorunda ama hukuka uygun değil. Bu nedenle yasalara aykırı bir protokolün uygulamada olmaması gerekir. Ne yazık ki hala ülkemizde bu tür idari metinleri yasaların üzerinde gören ve uygulayan bürokratlar, savcılar ve idareciler mevcut.
Ama çalışmalar sürüyor sanırım? Halen yapılması gerekenler neler?
Evet, TTB bu konudaki çalışmaların öncülüğünü yapıyor. Adli Tıp Uzmanları Derneği, İnsan Hakları Vakfı çalışmalar yürütüyor. Barolar Birliği'nin İnsan Hakları Haftasında TTB ile bu konu ile ilgili yaptığı basın açıklaması çok değerlidir. TTB İnsan Hakları Kolu bu konuda çalışmalar yapmaktadır. Muğla Tabip Odası İnsan Hakları Haftasında Prof. Dr Ümit Biçer ve Av Özkan Yücel'in katıldığı ve bu konunun tartışıldığı bir panel düzenlemiştir.
Hedefimiz bir utanç protokolü olan Üçlü Protokolü'nün yürürlükte olmadığının devlet tarafından açıklanmasını sağlamaktır. Protokol bahane edilerek hekimler üzerindeki baskıları ortadan kaldırılmalıdır. Hekimlik mesleğinin evrensel etik değerler içerisinde yapılması için güvenceler oluşturulmalıdır. Asıl hedefimiz ülkemizin ulusal ve uluslararası itibarını zedeleyen Üçlü Protokolü bir İşkence Müzesine kaldırılmasını sağlamaktır.
Sizin bu konuyla ilgili eklemek istedikleriniz var mı?
Tüm bu süreçte bir meslektaşımın sözlerini paylaşmak istiyorum. "Mesleğinin kurallarına uymak isteyen bir Tabip Odası Başkanının başına gelenleri gören sıradan bir hekim kendi başına geleceklerinin korkusuyla nasıl doğru davranabilir?" Tabii ki bu konuda cesaretiyle hekimlik onurunu koruyan çok sayıda meslektaşımız vardır. Ama devlet hekimleri kahramanlık yapmalarına gerek kalmadan mesleklerini uygulayabilecek tıp ortamını sağlamak zorundadır.
Olayın yaşanmasından sonra Muğla'da benzer sorunlar yaşamadım. Ama bu yine ülkemizde sıkça uygulanan bir çözüm ile sağlandı. Daha önce ayda 5-10 mahkum hasta muayene eder ve 1-2 mahkum hastayı ameliyat ederken artık mahkum hastalar bana getirilmiyor. Ben bunu Muğla Cezaevi'nde Genel Cerrahi hastası olmadığı şeklinde yorumlamak istiyorum.
Üçlü Protokol nedir?
17 Ocak 2000 tarihinde imzalanan ve 2003 yılında yeniden düzenlenen; o dönemin Adalet Bakanı Cemil Çiçek, İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu ve halen görevini sürdüren Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın imzalarını taşıyan protokoldür. Üçlü Protokol'ün 61. Maddesinde;
"Terörle Mücadele ve Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunlarının kapsamları dışında kalan suçlardan tutuklu ve hükümlü olanların, hastanelerde muayeneleri sırasında jandarma, odanın muhafazalı olması durumunda kapı dışında bekleyecek, muhafazalı olmaması halinde muayene odası içinde bulunacak, doktorla hasta arasında geçecek konuşmaları duymayacak uzaklıkta koruma tedbirleri alacaktır. Ancak tutuklu ve hükümlülerce muayene sırasında yapılacak her türlü gayri kanuni talep, ilgili sağlık personeli tarafından anında jandarma devriye komutanına bildirilecektir.
Terörle Mücadele ve Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunlarının kapsamında kalan tutuklu ve hükümlü olanların hastanelerde muayeneleri sırasında jandarma muayene odası içinde bulunacak, ancak doktorla hasta arasında geçecek konuşmaları duymayacak uzaklıkta koruma tedbirleri alacaktır. Bu kapsamdakilerden bayan olanların muayenelerinde jandarma, oda muhafazalı olduğu takdirde kapının dışında, muhafazalı olmaması durumunda ise oda içinde, ancak yukarıda belirtilen şekilde bulunacaktır." denilmektedir. (MSK/EÖ)