Pocitos semtindeki Punta Carretas, Uruguay başkentinin alımlı bir alışveriş merkezine dönüştürüldü sonradan. Bir ucunda Sheraton oteli yükseliyor. Tupamaros da Sosyalist ve Komünist partilerle beraber Frente Amplio (Geniş Cephe) adlı sol koalisyonu oluşturdu, iktidara geldi. Sendic'den sonraki en önemli kadrosu Pepe Mujica, tarım bakanlığı koltuğunda oturuyor.
Tabare Vazquez başkanlığındaki Frente Amplio hükümeti aman vermez bir sigara karşıtı yasa hazırlamıştı geçtiğimiz aylarda. Kapalı mekanların tek köşesinde dahi sigara içilemediğinden, tütün tiryakileri için hayat zor. Hele, havanın buz kestiği Ağustos ayında.
Bir yarım saat kadar çarşının üst katındaki bistrolardan (içkili kahvehane) birine oturup İnternet'e bağlanıyor, beş dakikalığına aşağı inip kapının dışında sigara içiyor, sonra tekrar yukarı çıkıyorum. Tabii her defasında bilgisayarı toplamak, atkı-bere-paltoyla uğraşmak da var. Punta Carretas'ın ana giriş kapısında, Tupamaros'a söylenirken yakalıyorum kendimi. Tuhaf bir durum ve tuhaf bir duygu bu.
Ertesi gün şükür ki, Alliance Française'in ufacık brasseriesinde (bira satan restoran) de kablosuz bağlantı bulunduğunu öğrenecek ve Punta Carretas yerine oraya gideceğim. Çıkış kapısı, masalara hayli yakın.
Whisky ve Melankoli
"Whisky" ve "25 Watts" filmleriyle adını dünyaya duyurup Cannes festivalinde ses getirdikten sonra geçtiğimiz ay başında intihar eden Juan Pablo Rebella, Montevideo sanat dünyasının hala gündeminde. 1974 doğumlu genç yönetmenin intiharı üzerine geçen hafta konuştuğum bir sinema öğrencisi bunun gayet olağan olduğunu söylemişti. Bir-iki iyi kitap veya film yaptıktan sonra genç yaşta çekip gitmek, bu melankolik ülkenin ruh haline uygun düşüyor...-her ne kadar, bunu uygulayanların sayısı fazla yüksek değilse de.
Melankoli. Uruguay düşünce dünyasında, daha doğrusu ülkenin yalnızca kendi servetlerini düşünen zenginler, hiçbir şey düşünmeye hali kalmamış aşırı yoksullar ve nihayet kriminaller dışında kalan kesiminde, dönüp dolaşıp geldiğimiz kavram bu.
Melankolinin devrimci bir stratejiye dönüşmesi mümkün olabilir mi? Brezilyalı düşünürlerin ortaya attığı bu soruyu Michael Löwy ve Daniel Bensaid daha kapsamlı hale getirmiş, Walter Benjamin ve Frankfurt okuluna bu bağlamda bir ışık tutmuşlardı. Enzo Traverso ise konuyu iyice derinleştirecek, Walter Benjamin ve Uruguaylı yazar Eduardo Galeano'yu "melankolik marksizm" olarak anacaktı.
Latin Amerika solunun son yıllardaki en önemli kalemlerinden, daha önce bir defa söyleşi yaptığım Raul Zibechi'yi, La Brecha gazetesindeki odasında ziyaret ettiğimde bu bahsi açıyorum. "Koşullarımız benziyor" diyor; "Naziler yok elbette ama toplumsal ruh halleri benziyor, az-çok düzgün bir geçmişten sonra ağır bir çöküş dönemine giren toplumlarda nostalji boyveriyor".
-Latin Amerika'da yalnızca Uruguay için kullanılıyor sanırım bu melankolik toplum ifadesi.
-evet, fazlasıyla Uruguay'a özgü.
Bir Çöküş Tarihi
İlginç bir durum aslında. Çünkü altmışlı yıllardaki Uruguaylı sol eylemciler, ülkelerinin Vietnam veya Filipinler gibi bir yer olduğuna inanıyorlardı. Yirmi yıl geçtikten sonra, ülkelerinin eskiden İsviçre'ye benzediğini söylemeye başladılar. Bu, yanılmıyorsam Uruguaylılardan önce Eric Hobsbawm'ın ifadesi. Sonuçta, melankoliye yönelmek için yeterli sebep fazlasıyla var. Eduardo Galeano yirminci yüzyıl başındaki Uruguay'ın yirmibirinci yüzyıl ülkesi olduğunu söylüyordu. Yirminci yüzyıl sonundaki Uruguay ise eski çağlara dönmeyi başarmıştı çoktan.
Bir zamanlar "Amerika'nın İsviçre'si" olduğu söylenen, yetmişli yıllardaki askeri diktatörlük zamanında "Latin Amerika'nın cezaevi" olarak anılan, ve nihayet günümüzde -yine Galeano'nun deyişiyle- sokaklarında dilenciler ve yaşlılardan başkasına pek rastlanmayan Uruguay, işlerin daima kötüye gittiği bir yakın geçmişe sahip hakikaten de.
Boşanma hakkını İtalya ve İspanya gibi Avrupa ülkelerinden neredeyse üç çeyrek yüzyıl önce yasalaştıran; ölüm cezası ve zorunlu askerliği dünyada ilk kaldıran ülkeler arasında bulunan; çocukların okulda dayak yemesinin engellendiği ilk ulusal eğitim sistemini kuran; kadınların oy hakkının tanınması ve laik okullara geçişte yine ilkler arasında yer alan; yirminci asrın ilk çeyreği sonunda sosyal refah devleti modelini benimseyen Uruguay'dan geriye ne kaldı ki?
Kim bilir, belki de Charrua halkının ahı tutmuştur: Uruguay'ın ilk anayasal başkanı Fructuoso Rivera, bir zamanlar burada yaşayan Charrua yerlilerinin tamamına yakınını biçtikten sonra, geriye kalan üç kadın ile bir erkeği hayvanat bahçesinde sergilenmek üzere Paris'e göndermişti 1831 senesinde...
İktidar Sosyalistlerde Ama...
Uruguay'ı askeri diktatörlük dönemi istisna, ikiyüzyıla yakın zaman boyunca aynı iki parti yönetmişti dönüşümlü olarak. Muhafazakar çizgideki Beyaz Parti, karşısında da liberal Renkli Parti. 2004 ilkbaharındaki seçimleri, Frente Amplio adayı Tabare Vazquez kazandı. Doğrusu, hemen herkesin, ülke tarihinde yeni bir dönem başladığı umudunu taşıdığı günlerdi onlar. Seçim kampanyasının sürdüğü günlerden başlayarak, Tabare'nin görevi teslim alışına uzanan süreçte ne zaman Uruguay'a gitsem, tarifsiz bir heyecan içinde dönmüştüm geri. Sonrasındaysa bunun yerini hayal kırıklıkları almaya başladı.
Kürtajın, sol iktidarın hemen ilk günü yasallaştırılacağına inanılıyordu. Diktatörlük dönemi katillerinin ağır cezalara çarptırılacağına, emperyalizme tavır alan bir dış politika izleneceğine. Ama tam tersi yaşandı. Uruguay, üyesi olduğu Mercosur (Güney Amerika Ortak Pazarı) ile ilişkilerini sarsmak pahasına ABD ile Serbest Ticaret Anlaşması (TLC) sürecine girdi. Arjantin ve Brezilya ile ilişkileri kötüleşti.
Hükümetin sıklıkla tekrarladığı "artık Arjantin kolonisi olmayacağız" ünlemi, Zibechi'nin söylediği gibi "evet, artık ABD kolonisi olacağız" anlamına geliyor. Diğer yandan, hükümetten değilse de sokaklardan umutlu olanlar yok değil. Sohbet ettiğim bazı aktivistler son bir yılda sendikal hareketin kayda değer bir ivme kaydettiğini, toplantılara katılanların sayısının arttığını, TLC karşıtı eylemler düzenlendiğini söylediler.
Kağıtçıları Ne Yapmalı?
Uruguay'da geçirdiğim günlerin gündemine yine kağıtçılar krizinin damga vurması o kadar şaşırtıcı değil. Çünkü bir yıldır en önemli mesele bu. Uruguay, iki ülkeyi ayıran ırmağın kıyısına kağıt hamuru üretecek fabrikalar kurmaya kalkınca, Arjantin, ekolojik gerekçelerle itiraz etmişti. Bu fabrikaların yaratacağı ekolojik tahribatın kendi ülkesini de etkileyeceğini belirten Arjantin meseleyi La Haye'e götürdü ama davayı kazanamadı. Uruguay ise Arjantin'i Mercosur mahkemesine şikayet etti bu ay.
Uruguaylılar, Arjantin'in bu konudaki tavrını onun geleneksel kibirine bağlıyor. Ama ben, bu konuda hükümetle ortak hareket eden Arjantinli toplumsal hareketlerin argümanının, hele ki yabancı sermayenin fetişleştirildiği günümüzde önemli olduğunu düşünüyorum. Eğer Finlandiya ve İspanya merkezli şirketler Çin'e kağıt satmak için hamur üretecek fabrika kurmak istiyorlarsa bunu neden kendi ülkelerinde kurmuyorlar? Ülkelerimizin her türlü kirli endüstriye açık çöplükler olmasını engelleme zamanı gelmedi mi artık? Tabii, bunları Uruguay'da söyleyebilmek o kadar da kolay değil. (GÇ/EÖ)