Manas Destanı'ndan
Tamtamına 84 yıl önce, günü de dahil. Çünkü Mustafa Kemal, Vakit gazetesinden Ahmet Emin Yalman'ın "Kürtlük sorunu nedir?" sorusuna 14 Ocak 1923 tarihinde bakın nasıl yanıt vermiş:
"...Başlıbaşına bir Kürtlük düşünmekten çok Anayasamız (1921 Anayasası) gereğince zaten bir çeşit özerklik oluşacaktır. O halde hangi bölgenin halkı Kürt ise onlar kendi kendilerini özerk yöneteceklerdir. Bundan başka Türkiye'nin halkı söz konusu olurken onları da beraber ifade etmek gerekir. İfade olunmadıkları zaman bundan kendileri için sorun çıkarırlar. Şimdi TBMM hem Türklerin hem Kürtlerin yetkili temsilcilerinden oluşmuştur. Ve bu iki öğe, bütün çıkarını ve bütün yazgılarını birleştirmiştir...".(1)
13 ve 14 Ocak 2007 tarihli Ankara İçkale otelindeki "Türkiye Barışını Arıyor" Konferansı, Yaşar Kemal'in tarihten bu alıntısıyla, tarihe geçecek bir çalışma disiplinin ürünüydü.
En başta söylenmesi gereken Barış'ın kavramsal manada soyut bir ifade biçimi olmaktan çıkarılarak ete kemiğe büründüğü; çeşitli toplantı ya da konferanslarda işte, bir "iş" daha yaptık rutinliğinden kurtulmuş heyecan dozu yüksek, hem katılımcılar açısından, hem katılımcılarının hazırlıkları açısından hem de medya ilgisi açısından çok ama çok önemli bir konferanstı.
Konferans, elbette katılım düzeyinin niteliği açısından önemliydi de! Kanımca en çarpıcı yönü bu ülkede edebiyatlarıyla birlikte aydın duruşlarıyla da saygın konumda olan şahsiyetlerin kararlı ve bir çok politikacıya da örnek olunası mesajlarıydı asıl önemli olan. Üç isimle yetinmek istiyorum. Yaşar Kemal, Vedat Türkali ve Mehmed Uzun.
"Ülkemizde milliyetçi kisvesine bürünmüş ırkçılar var. Onların dillerine pelesenk ettikleri bir sözleri var: 'Türkün Türk'ten başka dostu yok.' Bir ülke halkına bundan daha korkunç bir söz edilmez. Hele Kürtlere böyle sözler etmemelisin. Kürtler sana gücenir. Sevgili milliyetçi dostlara söyleyeyim ki sevinsinler, rahat etsinler. Türkün Türk'ten başka dostu var. Gizli saklı değil. Malazgirt'ten bu yana Kürtler Türklerle dost." (Yaşar Kemal)
"Ben Kürt değilim ama Kürt halkımızın neler çektiğini çok iyi biliyorum. Rahat rahat 'Ne mutlu Türküm diyene' diyebilmek için Kürt halkının sorunlarını çözmek zorundayız...Paşa Hazretleri 'dağda bir tek gerilla kalmayıncaya kadar dağları temizleyeceğim' demiş. Aferin. Almış bir görev yerine getirecek tabi. Dağların boş kaldığı dönemlerde sorun çözülmüş mü? Niye çözülememiş? Çünkü sorun dağlarda değil. Sorun, kentte, toplumda, bizim aramızda. Çözülmedikçe, o dağlar yine dolar. Gençler 'spor olsun' diye çıkmıyor dağlara, canları pahasına çıkıyorlar." (Vedat Türkali)
"Türkiye; Kürtleri, bölgeyi ve tüm bir dünyayı aptal yerine koymaktan vazgeçmeli. Kendi vatandaşları ile diyalog kurmayan onların hak ve hukukunu ayaklar altına alanların 'Medeniyetler Diyalogu' teranelerine kim inanır? Yurtta sulhu, zor ve baskıyla vatandaşlarını tekleştirmek ve susturmak olarak anlayanların 'yurtta sulh, cihanda sulh' sözlerine kim inanır?" (Mehmed Uzun).
Doğrusu birer paragraf halinde zikrettiğim edebiyat insanlarının konuşmalarının içeriği de bu minval üzereydi. Sorunun adı konuluyordu. Ve sahiplenilmesinin, ortaklarının yüreği ortaya seriliyordu. Bu çarpıcıydı.
Salona yansıyan bir başka görüntü de gerçekten; Türkiye barışını arıyordu. Ama bir farkla, "birlikte" barışını arıyordu. "Biz bize çalıp biz bize oynamaktan" tekil olarak sıyrılıp, Yaşar Kemal'in üzerine ısrarla parmağını bastığı "dostlukların birlikteliği" vurgusu öne çıkıyordu.
Türkler ve Kürtler birlikte barışı arıyorlardı da, sorunu çözmek makamında olan "muktedirler" ortada yoktu. Davete, ısrarla icabet etmemekte, kararlı davranmışlardı. Kendi yerlerine, iki şahsiyetin konuşmalarını mahkeme kararıyla izleme kararlarını yollamışlardı.
Biri eski parlamenter Orhan Doğan, diğeri de edebiyatçı Mehmed Uzun. Sanki şunu demeye getiriyorlardı: "Allah belasını versin! Bunlardan birini 10 yıldan fazla hapse tıktık. Susmadı. Diğerini ise 26 yıl sürgüne yolladık, uzak ve soğuk diyarlara sürgün gitti Hasretten, ülkesinden uzaklara düşmekten kanser olmasına sebep olduk. İnat etti, topraklarına döndü kurtuldu ve ölmedi. Susmuyorlar, konuşuyorlar ve barış diyorlar. Bari izleyerek ve onları diğerlerinden ayırarak 'taciz' edelim".
Ama olsundu! Muktedirlerin müdahilliğinden azade bir birlikte barış konferansı yapılmıştı. Ve Mustafa Karaalioğlu'nun ifadesi ile "Neden Kürtler baskı görsün, görmeye devam etsin?" sorusunu herkesin kendine sormasının karşılığıydı belki de Yaşar Kemal'in 40 dakikalık konuşmasını bitirirken üç kez üstüste vurguladığı: "Ya gerçek demokrasi, ya da hiç..."(ŞD/EÜ)
* Şeyhmus Diken'in notu: 20 Ocak tarihi itibarı ile bir davet programı gereği, üç haftalığına yurt dışı seyahatine çıkıyorum. Ama bu hafta gitmeden önce hazırladığım üç haftalık yazılarımla okurdan kopmayacağım. Dönünce tekrar buluşmak üzere.