Panel, yeterince sormadığımız, sorduğumuzda da siyah-beyaz ve basitleştirilmiş cevaplarla yetindiğimiz "Türkiye'nin doğusunda ne var" sorusunu edebiyat, paket turlar ve Kadın Merkezi'nden (KA-MER) kadınların şiddete karşı duruşları üzerinden cevapladı.
Ortaya çıkan tabloya göre, zaman zaman egzotikleştirdiğimiz zaman zaman ise şiddete indirgediğimiz doğuda hep sandığımızdan daha fazlası var.
Orhan Pamuk "Doğu"dan "Batı"ya cevap verince
İlk konuşmacı Irzık, Batı'nın Doğu'yu anlamaya çalışmasını ve Doğu'nun Batı'ya cevabını Orhan Pamuk'un "Kar" romanı üzerinden değerlendirdi. Romanı çoğu okuyucudan daha ironik bir şekilde değerlendirdiğini söyleyen Irzık'a göre, Kar oryantalist söylemin doğu ve edebiyat -özellikle de şiir- arasında olduğunu iddia ettiği organik bağla dalga geçiyor. Kar ayrıca aydınlanmak ve doğru bilgiye ulaşmak için çıkılan doğu seyahatlerini de eleştiriyor.
Romanda Batı'ya cevap veren Doğu ise hem Avrupa'ya cevap veren Türkiye hem de Türkiye'nin batısına cevap veren Kars.
"Kitaptaki karakterler doğuda olduklarının ve doğulu olarak algılandıklarının farkındalar. Her ne kadar hayatlarının temsili bir özelliği olmasa da yabancılar doğulu karakterlerin yaptıkları her şeyin bölge veya ülkeyi temsil ettiğini düşünüyor."
Kitaptaki karakterler doğuda olduklarını bildikleri gibi hayatlarının da sembolik anlamlar taşıdığını ve hayatları üzerinden genellemeler yapıldığının farkında. Bu yüzden Kar'daki Karslılar yazardan hikayelerini yazmamalarını istiyor, "bu kadar uzaktan bizi kimse anlamaz" diyerek. Karslılara yazarın verdiği cevap ise yazacağı hikayeye içinde geçen olağanüstü olaylardan dolayı kimsenin inanmayacağı.
Irzık'a göre Kar'ın yazılmasının esas nedeni de romanda anlatılanlara kimsenin inanmayacağı, doğunun olağan dışılık ve genellemeler üzerinden düşünülmeyeceği bir dünya isteği ve hayali zaten.
"Bakir" toprakların şiddetle tanışıklığı
Irzık'ın sunumundan sonra sözü alan Öncü Türk orta sınıfının doğu ile olan ilişkisini paket turlar üzerinden inceledi. Öncü'ye göre son zamanlarda türkülerden danslara Doğu'ya duyulan merakı anlamak için Kürtlüğün ve doğu coğrafyasının nasıl tanımlandığını ve tüketiciye sunulduğunu anlamak lazım.
Kültürel olarak tanımlanan doğu turlarının çoğu bayram tatillerinde turizm acentaları tarafından görülmeye değer olduğu düşünülen yerlere edilen kısa ve yüzeysel ziyaretlerden ibaret.
"Turlara katılanlar film seti olarak kullanılmış evlerden eski manastırlara bir sürü yere götürülüyor, arada ancak dönünce gösterilecek fotoğrafları çekmeye yetecek kadar zaman var.Yemek yenilecek yerler bile önceden dikkatle seçiliyor."
Öncü bu turlara katılanların yorumları incelendiğinde coğrafyanın tanımlanmasında öne çıkan sıfatın "bakir" olduğunu belirtti. Avukat çiftlerden halkla ilişkiler uzmanına, Öncü'nün yorumlarını okuduğu eski tur katılımcıları "oraların" dokunulmamışlığından ve bakirliğinden etkilenmiş en çok.
Doğu'nun paketlenip tüketime hazır hale getirilmesi sırasında unutulan ise, doğuya paket turlardan çok önce dokunmuş olan ve hala devam eden şiddet ortamı.
Öncü'ye göre bir yandan Kürtlüğün sınırları etnik hiyerarşileri güçlendirecek şekilde çizilirken bir yandan o coğrafyanın ve kimliğin şiddet dolu tarihi unutturuluyor. Oysa çoğu bölgede olmak üzere bir buçuk milyon kişi bu tarihi yaşıyor ve her gün omuzlarında taşıyor.
"Ben paket turların yaptığını tüketim toplumu sömürgeciliği ya da "commercial" (ticari) emperyalizm olarak adlandırıyorum."
Kimlik sınırlarının ortasında KA-MER'li kadınlar
Öncü tüketim toplumu sömürgeciliğinin unutturduğu şiddet ortamını hatırlatırken Altınay'da KA-MER'li kadınlar,özellikle de Nebahat Akkoç, ile ilgili sunumuyla bölgeyi karşılıklı şiddete indirgeyince unutulan sorunları ve duruşları hatırlattı.
Altınay'a göre doğuyu sadece Türk ve Kürt milliyetçiliklerinin çatışması üzerinden düşünmek hem yetersiz hem de şiddet ortamını normalleştiriyor.
Bugünlerde KA-MER'li kadınlarla saha çalışması yapan Altınay'a göre doğunun sorunları da ürettiği duruşlar da daha fazla.
Etnik ve milliyetçi şiddet ön plana çıktığında unutulanlardan en önemlisi erkek egemen düzenin sorunları ve yarattığı şiddet ortamı.
Altınay'a göre Kürt kadınlar hatırlandıklarında ise ya feodal yapıdan kurtarılması gereken kurbanlar ya da Türk milliyetçiliğinin acısını en fazla çeken ama gene de mücadeleye devam eden cesur insanlar olarak hatırlanıyor.
Oysa ki durum biraz daha farklı ve en azından 1992'de kurulan KA-MER bünyesindeki kadınlar bölgenin kısır döngüsüne inat hem şiddete hem de üzerlerindeki milliyetçi ve cinsiyetçi baskılara aynı anda karşı çıkan bir duruş olabileceğini gösterdi.
KA-MER'i kuran Akkoç hayatı boyunca devlet şiddetinden de içinde bulunduğu muhtelif hareketlerin cinsiyet ayırımcılığından da fazlasıyla nasibini almış. Kendisi ve kocası göz altında işkenceye uğrayan ve kocası daha sonra "faili meçhul" bir cinayete kurban giden Akkoç, Diyarbakır'da öncülüğünü yaptığı insan hakları hareketinden de, dul kalınca dışlanmaya başlamış.
KA-MER kurulduğunda devlet tarafından "terörist",Türk feministler tarafından "cahil ve önderliğe ihtiyaç duyan" bir kurum, Kürt hareketi tarafından ise "hainler" şeklinde damgalanmış.
Altınay'a göre, Akkoç bütün bu baskılara rağmen şiddetin bütün türlerine karşı çıkan bir duruş oluşturmaya adamış kendini ve geçmişin acılarından sadece daha çok acı ve şiddet doğmayacağını göstermiş ve hala da gösteriyor.
Bir de Munzur var
Panelin anlattığı batıya cevap veren, paketlenip şiddetle tanışıklığı unutturulmaya çalışılan, içinde milliyetçi, etnik ve erkek egemen şiddetlerin sınırlarında şiddete karşı politikalar oluşturan kadınların ve daha fazlasının olduğu doğu tanımı bana geçenlerde Mardin doğumlu şimdilerde Dersim'de (Tunceli) yaşayan arkadaşımın "Oralar nasıl?" soruma cevabını hatırlattı.
"Burada hem gece gündüz helikopter sesleri ve savaş havası hem de Munzur festivalinin heyecanı var" diye cevaplamıştı sorumu ve uzun uzun anlatmıştı korkuyla heyecanın gündelik hayatta eş zamanlılığını.
"Oralar nasıl?" ve "Oralarda ne var?" sorusunun cevapları da kısa ve basit olmamalı zaten... (EK/EZÖ/TK)