Genç Lezbiyen Gey Biseksüel Trans İnterseks Gençlik Çalışmaları ve Dayanışma Derneği’nin (Genç LGBTİ+) hazırladığı "Siyasetçiler İçin LGBTİ+ Hakları Rehberi"nden “Nefret Siyasetinin Seyri” başlıklı bölümü yayımlıyoruz.
Türkiye’de 1970’lere kadar siyasetin gündeminde LGBTİ+’lar ya da LGBTİ+ karşıtlığı pek yoktu. Bu dönem daha çok basının özellikle translara ilişkin fobik haberleriyle doluydu. Transların yaşamlarını mercek altına alan basın kuruluşları, uzaydan gelen varlıklardan bahsedercesine manşetler atarak nefret söylemlerini yaygınlaştırıyordu. 1970’lerde ise medyanın bu yaklaşımı polisin de konuya dahil olmasıyla sonuçlandı. Trans kadınlar ve eşcinsel erkekler polis tarafından gözaltına alınıyor, karakollarda işkenceye maruz kalıyordu.
Gazetelerde ise bu yaşananlarla alay edilerek nefret söylemi katlanarak devam ediyordu. 1980’lerde ise nefret siyaseti giderek kurumsallaştı. Darbe yönetimi eşcinsel ve transların eğlence mekânlarında sahne almasını yasaklayıp, sokaklardan ve gazinolardan eşcinsel ve transları toplayarak işkencenin dozunu arttırdı. Zorla saçları kesilen transların bir kısmı trenlere bindirilerek Eskişehir’e ya da İstanbul dışında başka şehirlere gönderiliyordu.
Sahne yasaklarına maruz kalanlardan birisi de Bülent Ersoy’du. Ersoy bu süreçte yurtdışına giderek cinsiyet uyum süreci ameliyatı olup ve hem medyanın hem de darbe yönetiminin gündemine girdi. Dönemin İstanbul Valisi “hiçbir eşcinsel sosyal faaliyette bulunamayacak” diye açıklamalar yapıyordu. 1988’e kadar hem medyada hem siyasette transların cinsiyet uyum süreçleri büyük bir gündem oluyordu. 1988 yılında medeni kanunda yapılan ve halk arasında Bülent Ersoy Kanunu olarak bilinen değişiklikle beden uyum süreci yasal zemine kavuştu.
1980’ler ve 90’lar
80’li yılların ortasına gelindiğinde bu sefer LGBTİ+’lar, dünya genelinde etkisini gösteren AIDS krizi ile ilişkilendirilerek medyada hedef gösterilmeye devam ediliyordu. Artan nefret söylemi ve polis şiddeti sonrasında 1987’de İstanbul Gezi Parkında, translar ve eşcinseller 10 gün sürecek açlık grevine başladı. 90’lara gelindiğinde ise LGBTİ+ hareketi kurumsallaşmaya başladı. Ankara’da Kaos GL, İstanbul’da Lambda örgütlenmeye başladı. Böylelikle hak odaklı haberciliğin örnekleri de medyada yer bulmaya, hedef göstermek yerine mikrofon uzatan haberler de yayınlanmaya başladı.
1993’te “Cinsel Özgürlük Etkinlikleri” adıyla İstanbul’da yapılmak istenen uluslararası etkinlik valilik tarafından yasaklandı. Ülke dışından gelen katılımcılar ise sınır dışı edildi. 1996’da Ülker Sokak’ta yaşayan translar ve eşcinseller mahalleli ve polisin işbirliği ile mahalleden kovuldu. Bu dönemde yaptığı işkencelerden dolayı “Hortum Süleyman” olarak anılan Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürü, translara karşı şiddetin en önemli aktörüydü. 2000’ler LGBTİ+’lar için geçmişe nazaran daha “sakin” geçti. 2001 yılında LGBTİ+’lar kendi pankartlarıyla ilk kez Ankara’da 1 Mayıs eylemlerine katıldı.
Erdoğan’ın açıklaması
O dönem ilk seçimlerine hazırlanan AKP lideri katıldığı bir televizyon programında gelen soru üzerine “Eşcinsellerin de kendi hak ve özgürlükleri çerçevesinde yasal güvence altına alınması şart. Televizyon ekranlarında muhatap oldukları muameleleri insani bulmuyoruz.” dedi. 2003 yılında ilk LGBTİ+ Onur Yürüyüşü İstanbul’da gerçekleşti. 2004 yılında AB uyum süreci kapsamında dernekler kanunun değişmesiyle LGBTİ+ örgütleri de dernekleşme sürecine girdi ancak bu süreci hızla açılan kapatma davaları takip etti. Davaları kazanan LGBTİ+ dernekleri çalışmalarına devam ederken medyada nefret söylemi ve hedef göstermeler de artmaya devam etti.
2004’te dönemin Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in müdahalesiyle “cinsel yönelim” ifadesi ayrımcılığa ilişkin yasa taslağından çıkarıldı. 2007 yılında RTÜK, darbe yönetiminin sahne yasaklarına özenerek Huysuz Virjin karakterinin televizyona çıkmasını yasakladı.
2010’da Aile Bakanı Aliye Kavaf “Eşcinsellik bir hastalık, tedavi edilmeli” açıklamasını yaptı. Bu açıklama siyasetin ve medyanın homofobiyi uzunca tartışmasına perde araladı. 2013 Gezi Eylemleri boyunca LGBTİ+ örgütleri görünürlük kazanmaya devam etti. 2014’te yapılan İstanbul Onur Yürüyüşüne 100 binden fazla kişinin katılımıyla doğu Avrupa’nın en büyük Onur Yürüyüşü olarak tarihe geçti. 2015’e gelindiğinde bu kitleselliğin önüne Valilik yasağı çıktı. İstanbul Valiliği için tarih tekrar 1993’e döndü. Bu tarihten sonra Onur Yürüyüşlerini yasaklamak İstanbul Valiliği için rutin haline geldi.
Onur bayrağı
Kasım 2017’de Ankara Valiliği el arttırarak LGBTİ+ etkinliklerini kent genelinde süresiz olarak yasakladığını ilân etti. LGBTİ+ etkinlikleri izleyen yıllarda birçok Valilik ve Kaymakamlık tarafından yasaklanmaya devam etti. 2018 ve 2019 seçimlerinde iktidar LGBTİ+’ları doğrudan hedef almaya başladı. 2020 nisan ayında Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, pandeminin sebeplerinden birisinin eşcinsellik olduğunu söyledi. 2021 yılında başlayan Boğaziçi Üniversitesi eylemleri medya ve iktidar tarafından LGBTİ+ karşıtı söylemin hedeflerinden birisi oldu. Bu süreçte Boğaziçi Üniversitesi LGBTİ+ kulübü kapatıldı.
LGBTİ+ Onur bayrağı sanki bir suç unsuru gibi polisin eylemlerde topladığı, savcılık iddianamelerine konu olan bir nesne haline getirildi. İktidar ve medya birden fazla rengin yan yana geldiği her yeri LGBTİ+ propagandası ilân ederek renklere savaş açtı. Cumhurbaşkanı, imzaladığı kararnameyle Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiğini duyurdu. 2022 “Aile Platformu” adı altında LGBTİ+ karşıtlarının örgütlendiği yıl oldu. Kamu spotlarıyla reklamları yapılan, atanmış rektörlerin, bürokratların yer aldığı “Büyük Aile Buluşması” ismiyle düzenlenen mitingler beklenen ilgiyi görmedi.
Aile platformları ülke genelinde LGBTİ+ etkinliklerini hedef alan, tehdit içerikli açıklamalar yapan şiddet gruplarına dönüştü. Ekim 2022’de Cumhurbaşkanı, aileyi kadın ve erkeğin birlikteliği olarak tanımlayan bir Anayasa değişikliği hazırlığında olduklarını duyurdu. Önerilen değişikliğin gerekçesi LGBTİ+’ları doğrudan hedef alıyordu. Bu süreçte Cumhurbaşkanı ve İçişleri Bakanı sürekli olarak LGBTİ+ karşıtı açıklamalar yapmaya devam ettiler. 2023 seçimleri sonrası AKP liderinin ilk konuşması da yine LGBTİ+ nefretini gözler önüne serdi. (TY)