Ama bu potansiyel, kamuoyu yoklamalarının gerçekleştirilmesi ve yayılmasından çok başka bir şeydir. Burada benim amacım İnterneti tartışmaktan ziyade, esas olarak gazetelerin, televizyon kanallarının İnternet platformlarında gerçekleşen ve yayılan kamuoyu yoklamalarının 'dijital demokrasi'yi kutlamamıza olanak tanıyan araçlar olup olmadığı sorusundan hareketle medyanın rolünü sorgulamak.
Bu tür yoklamalarda yukarıdaki ikinci sorunun, zaten cevabı da ima eden yönlendiriciliğe sahip olmasından ve yayınlandığı yerdeki 'müdavim'lerinin de görece türdeş özellikler taşımasından hareketle 'evet' cevabı yüzde 99 oranında bile çıkabiliyor.
Peki, bunlar bize Türkiye'deki çoğunluğun görüşünü mü gösteriyor? Öyle bile olsa, bu çoğunluk nasıl oluştu? Bu kanaatler nasıl biçimlendi? Hangi kolektif, tarihsel süreçler bunları palazlandırdı? Acaba konuyu basitleştiren, kutuplaştıran bu gibi kamuoyu yoklamalarının sansasyonel bir biçimde yayınlanması ile hakim görüşün oranını daha da artırması arasında bir bağ yok mudur?
Medya zaten kendilerini öteden beri ifade etme olanağı bulanların görüşlerini yaymakta değil midir?
Medya belirler
Kanaat sahibi olmadan önce bilgi sahibi olmayı becerebiliyor muyuz? Haydi bundan vazgeçelim, okuduğumuzu anlayabiliyor muyuz? Ne yazık ki, Hrant Dink'in zehirli kan ve panzehiri konusunda söylediklerini yanlış algılayanlara ya da "Hepimiz Ermeniyiz" sloganına "Hayır, ben Türküm" şeklinde tepki gösterenlere bakarsak anlamıyor, anlayamıyor, anlamak istemiyorlar.
Katillerin kahraman gibi gösterildiği, ırkçı görüşlerin 'milliyetçi', 'vatansever' görüşler olarak kendine yer bulduğu bir ortamda kuşkusuz medyaya büyük sorumluk düşüyor. Zira, medya tüm bu olan bitenler hakkında bizi bilgilendirmekle de kalmayan bir güce sahip:
Bu bilgilendirmeyi gerçekleştirirken medya belirli aktörleri seçerek tartışmayı sınırlandırır ve bununla da kalmayarak kendisi de gerçekliği kurar, durum tanımları yapar, 'normal' olanı, 'sapkın' olanı, 'biz'im kim olduğumuzu, 'öteki'lerin kim olduklarını belirler.
Eğer bu ülkede hep belli bir açıdan bilgilendirilmişsek öteden beri, tüm tarafların katıldığı bir tartışma hiç yaşanamamışsa, hakim medya eleştirel görüşlerin karşısında konumlanagelmişse, 'Mehmetçik gazeteci' olunmakla gurur duyulmuş, 'hücre evlerine baskın'lar, 'Hayata Dönüş Operasyonları' alkışlanmış, insan hakları dernekleri terörist ilan edilmiş, TAYAD'lılar gibi gruplara yönelik linç girişimleri yeterince sorunsallaştırılmamışsa, muhalif dernekler, örgütlenmelerin görüşleri temsil edilmemişse, tartışma yerine sansasyon, çalışma yerine magazin kültürü, şöhret ve yüzeysellik teşvik edilegelmişse, medya Nobel ödülü kazanan bir yazarımızın bile sevincini milletçe kursağında bırakmamıza yardımcı olmuşsa, eleştirel görüşler ileri süren entelektüelleri daha sonra Hrant Dink'in katilinin azmettiricisinin de buyurduğu gibi 'akıllı olmaya' davet etmişse, hedef göstermişse ve/ya da gösterenlerin açıklamalarını sorunsallaştırmadan ele almışsa, spor basını mütemadiyen cinsiyetçi ve ırkçı söylemlerle dolup taşıyorsa, dünyada suç sayılan ırkçı fikirler medya aracılığıyla dolaşıma sokularak, öne çıkarılarak meşrulaştırılmaya devam edilecekse, o zaman varolan eşitsizlikler, adaletsizlikler, haksızlıklar, zulümler de yeniden üretilmeye devam edilecek demektir.
Medyaya düşen
Eğer zaten hedef hayatımızın böyle sürmesine katkıda bulunmaksa, o zaman gazete haberlerinde "Hepimiz Ermeni'yiz sloganına ne diyorsunuz?" diye Bülent Ersoy gibi şarkıcılara görüş sorulmaya devam edilsin. Televizyon tartışma programlarına Kemal Kerinçsiz, BBP'liler (Büyük Birlik Partisi), MHP'liler (Milliyetçi Hareket Partisi) , emekli generaller, emniyet müdürlerinden oluşan sınırlı bir topluluk davet edilsin hep. Mehmet Ali Birand da 'milliyetçilik ve ırkçılık konusundaki kavram kargaşasının giderilmesini' ATO (Ankara Ticaret Odası) Başkanı Sinan Aygün'e sormaya devam etsin.
Türkiye'de devlet, milliyetçilik, kültürel kimlikler konularında çalışan onlarca araştırmacı, akademisyen, entelektüel, bu konularda etkinliklerini sürdüren onlarca dernek, örgüt temsilcisi ise bu programlara çağrılmasınlar. Nasılsa hedef örnekler olarak medyada yer alıyorlar ve alacaklar, söyledikleri doğru dürüst anlaşılmadan, dinlenmeden.
Ama o zaman bunların hepsi yapılacaksa, ne sorucuklar sorup oyları toplayıp çıkan sonuca demokrasi diye sevinmeye ne de artan ırkçı hareketlere şaşırmaya hakkımız var. Son söz, şu temennilerden ibarettir: Böylesi bir ortamda medyaya düşen 'ne kadar sansasyon, o kadar reyting' anlayışı yerine, rasyonel bir tartışma ve müzakere zemini sağlayarak kamusal alana hizmet etmeye çalışmaktır.
Eleştirel, muhalif aydınlara, örgütlenmelere düşen ise, şimdiye dek yaşadıkları tüm hayalkırıklıklarına rağmen, medyada seslerini duyurmaya çalışmak, bunun için de hem teknik hem de mesajların içerikleri açısından planlı stratejiler oluşturmaya başlamaktır. Hem de hemen şimdi! (MGB/BA)
* Mine Gencel Bek'in (Doç. Dr., Ankara Üniversitesi) yazısı 11 Şubat 2007'de Radikal 2'de yayımlandı..