Korkut'a göre, Türkiye'nin mültecilerle ilgili acilen atması gereken adımlar şöyle...
* Kimlerin mülteci olarak değerlendirileceğiyle ilgili sınırlıkların kaldırılması.
* Kapsamlı bir mülteci yasasının çıkarılması. Türkiye'nin mültecilerle ilgili yasası yok; yönetmelikle idare ediliyor.
* Yargı sisteminde mültecilere yönelik düzenleme. Mültecilerle ilgili hem idari, hem yargısal organlara ihtiyacı var. Hukuk eğitiminde mülteci hukuku da yer almalı.
* Geri gönderme politikalarının, usullerinin oluşturulması.
* Sivil sınır gücü örgütlenmesinin oluşturulması.
Levent Korkut'la 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü öncesinde, Türkiye ve mültecileri konuştuk.
Türkiye'de mültecilerle ilgili en acil sorun hangisi?
Tabii ki, 1951 Sözleşmesi'ndeki çekincenin hâlâ kaldırılmamış olması. Türkiye Avrupa dışından gelenleri hâlâ mülteci olarak kabul etmiyor.
Türkiye bu sınırlamayı neye bağlıyor?
Aslında enteresan bir konudur bu. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, çekince 1960'tan sonra askeri yönetim tarafından güvenlik nedeniyle uygulanmış.
Bu çekince bir kısıtlama olanağı getiriyor. Çeşitli seçenekler tanıyor. Bu seçeneklerden biri de sözleşmeyi Avrupa'dan gelenleri mülteci olarak tanıyacak şekilde anlamak. Birçok ülke bu sınırlılıkları değiştirdi. Türkiye yalnız kaldı denebilir. Avrupa dışından gelenler Türkiye'de mülteci olamıyorlar.
Ne oluyorlar?
Burada sığınmacı statüsüyle kalıyorlar. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) aracılığıyla, eğer mülteci olabileceklerse, onları kabul eden üçüncü bir ülkeye gönderiliyorlar.
Bu durumun pratik sonuçları ne oluyor?
Kademeli uygulama söz konusu. UNHCR'ın ilk işlemleri yaptıktan sonra, ülke bulması gerekiyor. Bu kişileri mülteci olarak kabul eden ülkelerinse kotaları var. Ancak mülteci olabilecekler gönderiliyor. Bu da uzun bir zaman alıyor. İnsanlar uzun süre belirsizlik içinde yaşıyorlar.
Ya kabul edilemeyenler?
Onlar için mülteci sözleşmesini uygulamakla uygulamamak arasında bir fark yok. Eğer hayati bir sorun yoksa, ülkelerine geri gönderiliyorlar. Yani, mülteciliği reddedilen herkesin gördüğü muameleyi görüyorlar.
Ama eğer gerçekten mülteciyse işte belirsizlik orada başlıyor. Mülteciliğinin kabul edilmesi üçüncü bir ülke gerektiriyor. O ülkelerin kendisini kabul edip etmemesi de başlı başlına bir sorun.
Özellikle 11 Eylül'den sonra ABD ve Kanada Müslüman ülkelerden gelenleri kabul etmeye pek niyetli değil.
Kabul edilme, nereden baksanız 7, 8 yıl sürüyor.
Daha da önemlisi, bekleyen sığınmacılar için Türkiye'de yasa yok. Bu nedenle temel kamu hizmetlerinden yararlanamıyorlar. 15 yaşına gelip hâlâ okula başlamamış çocuklar var. Çok ciddi hastalıklarına karşın tıbbi tedaviden yoksun kalmaları mümkün.
"Türkiye'nin adaptasyon politikası da yok"
Diğer ülkelerde, mültecilerin topluma nasıl entegre edileceğini düzenleyen, yardımcı olan yasalar ve kurumlar var. Türkiye'de bu bekleyenlerin adaptasyonu için politika da, uygulama da yok.
Bu nelere yol açıyor?
Geçici çalışma izni bile önemli. O da yok. Bu insanlar resmen çalışamıyorlar. UNHCR kişi başı 100 dolar gibi bir para verebiliyor. Mecburen kaçak çalışıyorlar. Sosyal açıdan hiçbir düzenleme yok. Bunu sonucu, total bir yoksunluk.
Örneğin, seks işçiliğini de artırıyor. Kaçak çalışma işgücü piyasasını olumsuz etkiliyor.Van gibi toplu olarak bulundukları yerlerde, yerel toplumla mülteciler arasında çatışma başlıyor. Düşmanlık oluşuyor.Ama soruna hiç bu açıdan yaklaşılmıyor.
Geri göndermeler nasıl?
Mülteci olmayanlara ne yapılacağı başka bir sorun. Çok temel hürriyetlerin ihlaline neden oluyor.
Türkiye'ye aşağı yukarı yılda 100 bin kişi yasadışı giriş yapıyor. Bunların yaklaşık 95 bini, kaçak giriş yapanlar ya da çalışmak için gelenler, mültecilik için başvurmuyor. 5 bin civarında başvuru oluyor.
Türkiye'nin geri gönderme prosedürleri yok. Kaynak da yok. Örneğin, kaçak kişi yakalandığında, geri gönderme için finansal kaynak olmadığından, uzun süre gözaltı merkezlerinde ya da benzerlerinde tutuluyorlar. Bunun yapılmaması gerek. Ama bir anlamda da zorunlu olarak yapılıyor.
Çünkü kurumlaşma yok. Mülteci usulleriyle ilgili bilgisi olmayan kolluk kuvvetlerinin yapabileceği tel şey kapatmak. Bu kişilere yemek verecek ödenek bile yok. Genellikle asker yemeği veriliyor.
Özellikle Türkiye'den transit olarak geçenlerin durumları çok kötü. Ege'de teknelerle boğulanları anımsayın.
"Türkiye mültecilerle ilgili uygulamayı BM'ye havale etmiş durumda"
Bu durum başka sorunlarla da ilgili. Türkiye'de ciddi bir sınır denetimi de bunun politikası da yok. Sivil bir sınır gücü kurulmalı. Bu aynı zamanda Avrupa Birliği'nin de şartı. Bu güçte yer alanların mülteci mevzuatını çok iyi bilmeleri, nasıl davranacaklarını, prosedürleri iyi bilmeleri gerekiyor.
Belli yerlerde komitelerin oluşturulması, geri gönderileceklerin farklı prosedüre tabi tutulması gerekiyor.
Türkiye mültecilerle ilgili uygulamalarını BM'ye havale etmiş durumda. Aslında kararlar İçişleri Bakanlığı'yla ortak alınıyor gibi görünüyor. Ama UNHCR'ın uzmanlığı esas olduğu için, uygulamada işleri UNHCR götürüyor.
Bunun sonucu ne oluyor?
UNHCR'ın kararlarına karşı yargıya başvurma olanağı yok. Ulusal bir makama karşı yargıya başvurabilirsiniz. Ama ulusal mahkemeler UNHCR kararlarını bozamaz. Uluslararası sistemde de buna karar verebilecek yargı yok. Sonuçta, UNHCR'ın her kararı da doğru değil.
Türkiye'de yargı sistemi de mülteci hukukuyla ilgili yeterince bilgili değil. Oysa başka ülkelerde, bu konuda uzmanlaşmış mahkemeler var.
Türkiye adım atmıyor mu?
Geçen yıl İçişleri Bakanlığı, AB sürecinin bir parçası olarak, bu konuda bir eylem planı açıkladı. Başbakan da imzaladı.
Fena bir plan değil. Buradaki vaatlerin gerçekleştirilmesi dahi epey ilerleme sağlar. Ama örneğin, sınırlılığın kaldırılması için 2012 öngörülüyor. Oldukça geç bir tarih bu.
Bir de, mülteci sorunu AB'ye endekslenmiş durumda. Türkiye'nin adımları AB'nin adımlarıyla paralel gibi görülüyor. Mülteciler bir pazarlık alanı gibi.Sonuçta, AB'de işler kötü giderse bu alanı da etkileyecek.
AB politikaları ne durumda?
11 Eylül'den sonra, AB'deki aşırı sağ partilerin bastırmasıyla, olumsuz düzenlemeler yaptılar. Özetle, mülteci yükünü kenar ülkelere kaydırmaya yönelik politikalar bunlar. Türkiye bu konuda haklı olabilir.
Çünkü "ilk giriş yapılan ülke" kuralı geçerli. Buna göre, bir kişi önce Türkiye'ye gelir, Türkiye'den Yunanistan'a, oradan Almanya'ya giderse, Almanya bu kişiyi kademeli olarak Türkiye'ye geri gönderir. Kurala göre mültecilik işlemleri ilk ülkede yapılıyor.
Bu durumda kenar ülkelere büyük bir iş düşüyor. Yük paylaşımı kavramı gündeme geliyor: AB yükü kenara kaydıran politikalarla,. negatif tutum içinde. Türkiye'nin haklılık payı burada.
Bir yandan mültecilerin haklarını korurken, bir yandan da AB politikalarını eleştirmek gerek. Yükün paylaşımı tartışmasında doğru tutum takınan bir Türkiye, insan hakları örgütlerinin de desteğini alır.
Bir ülkeye her giriş yapan mülteci değildir. Sosyal, siyasi, görüş, etnisite gibi çeşitli nedenlerle, ülkesindeki korumadan yararlanmayacak durumdaki kişidir.
Dolayısıyla ifade özgürlüğü, yaşam hakkı gibi en temel hakları ihlal edilmiş ya da tehdit altında olan kişidir. Her ülkenin mülteci haklarını gözetmek gibi bir sorumluluğu var.
Türkiye'nin bunu yerine getirmesi, önce mülteci olma hakkını kabul etmesi gerek. Şu anki politikalar çok daraltıcı. (TK)