Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e özür mektubu göndermesi ve İsrail ile mutabakata varıldığı haberleri hemen hemen aynı günlere denk geldi.
AKP’nin bu iki adımı Türkiye’nin dış politikasının ekseninde bir değişiklik mi yapılıyor sorusunu gündeme getirdi.
Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Mitat Çelikpala, “Öyle görünüyor ki, Türkiye dış politikası normale dönecek ama aynı eksene oturmayacak” diyor.
Prof. Dr. Mitat Çelikpala hakkında ODTÜ Kamu Yönetimi mezunu. Lisanüstü dercesini Hacettepe Üniversitesi'nde doktorasını Bilkent Üniversitesi'nde tamamladı. Halen Kadir Has Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü olarak görev yapıyor. |
Kısacası AKP, iktidara geldiğinde devraldığı dış politika dengesinde geri dönmenin yollarını arıyor gibi görünüyor.
"Amaç ABD ve Rusya ile masaya oturabilmek"
Çelikpala bunu şöyle özetliyor: “Yani Rusya ve ABD ile masaya oturabilecekleri bir konuma geri dönmeye çabalıyorlar.”
AKP’nin “Komşularla 0 Sorun” olarak tarif edilen dış politikası, son yıllarda “Değerli Yalnızlık”a savrulmuştu. Bu süreçte Suriye iç savaşı, Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile ilişkilerin gerilmesi; mezhepçilik üzerinden İran ilişkilerinde sorunlar yaşanması; Suriye’deki operasyonları sırasında Rusya uçağının düşürülmesiyle zirve yapan bir başka uluslararası kriz doğmuştu.
Rusya’dan özür dilenmesi ve İsrail ile Mavi Marmara saldırısı sonrası kopma noktasına gelen ilişkileri onarmaya yönelik mutabakatın imzalanmasıyla Türkiye’nin dış politika konusunda yeni bir döneme girdiği söyleniyor.
Türkiye’nin dış politikasını Dış İşleri Bakanı olduğu 2009’dan itibaren Ahmet Davutoğlu’nun çizdiği, Başbakanlığı süresince bu çizginin takip edildiği, başbakanlıktan alınmasının asıl nedenin bu olduğu yönündeki yorumlara Mitat Çelikpala, “Bir günah keçisi lazımdı” şeklinde açıklama getiriyor.
“Bana göre şu an geldiğimiz durum izlenen politikanın kaçınılmaz sonucu. Dolayısıyla Ahmet Davutoğlu yorumları için şöyle denebilir: Sürecin başarısız olan adımlarını yıkabilecekleri bir günah keçisi var, siyasetin dışına da atılmış vaziyette. Türkiye’nin izlediği dış politikayı ve hataları Davutoğlu’na fatura etmek çok fazla Cumhurbaşkanı ve AKP odaklı bir analiz olur.
“Sonuç olarak yanlış da değil ama eksik. Davutoğlu hem Dışişleri Bakanı’yken bir önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü, hem başbakanlığı hem de Cumhurbaşkanlığı Recep Tayyip Erdoğan’ı etkilemiş siyasetçilerden bir tanesi."
İsrail ile ilişkilerin sorun olarak algılanmaya başlanması Ocak 2009’da Davos’ta dönemin başbakanı Erdoğan’ın İsrail Devlet Başkanı Simon Peres, BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon ve Arap Konseyi Genel Sekreteri Amr Musa’nın katıldığı “Gazze: Ortadoğu’da Barış” konulu oturumdaki ünlü “One Minute” çıkışı ile başlamıştı. Mavi Marmara katliamıyla sorun daha da büyümüştü. İHH İnsani Yardım Vakfı ve Özgür Gazze Hareketi 31 Mayıs 2010 günü Gazze’ye insani yardım taşıyan gemisi Mavi Marmara’ya İsrail askerleri baskın düzenlemişti. Olayda 9 yolcu öldürülmüş, 60 kadar yolcu da yaralanmıştı. Türkiye İsrail ile ilişkilerin düzelmesi için İsrail’in özür dilemesi, saldırıda hayatını kaybedenlerin ailelerine tazminat ödenmesi ve İsrail'in Gazze ablukasını sona erdirmesi şartlarını öne sürmüştü. İsrail, olaydan üç yıl sonra Türkiye'den resmi özür diledi; saldırıda hayatını kaybedenlerin ailelerine tazminat ödemeyi kabul etti; ancak ablukayı kaldırmadı.
Türkiye dış politikasının maceraperest ve hayalperest dönemindeki bu gelişme iki ülke arasındaki ilişkilerin düzelmesine engel oldu. Çelikpala’ya göre Davutoğlu’nun bu konuda etkisi var ancak belirleyici değil:
“Bu camianın dış politikayı bilen entelektüel ismi olarak görülüyordu. Davutoğlu’nun maceraperest, biraz hayalperest dış politik yaklaşımını destekleyecek uluslararası konjonktür oluşunca Türkiye bağımsız, etkin bir aktör olabilir yanılgısı oluştu ve Davutoğlu’na güven arttı. Ancak teorik yanı bir yere koyalım, bütün bu politikanın uygulamasını Davutoğlu’na atfetmek hem ona haksızlık hem de kendisine fazladan kredi vermek olur.”
"Geri dönüşün faturası var"
Çelikpala’ya göre Türkiye’nin dış politikasını etkin bir biçimde Erdoğan yürütüyor.
“Türkiye’nin dış politikasının bir çizgisi var; konjektürel olarak ufak tefek değişiklikler, ayarlamalar yaparsınız ama bunu an ekseniyle oynamak, önceki dönemin politikalarını külliyen kötülemek, sıfırdan yeni bir eksene oturtacağını söylemek bir maceraydı. Benim de içinde bulunduğum dış politika analistleri bunu hep söyledi, yanlış olduğunu ifade ettik. Şimdi daha gerçekçi, dış politikanın genel çerçevesine uyan bir çizgiye oturtmaya çalışıyorlar.”
Peki, hata yaptım diyerek dönmek ne kadar mümkün?
Çelikpala “Bunu bir faturası olur tabii” diyor:
“Dış politika bir iniş çıkış hareketi değildir. Yani denedim olmadı, yine aynı noktaya dönüyorum diyemezsin. Bunun edeli vardır ödersin: Çünkü birincisi asıl pozisyonunu açık ettin; ikincisi oyunu nasıl oynayabileceğini gösterdin ve karşındakiler ona göre pozisyon aldı üçüncüsü başarısızlık durumunda bedeller ödersin.
“Bu bedellerin zararını en aza indirgemek için İsrail hamlesi ile Rusya hamlesini aynı döneme getirdiler. Cumhurbaşkanı şöyle bakıyor: Rusya’dan özür dilenmesi başarısızlığını İsrail mutabakatıyla Gazze ablukasını kırdık söylemiyle başarı olarak göstererek örtebiliriz.
“Ama Rusya ile ilişkilerin bu duruma gelmesi kapatılması zor büyük bir başarısızlık hikayesidir. Turizm ile başladı ticari ve ekonomik yaptırımlarla devam ediyor. Uluslararası konjonktür de Türkiye’nin yanında değil. Suriye’de Kürtlerin ilerleyişini durdurmak mümkün değil. Batılı müttefiklerin bu meseleyi oturup seninle konuşmuyor bile; Türkiye ise öyle bir köşeye çıkıştı ki kıpırdayamıyor bile..." (HK)