9 Şubat 1986 tarihli Nokta dergisinde yer alan "İşkenceci polisin itirafları - 2" dosyası içinde, bir önceki hafta ilk bölümü yayınlanan dosyaya gelen tepkileri 25 yıl sonra bianet'te yeniden yayınlıyoruz.
Bir telefonla başlayan öykü, yine bir telefonla noktalandı.
Bundan birkaç hafta önce Nokta Yazı işleri Müdürünü arayan ses, 31 Ocak Cuma günü Barolar Birliği Genel Başkanı Teoman Evren'i arıyor ve "Teslim olmak istiyorum, aracılık edin" diyordu, sesin sahibi, son yılların en büyük olayının baş kişisi itirafçı polis Sedat Caner'di.
Caner'in teslim olmadan önce Barolar Birliği Genel Merkezi'nde yaptığı basın toplantısında söyledikleri, bir hafta boyunca başbakanve yetkililer tarafından öne sürülen çeşitli iddiaları bir bir çökertiyordu.
Dev-Yol'cu olduğu iddia edilmişti Dev-Yol'cu değilim. Bugüne kadar hiçbir yasadışı siyasi örgütle işim olmadı. Polislikten önce Adalet Partisi Bakırköy İlçe Gençlik üyesiydim" diyordu, Adalet Bakanının koruması değildi denmişti: Evet, küçük bir yanlışlık söz konusuydu. "Adalet Başkanı değil, Adalet Bakanlığının korumasıydım" diyordu... İşkence aleti şemaları hayal mahsülü denmişti. "Nokta'da yayınlanan işkence aletleri her emniyet örgütünde bulunur" diyordu.
Ve ekliyordu: "Can güvenliğim yok. Polise değil, savcıya teslim olacağım. Savcılığa, işkence yapılan kişiler ile yapan ve emir verenlerin isimlerini vereceğim."
Karanlıklardan gelen polis memuru Sedat Caner, gerilimli serüvenini, cezasını çekmek için girdiği cezaevinde bitirirken; ardında, tartışmalarla, suçlamalarla, yetkililer tarafından yapılan çelişik açıklamalarla yüklü bir hafta bırakıyordu.
Kim ne demiş, kim ne yapmıştı bu bir hafta boyunca? Türk basınının bu en önemli olayı hakkında yetkililer ve basın ne tutum almıştı?
İlk ses Güneş'ten. İşkence itiraflarına ilişkin ilk ses, Güneş Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Güneri Cıvaoğlu'ndan geldi. Cıvaoğlu, Nokta'nın yayınlandığı 26 Ocak günü, Başbakana şu soruyu sordu:
"İşkenceci polisin tüyler ürperten itirafları... daha doğrusu iddialarına yanıtınız nedir?"
Özal telefonla verdiği cevapta: "Bizim zamanımızda o yazdığınız çeşit hiçbir şey olmamıştır" derken, Emniyet Genel Müdürü Bedük de ertesi günkü gazetelere aynı doğrultuda bir açıklama yaparak, "Polisin uzun süreden beri insani sorgulama yaptığını" söylüyor, "Böyle bir şey varsa o polisi mahkemeye vereceklerini" belirtiyordu.
27 Ocak günü İstanbul'a gelen Özal, artık farklı bir ağızla konuşuyordu:
"İtiraflar kasıtlıdır... İsmi geçen polis memuru, 1983 yılı Kasım ayında 1402'ye göre meslekten atılmış... Ondan evvel de kötü muameleden davası görülüyormuş. Meslekten atılma sebebi olarak şu ana kadar benim aldığım bilgilerde, bazı sol örgütlerle ilişkili olduğu konusunda bilgiler alınmış ve o sebepten atılmış."
Peki ya itiraf ettikleri? Onlar doğru muydu?
Başbakanın bu soruyu yanıtlarken, olayın özüne ilişkin açıklamadan kaçındığı ve tartışmayı Nokta' da yayınlanan temsili resimlerin detaylarına çekmeye çalıştığı gözleniyordu.
"Adamın söylediklerini bilmem. Adam kötü muameleden zaten mahkûm olmuş; meseleyi öyle değil de, oradaki şemaların doğru olmadığını söylemek lazım. Bizim bildiğimiz onların doğru olmadığıdır.
Akbulut devreye giriyor. Nokta'nın çıkışının 3. günü haber artık bütün gazetelerde geniş yer alıyor ve olay tüm basının malı oluyordu. İşte İçişleri Bakanı Yıldırım Akbulut, bu noktada bir basın toplantısı düzenleme zorunluluğunu duyacak ve Özal'in "Dev-Yol'cu" iddiasının peşine bir de "ruh hastası" iddiası takacaktı.
Gerçi, Akbulut'un elinde Sedat Caner'in "ruh hastası" olduğunu gösteren herhangi bir belge ya da rapor yoktu ama, olsun zaten kendisi "doktor değildi ki!.."
İçişleri Bakanı, Caner'in Dev-Yol'la ilişkisine yönelik soruları da şöyle yanıtlıyordu:
Soru: Devlet bu Caner'in Dev-Yol'culuğu konusunda yasal muamele yapmadı mı?
Akbulut: Yaptı.
Soru: Bir yasa dışı örgüte üye olmak suçtur, mahkemeye verilmedi mi?
Akbulut: Şimdi yasa dışı örgüte üye olmuş, hakkında takibat yapılmış, gözaltına alınmış. Mahkemeye verilecek şekilde, cezalandırılacak şekilde bir delil tesbit edilememiş. Ancak idari takibat yapılarak görevine son verilmiş.
Soru: O halde bu adam için Dev-Yol militanı ya da sempatizanı diyemeyiz, delil bulunamamış...
Akbulut: Hayır efendim. Hukukta böyle bir şey yok. Hukukta deliller tesbit edilirse insan cezalandırılır. Cezalandırılmamış olması her olayda onun bu fiili işlemediği manasına gelmez.
Cevap Mumcu'dan geliyor. Sedat Caner, delillerle saptanamasa bile Başbakanla İçişleri Bakanının dediği gibi gerçekten eğilim olarak Dev-Yol'cu muydu? Bu sorunun yanıtını, Caner'in itiraflarına "çok sınırlı bir ilgi" gösteren Cumhuriyet gazetesinden yazar Uğur Mumcu veriyordu. Mumcu, Emniyet Genel Müdürlüğü Ankara İl Polis Disiplin Kurulu'nun 29.9.1983 gün ve 83/1484 sayılı kararından alıntı yaparak yazdığı yazısında, Caner'in THKP-C Dev-Yol örgütü ile ilişkisini şöyle açıklıyordu: "Sanık savunmasında, ideolojik faaliyetleri bulunan memurları izlemekle görevlendirildiğini, bu çalışmaları sırasında "yetkili amirlerine rapor verdiğini" bu yüzden ideolojik faaliyeti bulunan polis memurları tarafından olayların içine çekilmek istendiğini ileri sürmüş, ilgili kurumca, bu savunma yerinde görüldüğünden sanık hakkında ceza tertibine mahal olmadığına oy birliğiyle karar verilmiştir..."
Mumcu, aynı yazıda bir iddiaya daha yanıt veriyordu. O da, Caner'in Dev-Yol'culuk iddiasıyla görevden alınma konusuydu. Çünkü Adana Sıkıyönetim Mahkemesi Caner'i Şubat 1984'te işkence suçundan mahkûm ederken Caner'in sıfatı şöyle tanımlı "Ankara Emniyet Müdürlüğü Anafartalar Emniyet Amir Polis Memuru."
Sedat Caner yeniden Yıldırım Akbulut'un basını suçlayan ve yayınların maksatlı nu ileri süren açıklamasının telerde yer aldığı gün, Sedat Caner yeniden basında boy gösteriyordu Güneş gazetesi, itirafçı polisi bulmuş ve konuşmuştu.
Muhalefetin tepkisi. Basında sorun enine boyuna tartışılırken SHP Genel Başkanı Aydın Güven Gürkan işkence konusunda düzenlediği basın toplantısında şöyle diyordu: "Özal'ın itirafçı işkenceci polis olayındaki yaklaşımı adeta teşvikkârdır. 'Evet vardır. Devlet bunun üzerine ciddiyetle gitmektedir ortadan kaldırmak için çaba harcayacaktır' demek yerine solcudur'deyip olayı küçümşememektedir. Türkiye'de bu zihniyetler iktidar olduğu müddetçe siz ne savaş erirseniz verin, bu insanlık suçunu önlemek mümkün değildir Gürkan'ın "işkenceyi araştırsın" yolundaki teklifine ANAP adına Keçeciler tarafından verilen yanıt ise herkesin üstünde soğuk duş etkisi yapıyordu! İşkence Meclis'in işi değil!"
Bu arada Bülent Ecevit de Nokta'ya verdiği özel demeçte haftanın olayına katılıyor; hükümeti işkenceyi önlemek üzere çaba gösterdiği iddiasını ciddiye almanın olanaksız olduğunu belirttikten sonra devam ediyordu: "Eğer hükümet, bu konuda samimi olsa idi, Demokratik Sol Parti Milletvekili Sayın Nuri Korkmaz'ın yasa önerisini kabul ederdi. Bu yasa önerisinde, sorgulama sırasında sanıklara avukat bulundurma hakkının tanınması öngörülüyordu... Nitekim,Sayın İçişlerileri Bakanı da Sayın Nuri Korkmaz'ın bu yasa önerisini yerinde bulmuştur. Ama hükümet ve Anavatan Partisi çoğunluğu Meclis'te bu yapıcı ve iyiniyetli yasa önerisini reddetmiştir. Bu durumda bundan sonra karşılaşabilecek işkence olaylarının tüm sorumluluğunu Anavatan Partisi üstlenmiş olmaktadır."
Eski Başbakanlardan Süleyman Demirel ise aylık Bilim ve Sanat dergisinde yer alan söyleşisinde işkence olayını lanetleyerek şöyle diyordu: "İşkence kadar iğrenç bir iş tasavvur edemiyorum. Bir kişiye işkence yapılmasıyla, bin kişiye işkence yapılması arasında bir fark yoktur. Bir kişiye yapılmış diye geçiştirdiğiniz yerde, bin kişiye yapılmasının yolunu açarsınız."
Sedat Caner olayı üzerine tepki gösteren ve hükümetten ciddi bir tutum isteyenlerden biri de eski İçişleri Bakanlarından Orhan Öztrak'tı. "Bu konudaki iddiaları tahkikat yapmadan inkâr etmenin sorumlu kimselerin yapabileceği bir şey olmadığını" söyleyen Öztrak, "Nokta gibi ciddi bir yayın organı birşey yazmışsa, doğru ya da yanlış diye açıklama yapmak önemli değildir. Önemli olan bunu araştırmak ve üzerine gitmektir." diyordu.
Ölmekten de beter, "Ölmedim ama işkence gördüm "... Cuma günü Hürriyet gazetesinin manşetten verdiği bu cümle, işkence olayına yeni bir boyut katıyordu. Konuşan, Sedat Caner'in Güneş'te çıkan açıklamalarında adı geçen Şükrü Bağ adlı bir yurttaştı. Caner, Şükrü Bağ'ın işkence sırasında öldüğünü ve gizlice gömüldüğünü duyduğunu belirtmiş, ertesi günü adını açıklamayan bir emniyet yetkilisi de, Şükrü Bağ'ın sağ olduğunu ve yakında basına gösterileceğini söylemişti.
Evet, Şükrü Bağ yaşıyordu ve Hürriyet'le konuşmuştu. Ama anlattıkları, ölümden de beterdi... Poliste 20 gün boyunca sürekli işkence gördüğünü söyleyen Şükrü Bağ'ın anlattıkları, günlerdir yalanlanmaya çalışılan Sedat Caner'in itirafları ile aynı doğrultudaydı.
Bundan sonra olaylar yıldırım hızıyla gelişecek, Şükrü Bağ'ın yaptığı açıklamanın şoku henüz atlatılamamışken, gazete büroları, ajans telekslerinden geçen haberle yeniden karışacaktı:
"Flaş... Flaş... Flaş... Sedat Caner teslim oldu."