Fotoğraf: Mario Zanaria
“Sıklıkla cenazemi hayal ediyorum; tüm hayatım boyunca benden nefret eden insanlarla dolu.”
Bu sözler, mafya tehdidinden dolayı 13 yıldır kurşungeçirmez araçlı polislerin korumasında tutulan İtalyalı gazeteci, yazar ve senarist Roberto Saviano’ya ait.
2006 yılında yayımlanan, Napoli mafyası Camorra’nın ilişkilerini irdelediği “Gomorra (Gomorrah)” adlı kitabı ona şöhretin kapılarını açsa da, normal bir yaşam sürmesinin kapılarını, kendisine göre; geri dönüşü olmayan bir şekilde kapattı, suç örgütleri ve onlardan faydalanan siyasi ve iş başta olmak üzere her çevreden kendisine hayli düşman edindi.
Kapağında “DİKKAT! İtalyan mafyası öldürmek için bu kitabın yazarını arıyor” notu düşülerek “Kan ve Suç İmparatorluğu” alt başlığıyla Türkçe’nin de aralarında olduğu 52 dile çevrilen Gomorra, dünya genelinde 10 milyonun üzerinde satarak, İtalya ve Almanya gibi ülkelerde best-seller oldu.
Matteo Garrone’nin yönetiminde 2008 yılında beyazperdeye uyarlanan kitabın filmi ise, başta Cannes Film Festivali’nde Grand Prix (Büyük Ödül) dahil olmak üzere birçok ödül kazandı ve daha sonra TV serisi yapılarak 50’nin üzerinde ülkeye satıldı.
İtalya’da gazetecilik sendikalarının verilerine göre; çoğu suç örgütleri-mafyanın tehdidinden olmak üzere 24 gazeteci devletin sağladığı polis koruması altında. Bu bakımdan dünyada ilk sırada yer alan İtalya’da onlarca gazeteci de tehditler almakta.
ABD ve İtalya arasında mafyadan gizlenme çabasıyla yaşayan Saviano ile güvenlik gerekçesiyle mülakat yapmak kolay değil. Uzun süren çabalarım nihayet sonuç verdi ve bir TV programı için bulunduğu Milano’da buluşmak üzere sözleştik. Beni korumaları aldı ve buluşma yerine götürdü. Kaldığı otelin restoranında kahvaltı eşliğinde söyleşmek için beni bekliyordu Roberto, ancak onlarca müşterinin arasında değil, diğer korumaların, başka kapıdan girilen restoranın iç kısmının önünde nöbet tuttuğu, âdeta yaşamının bu dönemini resmeden bir ortamda; loş bir salonun köşesindeki masada tek başına.
Kendisinin, basın özgürlüğü adına utanç verici bulduğu, bana “Artık böyle yaşayamıyorum,” diye içini döktüğü bu tablo içimi sızlattı, zira bir meslektaşımla Milano’nun birbirinden güzel mekânlarından birinde ya da hareketli sokaklarında, parklarında görüşmeyi arzu ederdim.
40 yaşındaki Roberto Saviano, Türkiye'deki basın özgürlüğü konusunda epey hassas ve sık sık bunun üzerine prestijli dergi L'Espresso ile La Repubblica gazetesinde makaleler kaleme alıyor, katıldığı programlarda buna değiniyor.
Nitekim Türkiyeli bir gazeteci olan beni ilk gördüğü an yaptığı el sıkışmak değil, kucaklaşmak oldu, içten desteğinin bir ifadesi olarak.
Saviano ile burnunu mafyanın kirli dünyasına sokmasından ötürü yaşamaya itildiği şartlarını, Türkiye, İtalya ve Avrupa’daki basın özgürlüğü meselesini konuştuk.
Roberto, ülkende seni karalama çabalarının olağan hâle geldiğini söylüyorsun. Kitaplarında intihal yaptığın, Manhattan’da çatı katında bir evde yaşayarak, George Soros tarafından finanse edildiğin, hatta Mossad’ın seni korumakta olduğu gibi söylentiler dolaşıyor. Kendini nasıl hissediyorsun?
Bir de mason olduğum söyleniyor (gülüyor). Tüm bunlar başlangıçta acı verici idi, çünkü bunlarla katiyen örtüşmüyordum. Düşmanların, politikacılar sana karşı her türlü aracı kullanıyorlar, seni gayrimeşrulaştırmak için haksızca…
Bu iddiaların bazıları, göçmenler üzerine her gün halka yalan söyleyen ve bunları cevaplamak yerine bu yalan iddialarda bulunan Matteo Salvini’ye (eski İçişleri Bakanı, aşırı sağdaki Lig partisinin lideri) ait. O tam vasat, kalitesiz küçük bir adam.
Seni fiziksel olarak öldüremediklerinde böyle uygarca öldürmeye çalışıyorlar. Yıllar içinde bu suçlamalar ile kendim arasına mesafe koydum, artık çoğuna cevap vermemeyi öğrendim.
Ne yazık ki, bu çamur makinesi Salvini ile değil Silvio Berlusconi (eski Başbakan) ile doğdu; gazetecileri, insanların özel hayatlarına ilişkin “b.k yayıcılar” olarak kullandı.
İtalya, aslında gazetecilik ve politik bakımdan kaçılacak bir ülke. Diğer taraftan ise kalmak gereken bir ülke, çünkü önemli bir laboratuvar. Aslında Almanya ve İngiltere de böyle, ama onlar gizlenmeyi iyi biliyor. Benim yaşadığımı, politik olarak kim kendisini ifade ederse yaşar bu popülizme karşı.
Bakan ve başbakan yardımcılığı koltuğundayken karşılıklı sosyal medyadan atışmalarınız sırasında Salvini’yi, “soytarı” ve “yeraltı bakanı” diye niteledin. Salvini de, İtalyanların parasıyla ödenen polis korumalarını hak etmediğini ve onların kaldırılması gerektiğini söyleyerek, hakaretten seni dava etti.
Dava açıldı, ama halen ilk duruşması görülmedi. Salvini davayı kendisi açmadı, bakanlık kanalıyla açtırdı. Bu, faşizm döneminden, (Benito) Mussollini’den beri ilk kez oldu; o dönemde de davaları bakanlar değil, bakanlıklar açıyordu. Yani davayı, Salvini’nin ortak olduğu hükümetin düşmüş olmasından dolayı şimdi yeni hükümet takip edecek mecburen. Yeni hükümet de istese buna müdahale ederdi, ama yeni bakan korku içinde. Salvini, demokrasiye ve kurumlara karşı savaşıyor ve onları bu şekilde sindiriyor. Kendisine oy verenleri, ona karşı yazan gazeteciyle kendisinin eş olduğuna inandırmaya çalışıyor dava açarak. O, sen bana karşıysan senin hayatını yaşanamaz hale getiririm, diyor bize.
Onu hükümete, ülkenin en kötü gericileri olan 5 Yıldız Hareketi taşıdı ve şimdi merkez solla hükümet ortağı olmayı sürdürse de meydanların desteğini kaybetti. Son haftalarda meydanlarda “Sardalyalar (Le Sardine)” diye çok ilginç bir hareket doğdu, Salvini’ye, aşırı sağa karşı. İnsanların meşru öfkesi harekete geçirildi. Sardalyalar, spontane doğdu, bir grup genç tarafından. Bu, politikanın yalanlarının, nefret dilinin, sistematik yüzeyselliğinin, yorgunluğun bir göstergesi. Popülizm ne yazık ki doğru sorulara yanlış cevaplar veriyor ve bu tüm Avrupa’da yaygın. Politika, son 20 yıldır düşüşte ve halka doğru sorular sormaya bile izin vermiyor.
Sen İtalya’daki polis koruması altındaki 24 gazeteciden birisin. Dünyada, birçok ülkede gazeteciler tehdit altında olsa da bu kadar gazetecinin koruma sağlandığı başka ülke yok. Eleştirdiğin siyasilerin senin korumalarını kaldırma tehdidini nasıl buluyorsun ve bulunduğunuz bu durumdan nasıl çıkabilirsiniz?
Bir Avrupa ülkesi için ağır bir şey bu. Sana sezgisel bir şey söyleyeceğim: Koruma altında olmak, bir hak ediş olarak görülürse, yani başarılı bir gazetecisin ve hak ediyorsun bunu, böyle ilerleyemeyiz. Bir örnek vereyim; ben artık böyle yaşayamayacağım. Korumaları kaldırırsanız böylece artık değerli değil miyim? Birilerine mesaj mı veriyorsun (mafyaya) bana kötülük yaparak? Böyle şeyler güvenlikle ilgili ve kamuoyu önünde konuşulamaz.
Bunlar konuşulmazsa, belki yavaş yavaş sadece bu şartlarımızdan çıkmakla ilgili konuşursak normal yaşamımıza geri dönebiliriz. Ancak konuşmaya devam ederseniz bizim korumalarımızla ilgili normal yaşamlarımıza asla dönemeyiz. Koruma altında olmak bir dram. Korumalarımız var, çünkü mafya tehdidi çok kuvvetli.
Parantez açayım. Maltalı gazeteci Daphne Caruana Galizia zalimce öldürüldü. Neden suç örgütleri bize dokunmuyor? Çünkü onlar, senin ölümünün onlara avantaj sağladığına ikna oldukları zaman sana dokunuyorlar. Neredeyse tüm ülke, küçük bir azınlığın dışında benim ölümümden memnun olurlar. Kıyak geçmeyeceğim, meslektaşlarım ve hatta birçok arkadaşım da bundan memnun olurlar.
Daphne’yi havaya uçurunca nasıl yakayı ele vermeyeceklerini düşündüler? Çünkü birçokları için onun ölümünün memnuniyet yaratacağını biliyorlardı. Çünkü ortadan bir “pislik” kalktı, ondan nefret ediyorlardı.
Çocuklarının dışında kimse mücadele vermedi onun için. Yani onu öldürenler haklıydı. Onun hakkında yalan haberler çıkarmaya başladılar, insanların beynini yıkamak için ona karşı.
Yani İtalya’da koruma verdiklerinde gazetecilere, bir yabancının gözünden abartılı bulunuyor. Çünkü “Kurşun Yılları” zamanlarında da değiliz, terörizm yok. Ülkem nefret dolu ve saldırmak için sürekli kendilerine hedef seçiyorlar, birisinin ölmesini istiyorlar.
Türkiye’de gazeteciliğin en büyük hatalarından biri…
İtalya, en antik suç örgütlerine sahip ülke. Senin ülkenle, Türkiye ile bağlantı kurayım. Bence Türkiye’de gazeteciliğin en büyük hatalarından biri, hükümetlerin mafya örgütleriyle mücadeledeki rolüne yeterince ağırlık vermediler. Türk ordusu ve Kürt gerillalar birbirlerinden nefret ediyor belki, ama mafya örgütleri bazında birbirlerini seviyorlar. Aynen Yahudi ve Filistinli mafyanın olduğu gibi. Silah, haşhaş… Türkiye’de gazeteciler bunları yeterince anlatmadılar belki, bu bir hata. Biz İtalyan gazeteciler olarak bu hatayı yapmadık.
Suçu anlatmak, çok zaman sanki gerçeklikten bir an çıkmak gibi. Rusya örneğinde olduğu gibi. Suç örgütlerini konuşalım diyorlar, ancak muhaliflerle konuştuğumda bunlara konsantre olmayın, hayır sadece Putin’i konuşalım, diyorlar. Böyle demekle olmaz. Onlarla hemfikir değilim. Mafya saptaması, tomografi gibi sana tümörü gösteriyor. Sadece politika konuşursan tomografi çekmiyorsun demektir, vücudu dışarıdan seyrediyor gibisindir.
Bu örnekleri verdim, çünkü en antik suç örgütlerine sahip ülkeyiz ve bizim mafyalarımız, Türk mafyasıyla olduğu gibi hep güçlü işbirliği içinde oldu. Bu yüzden 13 yıl önce koruma altında aldığımda Türklerin benim hakkımda yazacağını, bana destek vereceklerini düşünüyordum ama küçük haberlerle geçiştirdiler. Buna çok şaşırmıştım. Çünkü Türk mafyası, 40 yıl boyunca Cosa Nostra’nın eroinini rafine ediyordu. Cosa Nostra, İstanbul’la, New York’taki 5 ünlü İtalyan klanıyla olduğundan daha fazla yakındı o yıllarda. Ancak ne İtalyan ne de Türk kamuoyu bu konuda bilgilendirildi.
Ülkede yaşanan darbelerden dolayı bunun üzerine gidilmedi, bu mümkün değildi. Türk suçluların liderleri, bir yapının yasal bir parçası oldu. Mesela; Çin mafyasının, Hong Kong protestocularını dövdüğünü unutmayalım. Mafya her zaman satın alınmaya ve müzakere edilmeye hazırdır, merkezi yönetimler tarafından. Yani bizim korumalarımız, İtalyan devletinden bize sağlanan, gerçekliği anlatan bize karşı saldırıları önlemek için bir girişim. Hiçbir koruma, “havalı insanların hak edişi” olarak algılanmamalı. Kişisel olarak bu bakış açısı beni öldürdü, beni ne yaşayan ne de ölü boyutuna aldı.
Başlangıçta çok dayanışma vardı banimle, ancak şimdi bu azaldı hem siyaset dünyasından hem de sivil toplumdan. Çünkü bir ayrıcalık olarak görülüyor durumum. Benim korumalarım, siyasilere verilen korumalar gibi görülüyor. Mafya örgütleri benden nefret ediyorlar ve dünyanın geri kalanının büyük bölümünün de, onlarla ilgileri olmasa bile senden nefret ettiğini çok iyi biliyorlar. Ben bunu, büyüklerin gölgesine girerek öğrendim; Giovanni Falcone (mafyanın 1992’de öldürdüğü savcı) bir dahiydi. Yolsuzluğa bulaşmamış, olağanüstü bir savcı ve hakların savunucusuydu. Falcone, neredeyse tüm meslektaşları tarafından nefret edilen bir kişiydi.
O, tüm Cosa Nostra tehditlerinden sonra bir TV kanalında, tüm hayatım boyunca bana ilham olan şu sözleri söyledi: İtalya, sadece inanılır olmak için öldüğünde mutlu bir ülke.
Ben, bir gün beni öldürdüklerindeki cenazemi hayal ediyorum sıklıkla; tüm hayatım boyunca benden nefret eden insanlarla dolu. Beni seven çok az insan olduğunu düşünüyorum.
Bunun olumlu tarafı, gerçeği keşfetmek oldu
Roberto, bu şartlar altında yaşayan biri olarak kendini nasıl hissediyorsun? Burnunu mafyanın işlerine soktuğun için hiç pişman oldun mu?
Tamamen pişman oldum, bunu inkâr etmiyorum. Hayatım boyunca yaptığım tüm seçimlerden dolayı çok pişmanım ve bunu aslında söylemeye cesaretim yok, ancak bundan dönüş de yok; her şey paramparça oldu. Tek avantajı, gizlenen birçok gerçeği keşfettim, güce yakın yaşadım, birçok arkadaşımın ve kişinin gerçek yüzünü gördüm. Bu durumda olmanın olumlu tarafı, gerçeği keşfetmek oldu.
Türkiye’de gazeteciler diğerlerinden daha ağır bedeller ödedi
Türkiye ve dünya genelinde basın ve ifade özgürlüğü için çok parlak bir dönem değil. Sınır Tanımayan Gazetecilere (RSF) göre; geçen yıl gazeteciler için güvenli ülkelerin sayısı daha da azaldı. Biz gazeteciler ne yapmalıyız?
Bunu o kadar çok düşünüyorum ki. Türkiye’de gazetecilerin direnişi, dünya çapında bir örnek. Ahmet Altan’ın son kitabı "Dünyayı Bir Daha Göremeyeceğim"i okudum. Her kelimesi beni çok etkiledi.
Avrupa bu konuda daha fazla şey yapmalıydı. Bir çeşit parlamento kurmalıydı Türkiye’de gazeteciler, yazarlar ve aktivistlerin durumunu ele almak için. Bunu yapmadılar, çünkü Erdoğan’la göçmenlere ilişkin anlaşmanın tehdidi çok büyüktü. Göçmeler konusunda eli çok güçlüydü Erdoğan’ın.
Türkiye’de gazetecilerin direnişi benim için şu an bir fener gibi. Türkiye toprakları, başkalarından önce birçok şeye şahit oldu, bizim mafya ile yaşadığımız gibi. Çok yüksek bir bedel ödedik. Türkiyeliler daha ağır ödedi diğerlerinden, Macar gazetecilerin ödemediği kadar! Macar gazeteciler, bu kadar dirayetli değil.
Avrupa sınırlarında, Türkiye’de 100’ün üzerinde gazeteci halen cezaevinde. Bunu nasıl değerlendiriyorsun?
Çok dramatik buluyorum bunu, ama herkes için dramatik. Açıklayayım: bir rejim, düşünce özgürlüğüne saygı göstermediğinde bunun vatandaşlar için bir öneminin kalmadığını çok iyi bildiğinde bunu yapar. Bunu yapamazsa onu gayri meşrulaştırır. Düşünce özgürlüğü, demokrasinin bir parçasıdır. Vatandaşların özgürlük anlayışı ise, sadece tüketmek, online alışveriş yapmak, nakde sahip olmak, her şeyi satın alabilmek… İnsanlar özgürlük istiyor, demokrasi değil.
Demokrasi, bir ağırlıktır; sorumluluk, gözetim, kontrol alanları açmak, dengedir. Erdoğan Türklerde bunu anladı, Victor Orban (Macaristan Başbakanı) da aynı şekilde. Bu yüzden de Erdoğan’ın Türkiye’sinde ekonomik büyüme oldu.
Gazeteciler, sıklıkla demokrasinin değil, özgürlüğün bir parçası ve birileri tarafından satın alınan olarak görülüyor. Gazeteci, herkesin özgürlüğü için bir garantiydi önceleri. Şimdi kim tarafından ödeniyor gazeteci bunun derdindeler. Sorun, Erdoğan ve Vladimir Putin’in (Rusya Devlet Başkanı) nasıl davrandığı değil, ben nasıl özgürce satın alabilirimin, derdindeler.
Gazeteciler yüzeysel olarak görülürdü, şimdi ise gereksiz görülüyor; benim hayatım için gazetecinin bir önemi yok, diyorlar. Böyle görüldükleri için tabii ki tutuklandılar. İşte bu nedenle biz koruma altına alındık! İklim, bize yakınlık iklimi değil. Gazetecilere bir şey olduğunda ülkeyi karşılarında bulmayacaklarını, destek kaybetmeyeceklerini biliyorlar bu liderler. İtalya’da ise şöyle oluyor: tutuklamadan medyatik olarak yavaş yavaş seni öldürmeye çalışıyorlar. Geri kalanını, fiziki olarak sana ve ailene zarar vererek suç örgütleri düşünüyor.
Malta, İngiltere’nin parasını Avrupa’ya sokmak için kullanıldı
Son olarak, ucu hükümetlere dokunan yolsuzluk olaylarını araştıran gazeteciler Jan Kuciak Slovakya, Daphne Caruana Galizia da Malta gibi Avrupa ülkelerinde zalimce öldürüldü. Antonio Tajani, Avrupa Parlamentosu Başkanı iken bir basın toplantısında benim bir sorum üzerine, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı eleştirmekle birlikte, “Avrupa’da gazeteciler bu şekilde öldürülürken Erdoğan’ı nasıl yargılayabiliriz ki!” ifadesini kullandı. Avrupa’da gazetecilerin öldürülüyor olmasını ve tepkilerin zayıflığını nasıl değerlendiriyorsun?
Daphne’nin öldürülmesi karşısında İngiltere hükümetinden bir kelime açıklama dahi gelmedi! Çünkü Malta, The Commonwealth’in (İngiliz Milletler Topluluğu) parçası. Çünkü Malta, İngiltere’nin parasını Avrupa’ya sokmak için kullanıldı. İngiltere, bu cinayetin sorumluluğunu almalıydı. Malta, İngiliz ekonomisinin temel segmenti.
Avrupa’da da gazetecinin problemi, parası ve kazanç kaynağı olmaması. Bu nedenle fiziki tehdit geldiğinde kendini yalnız, savunmasız hissediyor.
Anna Politkovskaya, Rusya’daki durumu bize hatırlatır. Çeçenler onu Rusya ile muhtemel bir müzakere aracı olarak gördüler. O havalimanına gidiyor, uçak çoktan kalkmış. Uçuş şirketinden biri gelip, “Siz Anna Politkovskaya mısınız? Sizi çok okuyorum. Yeriniz hazır.” deyip onu başka bir uçağa bindiriyor. Bir çay veriyorlar ve bayılıyor. O şirketten olan adam, aslında gizli servis için çalışıyor. Politkovskaya bir hastanede uyanıyor ve zehirlendiği anlaşılıyor. Gerçekte zehirlemek değildi asıl amaçları, onu uyutmak ve yurtdışına çıkışını engellemekti. Herkes onun 007 üyesi olduğunu iddia etti, böyle inandırıldı insanlar.
Jan Kuciak, 5 kez dava açtı tehditlere karşı. Çok kırılgan bir gazeteciydi, avukat parasını bile ödeyemedi. Korumaları yoktu ve başına ateş ettiler nişanlısıyla birlikte. Daphne’nin korumaları vardı, ama kaldırdılar, çünkü hükümet para harcamak istemiyordu.
İtalya’da, geçen yaza kadar bir yıl görevde kalan aşırı sağ-popülist koalisyon hükümeti döneminde basın özgürlüğüne ilişkin çok tartışma yaşandı. Sen İtalya’da basın özgürlüğünün durumunu nasıl görüyorsun?
Burada basın özgürlüğü, yalan politikasına bağlı. Çalışma kalitesinden dolayı riskler var, muhtemel yasalardan dolayı değil. Yalan haberler (fake news) ve bunun hızla, kontrolsüz bir şekilde yayılması gerçek, devasa bir risk. Yani İtalya’da yasalarla basın özgürlüğüne bir saldırı görmüyorum, sektör çöküşte şu an.
AB, Erdoğan’a kullandığı tonu, Orban ve Muscat’a karşı kullanamıyor
Avrupa Birliği (AB) sınırları içinde Macaristan Başbakanı Victor Orban ve Malta Başbakanı Joseph Muscat gibi basın özgürlüğü konusunda eleştirilmesi gereken iki lider var. Sence AB, Erdoğan’a karşı kullandığı tonu onlar için kullanmamakta ikiyüzlülük yapıyor mu?
Kesinlikle aynı fikirdeyim. Sadece ikiyüzlü değiller, aynı zamanda suç ortakları da. Tamamen ikiyüzlü buldum bu tutumu. Bu tamamen kültürel bir şey, çünkü Erdoğan’a saldırmak daha kolay, çünkü o bir Müslüman. Orban ise belki dikkate alınmıyor, çünkü küçük bir ülkenin lideri, kimi ilgilendirir!
Muscat konusu daha beter, çünkü herkesin parası var onda. Muscat’ı eleştirirsen orada bulunan büyük şirketlerin merkezleri size yatırımda zorluk çıkarabilir. Avrupa’nın bu suç ortaklığını korkunç ve utanç verici buluyorum.
Sence Avrupa, Türkiye’yi içine almayarak hata yaptı mı?
Tamamen hata yaptı. Oysa Türkiye’deki özgürlüklerin kurtuluşu olabilirdi. Bazıları şöyle diyor ve belki haklı olabilir: Üye olunsaydı Erdoğan istediğini yine yapacaktı.
Ancak birliğe alınmaması bir yanlıştı, çünkü aksi halde gazeteciler tutuklanmazdı. Ben AB’nin, Cezayir, Fas, Lübnan ve İsrail gibi ülkelere kadar genişlemesini de arzu ederim. (EÇ/AS)