Click here to read the article in English / Haberin İngilizcesi için buraya tıklayın.
Yrd. Doç. Dr. Andrei Stavilă, Muğla Sıtku Koçman Üniversitesi’nde öğretim üyesiydi. Şubat 2015’ten Ocak 2016’ya dek olan sözleşmesinin iki yıl daha uzatılmasını bekliyordu ancak 18 Ocak’ta istifa etmek zorunda kaldı.
Süreç, “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisine dair yurtdışından bir akademisyen arkadaşının Facebook’ta yayınladığı destek bildirisine yorum yapmasıyla başladı.
Dört gün içinde istifa ederek Romanya’ya geri döndü.
Stavilă ile istifasına yol açan süreci, Türkiye’de “yabancı akademisyen” olma halini, Türkiye’deki akademinin durumu hakkındaki düşüncelerini konuştuk.
“Üniversitede siyaset konuşma” yasağına nasıl şaşırdığını, bildiriyi imzalamamasına dönük meslektaş tavsiyelerini, sosyal medya sayfalarının takip edilmesinden duyduğu korkuyu, akademinin içinde bulunduğu hali, imzacılara dönük baskıların ardından yaşananların kendisine çocukluğundaki Çavuşesku Romanya’sını hatırlatmasını anlattı.
“Türkiye’den ayrıldım, hikayemi anlatmak için güvendeyim” cümlesi anlattıklarının özeti sayılabilir.
"Sözleşmem uzatılacaktı"
Ne zamandır Türkiye’desiniz?
Doktoramı siyasal ve sosyal bilimlerde tamamladım. 2015 Şubat’tan Ocak 2016’ya dek çalışmak üzere Türkiye’ye geldim.
İlk anlaşmam 2015 sonbahar dönemi için Yrd. Doç. kadrosundaydı. Siyaset kuramcısı olarak İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde görevlendirildim.
Geçtiğimiz dönem üniversite, benim derslerimi ve yayınlarıma dayanarak sözleşmemi iki yıl daha uzattı. İstifa ettiğim 18 Ocak haftası YÖK’ten ilgili belgeleri bekliyordum.
"Üniversitede siyaset konuşma yasağı"
Türkiye’de çalışırken baskı ile karşılaştınız mı?
Muğla’ya geldiğim ilk akşam bölüm başkanı üniversite sınırları içinde siyaset tartışmama izin verilmediğini söyledi. Siyaset bilimi bölümünde görevlendirildiğim için bu yasağı şok edici buldum.
Bu şaşkınlık ilerleyen aylarda daha da güçlendi: Yıl boyunca öğrencilerim seçimler, çatışma, Ankara bombalaması, Ermeni Soykırımı gibi önemli siyasi konular hakkında yorumlarımı istedi. Bunu yapmamamın özellikle istendiğini belirterek yorum vermekten kaçındım.
Türkiye’de çalışan hem Türkiyeli hem de yabancı akademisyenler siyasi bir baskı altında. Genellikle Türkiye’yi olabildiği kadar çok övme ve siyasi konularda tartışmadan kaçınmak konusunda gayrı resmi bir istek var.
"Türkiye'den ayrıldım, güvendeyim"
Facebook’taki yorumunuz neyle ilgiliydi?
Türkiye’den ayrıldım, hikayemi anlatmak için güvendeyim. Sosyal medya hesaplarım sürekli izlenirken kişisel güvenliğimden endişeliydim.
14 Ocak’ta üniversitenin resmi Facebook sayfasında Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi rektörünün, Barış İçin Akademisyenler’in bildirisini imzalayanlar hakkında soruşturmaların başlatıldığına dair açıklaması paylaşıldı.
Ne bildiriyi ne de onu izleyen açıklamaları imzalamıştım. Bir meslektaşım imzalamamam konusunda tavsiye vermişti.
15 Ocak’ta İngiltere’deki profesör bir arkadaşımın Türkiyeli akademisyenleri destekleyen bir bildiri paylaştığını gördüm.
Oldukça kısa olan bildirinin altına şu yorumu yaptım:
Türkiye’de şu anda olanlar inanılmaz. Buradaki yabancı öğretim üyeleri, ben de dahil, ciddi şekilde en kısa zamanda ayrılmayı düşünüyoruz… Türkiye karanlık çağlara geri dönüyor, bazılarımız yöneticiler ve öğrenciler tarafından tehdit ediliyoruz. Yardımınız ve duyurduğunuz için teşekkürler.
"Neden böyle yorum yazdın?"
İstifanıza yol açan süreç nasıl gelişti?
Yorum yaptıktan sonraki iki saatten daha kısa süre içinde bölüm başkanı telefon etti. Oldukça kızgındı ve neden böyle bir yorum yazdığımı, YÖK’ün sözleşmemi yenilemeyebileceğini söyledi. Daha önce zaten korkunç bir komünist rejimde yaşadığımı ve bu deneyimi tekrar yaşamak istemediğimi anlatmaya çalıştım. Açıklama yapmamı beklemeden telefonu kapattı.
18 Ocak’ta, eğer bu durumun devam etmesi halinde istifa etmeye karar verdim. Bölüm başkanını kararımdan haberdar ettim. Hemen kabul etti; rektörlük zaten bu kararı almış gibi görünüyordu.
Bölüm Başkanı ilk sözleşmemin bittiği tarihli, sözleşmemin yenilenmesini istemediğimi belirten bir dilekçe yazmamın benim için ‘daha iyi’ olduğunu söyledi. Bu durumu meslektaşlarımıza anlatmak için gerçek dışı bir hikaye anlatmanın da ‘en iyi’ seçenek olduğunu ekledi. ‘Resmi’ açıklama, eşimi özlediğim ve onunla olmak istediğim için sözleşmemin devam etmesini istememem oldu. Güvenliğim ve hakkımda neyin en iyi olduğuna dair imalardan sonra istediğim tek şey olabildiğince çabuk Türkiye’den ayrılmaktı.
Neden istifa ettim (işten atıldım?) Bölüm başkanının anlatımına göre sahte isim kullanan biri rektöre Facebook’taki yorumumun görüntüsünü mail attı. Ve bu kişi, bu yorumun benim Türkiye hükümetine karşı ilk gönderim olmadığının altını çizdi.
Aynı gün istifa mektubumu gönderdim, eşyalarımı topladım ve 19’unda Muğla’dan ayrıldım.
"Baskıcı rejim unsurları"
Karşılaştığınız süreçle ilgili ne düşünüyorsunuz? Türkiye’deki üniversitelerin durumu hakkındaki görüşleriniz neler?
Bildiriyi imzaladığım için ya da Facebook sayfamda yaptığım yorum için işten atılmadım. İşten atıldım çünkü biri benim sosyal medya aktivitelerimi izledi. ‘İstifamdan’ sonra hoşçakal demek için görüştüğüm az sayıda meslektaşım ne söyleyip ne yazdıkları, kimlerle görüştükleri gibi konularda oldukça dikkatli olduklarını anlattı.
Türkiye dışındaki Türkiyeli akademisyenler, akademisyenlere destek bildirilerini imzaladıkları için tehdit altında hissediyorlar, bazıları işlerini bile kaybedebilir.
Bunlar basitçe baskıcı bir rejimde görülebilecek unsurlar – ki hepsini Çavuşesku’nun komünist Romanya’daki en kötü yıllarında bir çocuk olarak kendim deneyimledim.
Türkiye’nin bu yaklaşımı altında özel üniversitelerde akademisyenlerin nasıl çalıştığını, bu konuda yazmak ve konuşmak hakkında ne kadar özgür ve güvenli hissettiklerini bilmiyorum.
"Akademik referans değil aile bağları"
Benim tecrübem bana Türkiye’deki (devlet) üniversiteleri hakkında oldukça korkunç bir izlenim bıraktı: Üniversiteler arasındaki ilişkiler akademik referanslardansa aile bağlarına dayanıyor; işe alma süreçleri bireysel performanstansa arkadaşlıklara ve sırt sıvazlamaya dayanıyor; akademisyenler kendi niteliklerine göre değil YÖK’ün kabul ettiği programlara göre ders vermek zorunda; bazı istisnalar olmakla birlikte Muğla’daki öğrencilerin çoğu ders çalışmaktan kaçıyor, İngilizce’ye hakim olmanın zorunlu olduğu bir bölümde olsalar dahi çoğu temel seviyede İngilizce bile konuşamıyor.
Akademisyenler sistem tarafından oldukça aşağı bir entelektüel seviyede kalmaya zorlanıyor: bir ders üç saat, haftada 12 hatta 15 saat ders veren akademisyenler biliyorum! Üniversitelerdeki akademik performansın önemi ders verme performansın öneminden çok uzakta. Ders verme performansı ise haftada kaç saat ders verdiğinle ölçülüyor.
"Eğitim programı değiştirilmeli"
Türkiye’deki devlet üniversitelerinde eğitim programının radikal şekilde değişmesi gerektiğine inanıyorum. Ancak korkarım ki; Türkiye’deki devlet üniversitelerindeki reformla ilgili bu siyasi karar hiçbir zaman alınamayacak.
Şimdiki durumu bir yıl önceki koşullarla karşılaştırdığımda kampüslerde iyi ekipmanları sınıflar yerine daha fazla dini tesis; entelektüel ve kişisel özgürlükten daha çok konformizm var. Bir kaç ay önce, üniversite tarafından, bıyıkların şeklinin nasıl olacağının belirlendiği, kot giymeye izin verilmediği gibi maddelerin olduğu oldukça muhafazakar bir kıyafet kuralına dair resmi belge imzalamaya zorlandım."
"Batı görmezden geliyor"
Türkiye’de tekrar çalışmak ister misiniz?
Türkiye’de bir yıl kaldım ama ziyaret ettiğim yerleri ve tanıştığım insanları sevmeye başladığımı itiraf etmeliyim. Yaşamak ve çalışmak için güvenli ve görüşlerimi özgürce ifade edebilir hale gelir gelmez Türkiye’ye geri gelmek isterim.
Ama şimdiki Türkiye, ne yazık ki ölüyor ve onu kurtarmak isteyenler her gün azalıyor. Avrupa Birliği ve Amerika’nın teröre karşı mücadeleye yardım etme ya da mültecileri Avrupa’nın dışında tutmaya karşılık olanları görmezden gelmesi çok üzücü.
Korkarım ki, Batı sonunda gözlerini tekrar açtığında, sadece akademisyenler için değil tüm Türkiye vatandaşları için çok geç olacak. (BK)