Arktik dışı bir devlet olan ve bölgeyle ilişkileri henüz yeni başlayan Türkiye’de, Arktik ile ilgili bir dizi söylem yaygınlaşıyor. Örneğin, iklim krizi nedeniyle buzlar eridiğinde bölgedeki hidrokarbon kaynaklarının daha kolay erişilebilir hale geleceği ve bu kaynakların paylaşılamaması nedeniyle bölgenin bir çatışmaya sahne olabileceği gibi düşünceler, hem siyasi ve akademik çevrelerde hem de basında yer alan haberlerde oldukça yaygın.
Benzer şekilde, Türkiye’nin, Svalbard Antlaşması’na katılımının da ekonomik faydalar sağlayacağı düşünülüyor. Oysa bölgeye daha nüanslı ve eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşmak ve gerçekçi hedefler belirlemek gerekiyor.
Arktik’te bulunmak, Türkiyeli bilim insanlarının bilimsel projelerde yer alma şansını artırabilir, ayrıca Türkiye’ye prestij sağlayabilir. Ancak Arktik Konseyi gözlemci üyeliğinin somut ekonomik veya stratejik sonuçlar doğurmasını beklemek, gerçekçi değil.
Bu üyeliği mümkün kılmak için ise, Türkiye’nin bölgeye olan ilgisinin nedenlerini somutlaştırması gerekiyor. ‘Yeşil süper güç’ olma niyetine uygun politikalar benimsemek, mavi ekonomi alanında olası işbirliklerini netleştirmek ve Rusya ile diğer Konsey üyesi ülkeler arasında dengeli politikalar izlemek, iyi bir başlangıç olabilir.
Arktik, kutupta bir boşluk değil
Arktik ile ilgili yanlış bilgiler, henüz coğrafi olarak tanımlanmasından başlıyor. Google Translate da dahil olmak üzere birçok sözlük, ‘Arctic’ kelimesini Türkçeye ‘Kuzey Kutbu’ olarak çeviriyor ve bölgeyi, coğrafi olarak 90 derece enlemdeki hayali bir noktayla sınırlandırıyor. Oysa bu tanım, Arktik’teki kadim ve zengin kültürleri yansıtmaktan oldukça uzak.
Arktik, karlı, puslu ve kimsesiz bir bölge değil: Burada resmi olarak kabul edilmiş sekiz devlet var (ABD, Danimarka, Finlandiya, İsveç, İzlanda, Kanada, Norveç ve Rusya). Resmi kabule göre, Finlandiya’nın Rovaniemi kentinde yaşayan biri de Arktik ülkesi vatandaşı, Kaliforniya’da yaşayan biri de. Dolayısıyla, Arktik’i Kuzey Kutbu olarak tanımlamak, coğrafi, hukuki veya politik olarak tutarlı değil.
Bilim, stratejik varlık kurmak için kullanılıyor
İklim değişikliği ile birlikte buzulların giderek hızlanarak erimesi, Arktik Okyanusu’ndaki hidrokarbon kaynaklarını ve deniz rotalarını daha erişilebilir kıldı. Bu nedenle bölge ve zengin doğal kaynakları, bölge dışı devletlerin de daha fazla ilgisini çeker oldu. Bugün gelinen noktada bilim, Arktik’te varlık kurma amacıyla kullanılır hale geldi.
Çin’in Arktik’te varlık kurma çabaları, bu durumun ilk örneklerinden biriydi. İstanbul Politikalar Merkezi’nde (İPM) Arktik jeopolitiği üzerine düzenlediğimiz bir seminere konuşmacı olarak katılan, Kanada’daki British Columbia Üniversitesi’nin ve Arktik Enstitüsü’nün araştırmacısı Trym Eiterjord, Çin’in ilk olarak bölgeye bilimsel bir ilgi gösterdiğini, ancak ardından siyasi ve ekonomik ilişkiler kurmaya başladığını vurguladı. Eş zamanlı olarak bilimsel çalışmalarını da artıran Çin, böylelikle Arktik’e olan ilgisini net olarak ortaya koymuş oldu ve 2013’te Arktik Konseyi’ne gözlemci üye olarak kabul edildi.
Rusya’nın Norveç’e bağlı Svalbard Takımadalarında BRICS ülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’dan oluşan ancak yeni üyelerle genişleme kararı alan, gelişmekte olan ülkeler grubu) ve Türkiye ile bir bilimsel araştırma istasyonu kurma projesi de benzer şekilde değerlendiriliyor. Eiterjord’a göre Türkiye’nin Arktik’teki girişimleri de Çin’in daha önce başlattığı bölgesel varlık ile benzerlik gösteriyor.
Türkiye’nin Rusya ile işbirliği
Eiterjord’ın iddiası, Türkiye’nin Svalbard’daki araştırma üssü projesine katılımının, diplomatik açıdan diğer Arktik devletlerince olumlu karşılanmayacağı yönünde. Nitekim, Şubat 2022’de Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin akabinde Batılı Arktik devletleri Rusya ile ilişkilerini kesti. O tarihten bu yana Rusya ile diğer yedi Arktik devletleri arasındaki işbirliği, Arktik Konseyi düzeyinde de durdu.
Ne var ki Türkiye, şu ana kadar Arktik’te Rusya ile işbirliği aracılığıyla konumlandı. Svalbard’da Ruslarla ortak bilimsel araştırma merkezi kurma planları da, Arktik faaliyetlerinde Rusya ile gelişen ortaklığı gösteriyor. Üstelik bu, bilimsel olduğu kadar ekonomik bir işbirliği. Örneğin Türkiyeli bir firmanın, Rusya’nın Arktik’teki bir sondaj platformunun elektriklendirme projesi ve Rusya’nın Türkiye’ye buz kırıcı gemi üretimi yaptıracak oluşu, basına yansıdı.
Ancak bir NATO ülkesi olan Türkiye’nin Rusya ile Arktik’teki ilişkisi, kaçınılmaz olarak, örneğin, Çin ile Rusya arasındaki ilişkiden farklı. NATO üyesi olmayan ve kendini ‘yakın Arktik ulusu’ olarak tanımlayan Çin, Arktik’te ekonomik ve politik bir strateji geliştirilmiş durumda. Türkiye ise İsveç’in NATO üyeliğini zora sokması ve Rusya ile askeri ve ekonomik ilişkileri dolayısıyla farklı bir konumda olduğu gibi, somut bir Arktik stratejisi de geliştirebilmiş değil. Dolayısıyla Türkiye’nin Arktik’te nasıl bir pozisyon alacağı veya alabileceği de tam olarak anlaşılamıyor.
Yeşil dönüşüm
Türkiye’de Arktik’le ilgili iklim değişikliği, çevre, sürdürülebilirlik ve güvenlik konularında sınırlı bir farkındalık var. Bir Akdeniz ülkesi olan Türkiye’nin, Arktik ile ilgili çıkarlarının ve politikalarının belirsiz olması, normal karşılanabilir. Ancak Arktik Konseyi’ne başvuruda bulunduğuna ve Svalbard Antlaşması’nı onadığına göre, Arktik meselelerindeki konumunu güçlendirmek için çeşitli politikalar geliştirebilir.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Türkiye’nin Paris Anlaşması’na taraf olmasına ve 2053 yılına kadar net sıfır emisyon hedefine uygun olarak, yeşil dönüşümü kolaylaştırmayı amaçlayan iklim mevzuatının geliştirilmesine aktif olarak katılıyor.
Türkiye, 2030 yılı için emisyon azaltım hedefini, 2015’te belirlenen yüzde 21’den yüzde 41’e çıkararak, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki’nin ‘yeşil süper güç’ konumuna çıkma politikası doğrultusunda bir adım attı. Emisyonların mutlak azaltımını değil artıştan azaltımını öngören bu hedef, yetersiz bir gelişmeyi ifade ediyor ve ‘kritik derecede yetersiz’ olarak tanımlanıyor. Oysa Ankara’nın ‘yeşil süper güç’ söyleminin gerekliliklerini yerine getirmesi, Arktik Konseyi ile bağ kurma konusunda da faydalı olacaktır.
Londra Üniversitesi Paris Kampüsü’nün Uluslararası Politikalar bölümünde öğretim üyesi, 2018’den beri Paris-Saclay Üniversitesi'ndeki Arktik Çalışmaları Yüksek Lisans Programı'nda "Arktik Yönetişimi" ve "Arktik Jeopolitiği" dersleri veren Eda Ayaydın tarafından hazırlanan bu haber, kısaltılarak İklim Masası ve bianet işbirliği ile yayımlanmıştır.
İklim Masası, iklim kriziyle ilgili güvenilir bilgileri kamuoyunda yaygınlaştırmayı hedefleyen bir haber servisidir. Yazarları, haberleştirdikleri konularda uzmanlığı bulunan bilim insanlarından oluşur. (TY)