Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Siirt Milletvekili Gültan Kışanak'la Van'da dört gün süren toplantıların ardından konuştuk.
Kışanak, Meclis'e dönme kararları açısından neyin öncelikli olduğunu, Hatip Dicle ve tutuklu milletvekillerinin durumuyla ilgili yaklaşımlarını, yeni anayasanın hazırlanması sürecine nasıl baktıklarını anlattı.
Van'da demokratik özerkliğin altının nasıl doldurulacağı konuşuldu mu?
Demokratik özerklik BDP'nin de Blok'un da Türkiye'deki demokratikleşme ve Kürt sorununu çözme konsepti içinde önerilmiş politik bir programdır. Biz bu programın arkasındayız. Türkiye için tek çıkış yolu olduğunu düşünüyoruz. Bu ülkede yaklaşık 15 milyon Kürt var ve kendilerini dilleriyle, kimlikleriyle, kültürleriyle ve bir yerel yönetim modeliyle ifade etmek istiyorlar.
Bu ülkenin sınırları içinde birlikte yaşamanın, eşitlik hukuku içinde yaşamının bir formülü olarak demokratik özerkliği sunuyorlar. Bu anlamda demokratik özerklik bir barış projesidir, birlikte yaşamayı güvenceye alan bir projedir. Biz bu projenin siyasal olarak sorumlusu ve temsilcisiyiz.
Fakat inşa kararını alan ve ilan eden Demokratik Toplum Kongresi'dir. Önümüzdeki günlerde, 30-31 Temmuz'da, Diyarbakır'da toplantı yapılarak bu konu tartışılacak. Bu Kürtlerin, bölgede yaşayan tüm kesimlerin bir irade beyanıdır. Türkiye kamuoyunun bunu algılaması lazım.
Yasaları değiştirmek için güçlü bir toplumsal muhalefete, güçlü bir iradeye ihtiyaç vardır. Yasalar kendiliğinden değişmiyor. Bölge halkı, kendi iradesini çok daha güçlü bir şekilde ifade etmek için böyle bir ilan kararı almıştır. Bu benim kırmızı çizgim demiştir, yeni anayasa yapım sürecinde bunu görün demiştir.
Yeni anayasaya dair neler konuşuldu?
Türkiye'nin temel sorunlarının demokratik, sivil, çoğulcu, özgürlükçü bir anayasa yaparak çözmenin mümkün olduğunu düşünüyoruz. Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku olarak kendimizi Türkiye halklarının, emekçilerin, ötekileştirilen tüm kesimlerin sesini temsil eden bir grup olarak görüyoruz.
Bu nedenle anayasa yapım sürecinde, dışlanan tüm kesimlerin mücadelesini orada yürütmekle sorumlu görüyoruz kendimizi. Yürüteceğimiz çalışmaları şöyle ifade edebilirim... BDP'nin seçim öncesinde hazırladığı, üzerine çalıştığı bir anayasa taslağı vardı. Bunu artık olgunlaştırmak, toplumun çeşitli kesimleriyle bazı bölümlerini tartışmak daha önce yaptığımız bir çalışmaydı.
Bunu bir taslak metin olarak kamuoyuna sunmak istiyoruz. Buna paralel olarak yapmak istediğimiz bir şey daha var. Türkiye'de demokratik, özgürlükçü, sivil, çoğulcu bir anayasa yapmanın sadece parlamentodaki siyasi partilerle sınırlanmasının problemli bir yol olduğunu düşündüğümüz için, anayasa yapım sürecine toplumsal muhalefet kesimlerini dahil edecek kanalları oluşturmak istiyoruz.
Yapacağımız anayasanın söylediğimiz ölçüde özgürlükçü çoğulcu olmasının tek yolu vardır. Anayasa yapım sürecine tüm sosyal tarafların dahil olması; sivil toplum örgütlerinin, akademisyenlerin, aktivistlerin, farklı sosyal grupların dahil olup kendi görüşleri ve talepleri doğrultusunda anayasanın şekillenmesine katkıda bulunmalarıdır.
Bu süreci de inşa etmek istiyoruz. Dolayısıyla, anayasa çalışmamız iki yönlü devam edecek. Toplantının ana gündemi buydu. Diğer gündemler de bunun ekseninde dönüyor. Bir Blok partisi kurmak da bununla bağlantılı. Çünkü demokratik cumhuriyeti inşa etmek, bu cumhuriyeti artık demokratik değerlerle buluşturmak gerekiyor.
Demokratik özerkliği, demokratik cumhuriyetin bir programı olarak sunuyoruz. Demokratik cumhuriyetin ancak yerinden, güçlü yerel özerk yönetimlerle mümkün olabileceğini düşünüyoruz. Anayasa bu işin odağında.
Blok partisi ve anayasa çalışmaları bağlantılı diyorsunuz; ancak bir öncelik var mı, nasıl bir düzende yürüyecek?
Birbirine paralel yürümesi gereken çalışmalar bunlar. Anayasa konusunda iki nedenle acelemiz var. Birisi bu konudaki tartışmalar, talepler ve beklentiler, kamuoyunun bu konudaki ilgisi, anayasa konusunda belli bir düzeyi de gösteriyor. Bu konuda sıfır noktasında değiliz.
Zaten eğer bugün bu anayasa tamamen değişmeli, yepyeni bir anayasa yapmalıyız diyorsak, bu uzun yıllar toplamsal muhalefetin yürüttüğü mücadelelerin sonucudur. Bu konuda bir bilinç, bilgi birikimi ortaya çıkmış durumda.
Acele etmemizin ikinci nedeni de şu: Ekimde Meclis açılınca böyle bir çalışma başlayacak. Buna hızlı bir şekilde yetişmek ve buna müdahil olmak, anayasa yapım sürecinde aktif ve etkin bir rol almak durumundayız. Bu nedenle bekleyelim, Blok partisini kuralım, diyemeyiz. İkisi paralel yürüyecek çalışmalardır.
Yemin edilirse Meclis'teki çalışmalara katılmak mümkün. Bu konuda neler konuşuldu?
Biz başından beri, parlamento çalışmalarına katılmama kararımızı, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) parlamentoyu nasıl çalıştırmak istediğine dair tutumunu görerek belirledik. Dedik ki, biz parlamentoya gittiğimizde eğer anayasa yapım sürecinde aktif bir rol alabileceksek, eğer demokratikleşme konusunda sürecin bir parçası haline gelebileceksek gideriz.
Şu anda yaptığımız da siyasal süreci, AKP'nin tutumunu değerlendirmek; kendimize bir pozisyon alacağız. Bu konuda AKP'den milletvekilleriyle ilgili bir mutabakat beklemekten çok, Meclis'te çoğunluğu elinde bulunduran bir parti olarak katılımcı sürece ne kadar açıktır diye bakıyoruz.
Yoksa bizim oradaki varlığımıza rağmen, o bildiğini mi okuyacak, kendi anayasasını mı yapacak? Biz bunu görmek istiyoruz. Sözümüz orada kısılacaksa, değersizleştirilecekse, anlamsızlaştırılacaksa, biz bu işi sokakta yapmayı da biliyoruz. Ama biz parlamentodaki çalışmayı, orada olmayı önemsiyoruz.
Zaten böyle bir hedefimiz olmasaydı bu kadar engelli yolları aşıp parlamentoya gitmeyi hedeflemezdik. Şimdi görüyoruz ki, AKP'nin tutumu nedeniyle bu rolümüzü oynama konusunda sıkıntılar var. Bizim çabamız bunları aşmaya yönelik. Aktif ve etkin bir grup olarak parlamentoda var olmak istiyoruz.
Bugün görsek ki, parlamentoyu halkın iradesi doğrultusunda doğru bir şekilde işletebiliriz, yarın hemen gider yemin ederiz. Halkımız şunu bilmeli ki, bizim çabamız, tutumumuz, mücadelemiz daha demokratik bir sürecin önünü açmak içindir. Halkın iradesi doğrultusunda bir anayasa yapım sürecinin gerçekten işlemesi içindir.
Hatip Dicle ve tutuklu milletvekillerinin durumu?
Milletvekillerinin durumu önemsizdir demiyoruz. Önemli bir haksızlıktır, halkın iradesine yönelik önemli bir müdahaledir. Ama halk bize ne için oy verdi, biz halka ne dedik: Bu parlamento kurucu meclis gibi olacak, emekçiler, kadınlar, gençler, yoksullar, Kürtler, gayrimüslimler, biz sizin iradenizi oraya taşıyacağız ve yeni anayasa yapım sürecinde sizin sözünüzü söyleyeceğiz.
Biz bunun koşulları var mı yok mu bunu görmeye, koşullarını yaratmaya çalışıyoruz. Yoksa öbür arkadaşlarımızın durumu antidemokratik bir tutumun sonucudur, bir problemdir, halkın iradesine yönelik bir engeldir, onu da aşmak için mücadele ederiz; ama tek başına onu bir etken olarak önümüze koyup, bu olmadığı için parlamentoya gitmiyor tutumu içinde değiliz.
Bölgeye çok sayıda polis sevk edilmesi söz konusu. 90'lara dönülme ihtimalinden söz ediliyor...
Bu hükümetin yaklaşımının göstergesidir. Bu kadar kendi politikaları konusunda bile tutarsızlık içindeyse, görünen yüzü bile bu kadar muğlak, bu kadar değişken, bu kadar farklıysa, o zaman görünmeyen yüzüne dair kaygılı yaklaşmamızı haklı çıkaran bir tablodur bu.
Bunlar AKP'nin ve başbakanın bu sorunu çözme konusunda ciddi, samimi ve kararlı bir politikası olmadığını temel göstergesi. O günlerin atmosferinde söylenmiş laflar denebilir. Ama değil, bir başbakan günün atmosferi içerisinde duygusal reflekslerle, kamuoyunu tatmin edecek bu tür laflar edip, stratejik olarak nereye varmak istediğini muğlaklaştıramaz.
Başbakanın varmak istediği yer, aslında 90'lı yıllardaki bitirme konsepti. Demek ki yan argümanlarla bitirme konseptini perdeliyor. En ufak bir şeyde bu açığa çıkıyor. Bu iflas etmiş bir konsepttir. Genelkurmay dahil herkes böyle bir değerlendirme yapmıştır. Bu iş silahla çözülemez denmiştir. Genelkurmay demiştir ki, bizden ne bekliyorsunuz, biz beş kere öldürdük, bitirdik, gene doldu dağlar. Siz siyaset kurumu olarak işinizi yapmayıp bize havale etmeyin...
Bu memlekette bir genelkurmay başkanı bunu söyledi. Başbakanın böyle bir hevesi olabilir, ama ben inanıyorum ki, Türkiye bir kez daha 90'lı yıllara dönmeyecektir. Asla bunun koşulları yok. Bunun bir tek yolu vardır, 90'lı yıllara dönme hevesiyle Türkiye'yi bir etnik çatışmaya, bir uçuruma, kör bir kuyunun içine itme operasyonu olabilir.
Bu da bu başbakanın tüm Türkiye halklarına karşı tarihsel olarak işlediği bir suç haline gelir. Ben Türkiye'nin demokratik kamuoyunun böyle bir politikaya yol vermeyeceğini düşünüyorum. (YY/ŞA)