Bu yazı, Türk tarihinde uzun bir gelenek haline gelmiş olan ve 1959'da Türkiye'nin AET'ye başvurusu ile tepe noktasına ulaşan Batılılaşma projesini kapsamaktadır. 1978'de baş siyasi aktörlerin AET ile ilişkileri neden dondurdukları sorusunu tartışan bu araştırma, 1976'da ve 1978'de alınan olumsuz siyasi kararların temelinin, toplum ve devlet düzeyinde beliren 1960'larda başlayıp ve 1970'lerde ivme kazanan Batı karşıtlığı olduğunu savunmaktadır.
Batı karşıtlığı, iki temel etkenle açıklanacaktır. Birincisi "yapısal" etkendir ve Batı karşıtlığının tarihsel olarak Türk toplumunda içkin olarak var olduğu anlayışına dayanır. Bu anlayış, batılılaşmayı bir bütünleştirici devlet politikası olarak izleyen merkezî bürokratik elitle, çevre halkın kutuplaşmasını ifade etmektedir.
İkincisi "konjonktürel" etkendir ve özellikle 1970-1980 döneminde Batı karşıtlığının artmasında belirleyici olan dört ana nedenle açıklanacaktır.
Birinci neden "ekonomi" kaynaklıdır; Türkiye ve AET'nin uyumsuz ekonomi politikaları ve uluslara-sı siyasi ekonomide meydana gelen olumsuz gelişmelerin sonuçlarıdır; ikincisi, "dış politikadaki gelişmeler"dir; özellikle Kıbrıs meselesi ve onu takip eden Amerikan ambargosunun Türkiye üzerindeki olumsuz sonuçlarıdır; üçüncüsü "siyasi nedenler"dir; çok partili sisteme geçiş ve seçim sisteminin değişmesi ile birlikte radikal partilerin Türk siyasi hayatına girmesidir; ve sonuncusu, "ideolojik kültürel" nedenlerdir ve bunlar, 1961 Anayasası'nın sağladığı özgürlükler ortamı ile halkın radikal ideolojik hareketler çevresinde mobilize olması konularına işaret eder.
(...)
1950'lerde, AET ile ilişkiler, tam üyeliğin getireceği ekonomik menfaatler çerçevesinde yalnızca devlet düzeyinde tartışılmıştır. Ancak 1960'lardan başlayarak 61 Anayasası'nın sağladığı özgürlükler ortamında, toplumun, radikal sağ ve sol ideolojik hareketler çevresinde hem sivil toplum alanında hem de siyasi alanda temsil edilmesiyle mobilize olmasının sonucunda, Türkiye'nin AET ile ilişkileri de sorgulanmaya ve eleştirilmeye başlanmıştır.
Böylece, AET ile kültürel ve siyasi entegrasyon 1970'lerde büyük bir tartışma konusu haline gelmeye başlar. Bu çevreden gelen sağ ve sol ideolojiler, 1974-1979 döneminde radikal partilerin koalisyon hükümetlerinde yer alması ve merkez partilerin de toplumdan gelen radikal seslerden etkilenerek daha sol ve sağ bir söylem edinmesi ile, kararlarda kritik bir rol oynamaya başlayacaklardır. Nitekim, 1974-1979 döneminde oluşan koalisyon hükümetlerindeki parti liderlerinin demeçlerine bakıldığında, bu radikal söylemlerin etkileri fazlasıyla görülmektedir.
Örneğin radikal milliyetçi sağın liderlerinden Alparslan Türkeş'in MHP'de koalisyon ortağı iken Temel Görüşler'de verdiği demeç, bu kesimin Batı ve buna bağlı olarak AET karşıtı duruşunu yansıtması bakımından çok aydınlatıcıdır.
(...)
1970'ler boyunca izlenen dış borca bağımlı ekonomi politikaları sonucunda, 1977 ortalarında dış ödemeler dengesinde büyük sorunlar yaşamış, Türkiye'nin Batıya bağımlılığı büyük ölçüde artmıştır. Bununla birlikte, uluslararası finansal çevrelerde kredibilitesini yitirerek kredi bulmakta güçlük çeken ülkenin, Batı finansman çevreleriyle arasındaki ilişkiler gerginleşmiştir. (17)
Uluslararası siyasi ekonomideki bu olumsuz gelişmeler, iki tarafın protokollerdeki yükümlülüklerini yerine getirmesini de büyük ölçüde engellemiştir. Petrol krizi sonucu Avrupa ülkelerindeki aşırı enflasyon artışı ve işsizlik, bu ülkelerdeki göçmen işçilerin kendi ülkelerine gönderilmelerine ve yeni göçleri önlenmek için tedbirler alınmasına neden olmuştur(18). Böylece, hem dış borç içindeki Türkiye'nin döviz açığını artmış hem de Türk işçileriyle ilgili Katma Protokol'deki hükümler ihlal edilmiştir.
Bu da, Türkiye gözünde AET ülkelerinin inandırıcılığını zedelemiştir. Aynı zamanda, az gelişmiş ülkelere ve Akdeniz ülkelerine Genelleştirilmiş Preferanslar içerisinde tanınan ayrıcalıklar, Ankara Anlaşması ve Katma Protokol'le Türkiye'ye tanınan ayrıcalıkları erozyona uğratmıştır.
Türkiye'nin tekstil ve tarım ihraç mallarına konulan kota ve gümrük kısıtlamaları, AET ile entegrasyonun getirebileceği menfaatleri etkilemiştir. AET'ye karşı oluşan güvensizliğin en uç noktası, ekonomik ambargo ile birlikte ortaya çıkan Amerikan ambargosu karşısında, Türkiye'nin ekonomik kriz ve dış borç sorununu AET ülkelerinden talep ettiği yardım paketi ile gidermek istemesi ve bu isteğin reddedilmesidir. Bu gelişmeler, Türkiye'de büyük hayal kırıklığı yaratarak Batı'ya karşı şüphenin artmasına yol açtı.
1974-1978 dönemindeki tüm koalisyon hükümetleri tarafından dile getirilen AET ile ilişkileri belirleyen protokolleri revizyon talebi, ilk olarak 1974 CHP-MSP koalisyonu hükümet programında yer almıştır.
(...)
Ekonomik faktörler toplum ve siyasi liderler düzeyinde artan Batı karşıtlığını açıklamakta tek başına yeterli değildir. Dış politika ile ilgili gelişmelere bakıldığında Kıbrıs meselesi ve onu izleyen Amerikan ambargosu, Türkiye'nin AET ülkeleri ve Amerika ile olan ilişkilerini önemli ölçüde etkileyen olaylar olarak ortaya çıkar.
İlk olarak 1964 Johnson Mektubu ile, Türkiye'nin adaya asker çıkarmak için Amerikan askeri malzemelerini kullanma talebinin reddedilmesi ve olası Sovyet tehdidi altında NATO desteğini kullanamayacağının bildirilmesi, Türk tarafında Batı'ya karşı bir şüphe doğurmuştur. Türk hükümetlerinin Batı ülkelerine karşı duydukları bu şüphe, AET ülkelerinin 1974 Kıbrıs meselesinde Yunanistan'ın yanında yer alması ve Türkiye'nin uluslararası alanda batılı ülkeler tarafından yalnız bırakılması ile, büyük bir güvensizliğe dönüşmüştür.
Gürel'e göre, batılı ülkelerin Yunan tarafında yer alması özellikle 1978'den itibaren Türkiye'nin yeni bir güvenlik arayışına girmesine neden olmuştur. Bu çerçevede, özellikle 1970'lerin sonlarında Batıdan bağımsız bir dış politika arayışı hâkim siyaset haline gelmeyi başlamıştır. (22) Buna karşılık, 1960'lardan beri aşırı sağ milliyetçi ve İslamcı kesim ile aşırı sol kesimin söylemlerinde varolmuş Türkiye'yi Batı emperyalizminin kurbanı olarak görme eğilimi, o dönemin hükümetlerine de yansımıştır (23). Nitekim, bu dönemdeki liderlerin söylemlerini incelediğimizde, bu şüpheciliğin ve korkunun karar verme aşamasında da çok etkin bir şekilde ortaya çıktığını görüyoruz. Ecevit'in sözlerinden de anlaşılacağı gibi Türkiye, Batıya karşı güvenini tamamen kaybetmiştir;
Bir ulus mali bakımdan böylesine bir bunalım dönemine sürüklendiği vakit onun bu durumunu istismar etmek isteyecekler çıkabilir dünyada. Bizim için böyle kimseler, devletler, kuruluşlar var mıdır? Yok mudur? Kimse hakkında bir önyargı taşımaksızın bir varsayım üzerine konuşuyorum. Evet, Cumhuriyet tarihimizin en sıkışık en bunalımlı dönemindeyiz... kimse bu durumumuzdan yararlanmak suretiyle Türkiye'yi bu hükümet başındayken sıkıştıramayacaktır. Çünkü bizi sıkıştırdıkları, sırtımızı dayadıklarını sandıkları duvarda bütün dünyaya kapılar açmıştır bu hükümet. Eğer, biz buna rağmen bu duvarın ötelerine geçemiyorsak, arkamızda bir duvar olduğu için değil kendi sorumluluk duygumuz onu gerektirdiği için, kendi takdirimiz öyle olduğu için geçmiyoruz...Onun için öyle bir niyet besleyenler var mıdır, yok mudur bilemem, kimsenin günahına girmek istemem ama, kimse bizi zorlamaya kalkışmasın. Kimse bizi fazla zorlamaya kalkışmasın. Eğer sabrımız, tahammülümüz tükenip kendi yararımızı dünyanın yararından bir adım fazla düşünmeye karar verecek olursak bundan çok pişmanlık duyanlar çıkacaktır dünyada (24).
Yukarıda açıklanan yapısal ve konjonktürel faktörlerin ışığında, Türk toplumunun yapısal olarak merkezi bürokratik elitin batılılaşma politikasına karşı duyduğu tepki, 1960 ve 1970lerde, yukarıda belirtilen 4 konjonktürel faktör ile belirgin olarak açığa çıkmıştır. Siyasi ve ideolojik faktörler, yani 1961 Anayasası'nın getirdiği yeni yasal çerçeve ile birlikte oluşan görece özgürlükler ortamında halk, temel varlıklarını merkezi bürokratik ditin batılılaşma politikası karşıtlığı ile tanımlayan radikal ideolojik hareketler çevresinde mobilize olmuştur.
Seçim sisteminin değişmesi ile birlikte bu Batı karşıtı ideolojiler siyasi hayatta temsil edilebilme hakkına kurulan radikal partiler ile sahip olmuşlardır. Çevre halklardan gelen radikal sesler merkez partilerin de, halkın talepleri doğrultusunda, daha sağ ve sol yaklaşımları benimsemelerine yol açmıştır.
Bununla birlikte, dış politikadaki gelişmeler, özellikle Kıbrıs meselesi ve Amerikan ambargosu, ve ekonomik faktörler, yani uyumsuz ekonomi politikaları ve uluslararası ekonomideki olumsuz gelişmeler, bu dönemde başa geçen hükümetlerin, AET ülkelerine duydukları güvensizliği artırmıştır.
İlk kez radikal sağ partilerin 1974-1979 koalisyon hükümetleriyle oluşan koalisyon hükümetlerine katılımı ve merkez partilerin daha radikal söylemler edinmeleri ile çevreden gelen Batı karşıtı sesler, kararlarda kritik bir rol oynamaya başlamışlardır. Konjonktürel faktörlerin de Batı karşıtlığını yüzeye çıkardığı 1970-1978 döneminde, bütün bu faktörlerin kesişmesi ile hükümetler Batıdan bağımsız siyasetlerin arayışına girmişler, bu da Türkiye'nin AET ile ilişkilerinde olumsuz siyasi kararlar üretmelerine neden olmuştur.
Bu faktörler ışığında belirtmek gerekir ki, bu kadar çok faktörün etkili olduğu siyasi kararların sorumluluğunu yalnızca liderlere, özellikle bu örnekte olduğu gibi, 1978'deki kritik kararı nedeniyle, Bülent Ecevit'e yüklemek, kararları bütün boyutlarıyla değerlendirememenin bir göstergesidir.
Nitekim, yukarıda da değinildiği üzere, AET karşısında alınan siyasi kararlar, toplumsal talepler sonucunda ortaya çıkmış ve o dönemde bütün koalisyon hükümetlerindeki liderlerin söylemlerine girmiş bir Batı karşıtlığının somutlaşmış siyasi sonuçlarıdır.
Merkezi bürokratik elitin siyasi kontrolünden bağımsız olarak çevre halkın içinden çıkmış, geleneksel tarihi bağlarla beslenmiş ideolojik hareketlerin Türk siyasi hayatına ilk kez girmesi, siyasi karar mekanizmasında çevre seslerin kritik rol oynamasına neden olmuştur.
Bu da Batı karşıtlığını artıran konjonktürel faktörlerle buluştuğunda 1974-1978 koalisyon hükümetlerinde yer alan siyasi liderlerin hepsi Batı karşıtı bir söylem kullanmış ve 1978'de ekonomik kriz eşiğindeki ülkenin batılı ittifaklarından da yardım görememesi ile doruk noktasına ulaşarak AET ile ilişkilerin dondurulmasına neden olmuştur. (YP/BA)
* Yeşim Pekiner, Boğaziçi Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü
* Bu yazı, Yeşim Pekiner'in Toplumsal Tarih dergisinin Ekim 2004, 130. sayısında çıkan çalışmasının özetidir.
17) Balkır, Canan "Turkey and the European Community: foreign trade and direct foreign invest-ment in the 1980s", Canan Balkır ve Allan M. Williams (ed.), Turkey and Europe, London and New York, Printer Publishers Ltd., 1993, s. 100-140.
Çayhan, Esra, Dünden Bugüne Türkiye AB İlişkileri ve Siyasi Partilerin Konuya Bakışı Ankara, Boyut Yayınları, 1997. s. 194. Karluk, Rıdvan, Gümrük Birliği Dönemecinde Türkiye Gümrük Birliği Ne Getirdi Ne Götürdü? Ankara, Turhan Kitabevi Yayınlan, 1997 s. 395.
18) Çayhan, 1997, s. 153-197.
22) Gürel, Şükrü Sina, "Turkey and Greece: a Dif-ficult Aegean Relationship", Canan Balkır ve Allan M. Williams (ed.), Turkey and Europe London and New York, Printer Publishers Ltd., 1993, s. 161-190.
23) Kubicek, Paul "Turkish-European Relations: At a new crossroads?" in Middle East Policy Washington: June 1999. cilt. 6, Iss.4; s. 157-174.
24) Millet Meclis Tutanak Dergisi, D:5, T:2, C:7, 25.11.1978.