Bu kayıp, Türkiye’li sosyalistlerin bence önemli bir kısmı için kritik bir öneme sahiptir ya da olmalı. Benim kişisel ilişkim yaklaşık yirmi yıldır sürer. Akademik hayatın hemen her aşamasında kendisinden önemli destek aldım. Bunun ötesinde çevresindekilere olabicek her türlü konuda, öğrencilerine ve akademisyen dostlarına verdiği destek sanırım, zaman içinde daha belirgin hale gelecektir.
Dostlar derken, bunun çeşitliliğini anlatmaya gerek yok. Her yerden, her düzeyden insanlar kendiliklerinden burada yerlerini alırlar. Bizlerin Türkel hocayla ilişkisi hoca-öğrenci, dost-arkadaş ve yoldaş olarak sürdü. Kendisi de bu ilişkiden mutlu olduğunu her zaman belirtti. Sadece ilk toplantımızı orada gerçekleştirdiğimiz bir mekân olması dolayısıyla , ki biz orayı mekan olarak çok sevdik ve seviyoruz, Küçükkuyu grubunun 20008 toplantısının açılış konuşmasını yapmayı rahatsızlığına rağmen kabul eden Türkel hoca, bize gerek sunuşuyla ve de o toplantılar süresince nasıl “hoca olunur’a örnek davranışıyla adını koymadığı dersler verdi.Bu toplantıya katılan bütün arkadaşlar sanırım bu konuda mutabıktırlar.
Acımız Büyüktür. Bunu öncelikle sosyalistler/devrimciler anlamalı.
Biz kimi kaybettik?
Bu sorunun cevabı, biz bir sosyalisti, bir devrimciyi kaybettik, bunun telafisi elbette her devrimcinin ölümü gibi mümkün değildir. Ama Türkel hocamızı kaybettik. Bunun sorusu yok, cevabı muhteliftir. Sağlık sorunlarını yakından izlememize rağmen, ihtiyatla da olsa, doktora sınav jürilerine katılma önerilerimizi isteyerek kabul etti… Herhangi bir hoca bildiğim kadarıyla böyle davranmazdı. Sınavlarda akademisyen kimliğinden taviz vermeden ama kendince gerektiği yerde, doğru ve haklı müdahaleleriyle sınav sonucunu etkiyor olması sanırım doktora adaylarının da hafızasındadır .
Ben bu satırları yazarken Sevgili Yüksel Akkaya’ nın daha önce bahsettiğim “Küçükkuyu” gurubuna Fransa’dan gönderdiği yazı geldi. Ben, Yüksel hocamın samimiyetine dayanarak yazdıklarını aşağıya ekliyorum. Çünkü bizim cenahla Türkel hocanın ilişkisini Yüksel’den daha iyi anlatamazdım; Yüksel hocam, yüksek duyarlılığıyla fazla söz bırakmamış. Gönlüne sağlık.
Mavi Gözlü, Kırmızı Elbiseli Devrimci: Türkel Minibaş
Mavi gözlü, yüreği kocaman, aklı halkından yana, emekçi dostu, “gençlere” yadigar genç bir devrimci daha, Türkel Hoca da, ayrıldı aramızdan… Nail Satlıgan’ın çok yerinde bir tespiti ile Türkel Hoca “YÖN-Devrim” çizgisinin bugün cismanileştiği bir kişilik, bir kimlik, bir devrimci idi.
Evet, devrimciydi. Elbisesine sinerdi bu. Hatta takılarına, ojelerine… Kırmızı renk, devrime olduğu gibi Türkel Hoca’ya da yakışırdı… Mavi gözleri göğün, denizin özgürlüğünü yansıtırdı, pür neşe, sevgi dolu: sevenlerine…
Safların bir bir terk edildiği, ihanetin sokak sokak kol gezdiği bir zaman diliminde hem “diklendi”, hem de “dik” durdu. Emeğin, emekçinin, yoksulun yanında durdu… Omzuna dönenlerin, bırakıp gidenlerin, ihanet edenlerin yükünü de aldı; yıkılmadan, yalpalamadan yürüdü… Amansız hastalık yakasına yapışmış olsa da, o hiç umudunu yitirmeden yürüdü, kuşkusuz, hep çoğalarak…
Bu toprakların olduğu kadar dünyanın bütün sorunları da onun sorunu idi. Öğle olduğu için de zengin, köklü bir düşün sahibi idi. Yazıları, söyleşileri bunun şahididir. Bu nedenle ciddi sağlık sorunlarının olduğu günlerde bile başka ülkelerde dünyanın sorunlarını anlatmaktan kaçınmadı.
Gönüllü kulluğa baş kaldırmıştı. Ezilenleri, emekçileri, yoksulları da bu başkaldırıya çağırıyordu. Bu başkaldırı çevre hakkını da su hakkını da kapsıyordu. Büyük anlatı kadar “küçük” hikayeler de Türkel Hoca için büyüleyici idi. Kuşkusuz, her devrimci için bu çok doğal olmalıdır!
Elbet erkek egemen dünyanın tahakkümüne de bir devrimci olarak başkaldıracaktı. Bir kadın devrimci olarak, gereğini yapmaktan kaçınmayacaktı: Yazdıklarıyla olduğu kadar, yaşadıklarıyla da bunu gösterecekti…
Meraklı, bir “çocuktu” Türkel hoca… Her şeyi öğrenmeye yetişme merakı kadar, bütün öğrendiklerini paylaşma isteği, enerjisi de onu anlatmak isteyenlerin mutlaka gözünden kaçmayacak bir özelliği idi.
Meraklı olduğu kadar muzip bir “çocuk” idi Türkel Hoca… Bir insanı güzelleştiren, mizahın insanı insan yaptığı bu özellikten yoksun kalmak olmazdı! Olmadı da…
Mor ojeli kızımın, Asmin’in kırmızı ojeli teyzesi, Türkel Hocam, bu bahar, olmazsa yaza Ayvalık’ta buluşacaktık…
Davetin kabulümüzdür. Geleceğiz… Büyük bir kırmızı kolye ve kırmızı oje getirmek de sözümüz olsun…
Türkel Hocam, kızımın kırmızı elbiseli devrimci teyzesi, ihanetin kol gezdiği, kitlesel firarların olduğu bir zaman diliminde kalenin burçlarında dalgalandırdığın bayrak yere inmeyecek. Çoğalarak çoğaltacağız dalgalandırdığın bayrakları, bu toprakların emekçileri, genç bilim insanları seni hep sevgi ile anacak.
Bekle bizi…
Yüksel hocanın yazdığı bu satırların üstüne bir şeyler yazmaya gerek yok. Zaten satırlarda kifayetsiz.
Ben Türkel hocamı, son yaş günündeki enerji ve neşesiyle hatırlayacağım.(MT/YA)