TEKEL direnişi sadece Türkiye'de değil, dünyanın çeşitli ülkelerinde son yılların en önemli işçi direnişlerinden biri olarak dikkat çekiyor. Başta Avrupalı sendikal hareketler olmak üzere dünyanın her yerinden işçi sınıfı temsilcileri Sakarya Caddesi'ndeki direniş çadırlarına gelerek TEKEL işçilerine mücadelesinde destek oluyor.
28 Şubat pazat günü de Avusturya işçi marşı, hem Almanca hem Türkçe olarak Avusturyalı işçiler ile birlikte söylendi Ankara'da. İsrail'den gelen bir ritm grubu işçilere davulları, zilleri ve düdükleriyle moral verdi.
Hükümetin işçilere 4/C'ye geçiş için tanıdığı süre 2 Mart Salı günü doluyor. Danıştay'da görülen dava da işçilerin geleceği açısından büyük önem taşıyor.
Bu nedenle TEKEL direnişi sürecinde en baştan itibaren neler yaşandığını, yakın gelecekte ortaya çıkacak olası gelişmeleri TEKEL işçilerinin örgütlü olduğu TEK GIDA İŞ Sendikası'nın Genel Başkanı Mustafa Türkel bianet için değerlendirdi.
TEKEL direnişi en başından itibaren baktığımızda sizin için ne anlama geliyor?
Türkiye'de özellikle 12 Eylül sonrasında özgürlükleri ellerinden alınan, psikolojik baskı altına alınan, AKP döneminde de adeta bir korku tünelinin içine sokulmak istenen toplum, TEKEL işçisinin bu mücadelesi ile birilikte yeniden kendine gelmeye başladı. Özgürlük mücadelesinin bu ülkede demokratik kurallar içerisinde sürdürülebileceğini, toplumun ve kamu vicdanının kırmadan, dökmeden verilecek bir mücadelede olabildiğince en üst düzeyde destek verebileceği ortaya çıktı.
Bu konuda mücadelenin başladığı günden bugüne 75-76 gündür TEKEL işçilerini mücadelesi adeta kamuoyu tarafından bayraklaştırıldı. Arkadaşlarımız mücadelenin ilk gününden bu yana sendikamızın aldığı kararlara ve bu kararların uygulanmasına tereddütsüz olabildiğince bağlı, Mahatma Ghandi modelini uygulamakta bütün kararlılıklarını ortaya koydular. Türkiye kırmadan, dökmeden daha onurlu daha dik, inadına kararlı bir eylemin kamu vicdanında çok etkin bir yer alabildiğini gördü bu direnişle birlikte. Yaşananların basın tarafından değerlendirildiğini de TEKEL eylemliliği gösterdi.
Bizden sonrakiler için de bir "açılım" olacaktır bu olay. Çünkü biz bu mücadeleyi öyle ya da böyle başarıyla bitirdiğimizde, Ankara Sakarya caddesinin adı "işçilerin emek mücadelesi alanı" olarak hatırlanacak. Biz o çadırları geçici olarak kaldıracağız, emek mücadelesinde çadırdaki direniş fikrini başkaları devralacak. Onlar da bunda sonra çadırlarını koyarak Türkiye ve dünya kamuoyuna kararlılıklarını göstertecekler. Bu mücadele bizim için işçi sınıfının yeniden uyanışı, toplumun özelleştirmelerin ne gibi yakıcı sorunlar doğurduğunu anlaması bakımından önemli. İşçilerin de dayanışmada ortaya koydukları mücadelede sonuca gitmek için ne tür birliktelikleri yeniden örmesi gerektiği açısından da önemli dersler çıkarılması gerekiyor.
TEKEL direnişi aslında toplumdaki dayanışma duygusunu yeniden harekete geçirdi. Hem Türkiye hem de uluslararası toplum direnişi yakından takip etti ve çeşitli biçimlerde işçilere desteğini gösterdi. Belki de hak arama mücadelesinin yanı sıra TEKEL direnişinin en önemli tarafı buydu. Siz yaşanan süreçte bu konuyla ilgili neler gözlemlediniz?
Dayanışma gerçekten toplumun önemli hasletlerinden birisiydi. Uzunca bir süredir de eksikliği hissedilen bir konuydu. Burada toplumsal dayanışma en üst noktaya çıktı. İnanıyorum ki bu dayanışma kültürünün asıl nedeni TEK GIDA İŞ sendikasının öncülüğünde TEKEL işçilerinin verdiği bu mücadelenin ortaya koyduğu felsefede yatıyor.
Çünkü toplumsal dayanışmayı sağlayabilecek olgunlukta bir mücadeleyi ortaya koyamasaydık toplum paniğe kapılabilirdi. Buraya dayanışma için gelmeyi bir tarafa bırakın, herhangi bir olay olur düşüncesiyle yakınından bile geçmeyebilirdi. Topluma güven veren bir önderlik yapısı içerisinde bu eylem kendisini daha iyi anlattı, daha büyük destekler aldı. Bugün 76'ıncı gün ve yurt dışından gelen desteklerin en üst düzeyde olduğu bir gün. Bunlar bize gelecek adına da umut veriyor.
4 Şubat Dayanışma eylemi öncesi ve sonrası ile göz önüne alındığında sendikaların tavrını nasıl yorumluyorsunuz?
Türkel: Türkiye'de sendikal hareketin, özellikle işçi sendikalarının buradan alacakları çok önemli dersler vardır. Özellikle de TÜRKİŞ'e bağlı sendikaların. Çünkü beklenen performansı gösterdiklerini söylemek zor. Eğer sendikacı dostlarımız o sendikaların üyeleri ile birlikte her gün birisi buraya gelip bir kitlesel açıklama yapabilseydi kendilerine 30 günde bir sıra gelecekti. Bu dayanışmayı gösterebildiklerini söylemek zor. İstisnalar elbette var, kendi çapında çırpınan, çabalayanlar oldu ama ne yazık ki işçi sendikalarımız bu konuda istenen performansı sergileyemediler. Bunun önemli ölçütlerinden birisi de maalesef 4 Şubat dayanışmasıdır.
4 Şubat eylemine iki açıdan bakmak mümkün. Bir emekçi kendi sorunları dışında bir başkasıyla dayanışma için ilk defa iş bıraktı. İş bırakanlara elbette bu anlayış ve dayanışma için minnet borcumuz var. Ancak genel bir açıdan baktığımızda 4 Şubat Dayanışma eylemi ne yazık ki istenen sonuçları ortaya koyamamıştır. Bunun sonuçlarının irdelenmesi, nedenlerin sonuçların iyi anlaşılması gerekiyor. Bu anlamda mücadelenin bitmesi ile birlikte aydınlarımız, yazarlarımız ve işçi önderleri tarafından kamuoyunda çok tartışılacaktır. Ben de Salı günü bu konu ile ilgili bir değerlendirme yapmayı düşünüyorum.
Bunun bir değil birkaç nedeni var. Bu mücadelenin gerçekte neyin mücadelesi olduğunu fark edemeyen bir sendikal anlayış maalesef hala egemen. Bu mücadeleden başarı ile çıkmak işçi sınıfının kaybettiklerini gelecekte telafi etmesi için çok önemliydi. Ama tam tersine bu mücadelenin başarılı olmasını istemeyen sendikaların varlığını yaşadık biz. Onun için işin bu tarafını tarihe bırakmak istiyorum. Ama önümüzdeki günlerde bir basın açıklamasıyla bu konuyu tartışacağız.
Zaman içerisinde TEKEL işçilerinin kişisel olarak size de tepkileri oldu. Bu süreçte TÜRK İŞ Genel Sekreterliği görevinizden istifanız ile gündeme geldiniz? İşçinin bu tavrına ilişkin düşünceleriniz neler?
Tepkiler doğaldır, zaman zaman ben de başkalarına karşı tepki gösterdim. 76 gün içerisinde işçilerin umutlarının en üst noktaya çıktığı da oldu, hayal kırıklıklarının yaşandığı, umutların kırılıp döküldüğü zamanlar da. Buna sinirlerinizin dayanması mümkün değil.
76 gün, her gün sabahleyin yeni bir umutla kalkıyorsunuz, akşam umudunuzu yitiriyorsunuz. Bu sürece her birimiz kırgınlık ve kızgınlıklar ile girdik. Benim de arkadaşlarımı kırdığım zamanlar oldu. İşçi arkadaşlarımız da tepkilerini doğrudan bana karşı değilse de kurumsal yapıya karşı ortaya koydular.
Biz bunları anlatmaya çalıştık ama bunu beceremediğimiz zamanlar da oldu. 76 gün de dile kolay; evinden ocağından ayrı, yaşam koşulları belli, bir yandan açlık grevleri öbür yandan dayanışmadaki eksiklikler. Bunları üst üste koyduğunuz zaman onlarca sebep ortaya çıkar işçilerin gösterdiği tepkiler ile ilgili olarak. Ancak şunu söylemek lazım ki TEKEL işçisi bu mücadeleyi tarihe altın harfler ile kazımıştır. Bu mücadelenin bir parçası olmaktan da hep onur duyacağız.
Bu direniş süresinde başta başbakan olmak üzere hükümet üyelerinin sergilediği siyasi tavrına nasıl bakıyorsunuz?
Hükümet bu krizin yönetiminde sınıfta kalmıştır. Hükümetin sayın başbakan başta olmak üzere o demokratik tavrı, sahip olduklarını iddia ettikleri o demokratik duruşları yok olmuş, yüzlerindeki maskeler dökülmüştür. Hükümetin demokrasisinin d'sinden nasibini almadığı ortaya çıkmıştır.
Bu bizzat TEKEL direnişi ile daha iyi görünmüştür. Dış dünya da AKP hükümetini daha iyi görmüştür. Başbakan kürsüye çıkıp demokrasi nutukları attığında aslında sadece kendisi gibi düşünenleri demokrasi kapsamında gördüğü, ötekileri ise yok etme anlayışına sahip olduğu ortaya çıkmıştır. Amiyane tabiri ilke sayın başbakanın karizması çizilmiştir. Hükümet bu konuda sınıfta kalmıştır.
Çünkü hukuku ihlal etmiştir, bizim anayasal hakkımızı elimizden almıştır, bizi adeta faşist bir dayatma ile karşı karşıya bırakmıştır. Bu ibretlik bir olaydır ve bundan sonra başbakan her nerede demokrasiden bahsederse artık hep TEKEL işçileri aklına gelecektir. Türkiye'de aslında bu demokrasi nutuklarını kimsenin yemediği aklına gelecektir, demokrasi nutukları atarken de artık dili, dudakları titreyecektir.
4-C statüsünün iptali ve 4-C'ye geçiş süresini 1 ay olarak düzenleyen hükümet kararnamesinin iptali için açılan dava ile ilgili beklentiniz nedir?
Yargı sürecini dikkatle takip ediyoruz ve Danıştay da önemli bir kararın arifesinde, bir an önce bir karar vermesi gerekiyor. Yoksa Mart ayının 2'sinden sonra hak kayıpları meydana gelecektir. Esas ile ilgili görüşmelerini daha sonra yapabilir yüksek mahkeme ama 2 Mart günü hükümet kararnamesiyle 4046 sayılı yasadaki 8 aylık hak düşürücü süreyi, kanunu da ihlal edercesine 1 aya çekmesini bir şekilde durdurması gerekiyor.
Çünkü 8 ay kanunla düzenlenmiş bir süre. Özelleştirme mağdurları için kanunda iş kaybı tazminatı var, buna karşılık da hükümetin "1 ay içinde geçmezsen 4/C hakkını da elinden alırım" gibi bir dayatması söz konusu. Mahkemenin bu iki şık arasında olumlu veya olumsuz bir karar vermesi gerekiyor. Çünkü binlerce insanı etkileyen bir sonuç var ortada ve ayın 2'sinden sonra da geri dönülmesi imkansız sonuçlar doğurabilir bu süreç. Telafisi mümkün olmayan zararlar doğuracaktır çalışanlarımız adına. Mümkünse 1 Mart pazartesi açıklaması gerekiyor kararını. Bu hukuki kararın sonuçlarını toplum değerlendirmeli diye düşünüyorum.
Eylemin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Eylemler bundan sonra da bir şekilde devam edecektir ama bundan sonra yeni bir döneme başlıyoruz. Biz her dönemde kendi eylemlerimizi kendimiz belirledik. Ankara'ya gelişe biz karar verdik, TÜRK İŞ'in önüne gelmeye biz karar verdik, oturma eylemine biz karar verdik, çadırları biz kurdurduk, çadırlardan sonraki eylemlere de biz karar vereceğiz. Örgütümüz bir araya gelecek ve kararlarını verecektir.(MU/EÜ)