Tarhan Erdem yönetimindeki KONDA'nın 2007 tarihli araştırmasına göre, Türkiye nüfusunun yüzde 85'i Türkçe'yi anadili kabul ediyor.
Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) 2008'i Uluslararası Diller Yılı ilan etti. bianet, Türkçe'nin sorunlarını Maltepe Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Başkanı Yusuf Çotuksöken'e sorduk.
Sizce Türkçe'yi yeterli ve doğru biçimde öğrenebiliyor ve konuşabiliyor muyuz? Bu bağlamda neler yapılmasını önerirsiniz?
Türkiye'nin en önemli sorunlarından biri Türkçe/anadili öğretimidir. Türkçe/anadili dersleri bilgi dersi olmaktan çok beceri dersleridir, bu nedenle de öğrencilere verilen kimi kuramsal bilgiler çokluk uygulamalarla (anlama ve anlatma becerileri bağlamında) pekiştirilmezse hiç de başarılı olunamıyor. Özellikle 1980'den sonra düşünmeyen/sorgulamayan, sadece inanan ve sadakatle çevresine (kurumuna, devletine) bağlı insanlar yetiştirme amacıyla yapılan eğitim planlamalarının sonucu başka türlü olamazdı.
Neler yapılabileceğine gelince:
1. Eğitim özerk bir yapıya kavuşturulmalı. Siyaset kesinkes eğitimden elini çekmeli, eğitim bu alanın uzmanlarına bırakılmalı.
2. Eğitime yatırılan para çokluk ölü yatırım olarak değerlendiriliyor bizde ve dünyada. Oysa en büyük yatırım eğitime yapılmalıdır. Eğitim sorunları ancak daha çok ve kaliteli eğitim kurumları, eğiticiler, çağdaş ve bilimsel eğitim programları, sağlıklı ve yapıcı denetimle çözülebilir.
Türkçe hızla küreselleşen dünyada kendini yenileyerek var olabiliyor mu? Yoksa daha çok bir bozulma ve fakirleşmeden mi bahsetmek gerekir?
Türkçe küreselleşme sürecinde, kendi dinamiklerini (çok uzun geçmişi, sağlam ve tutarlı dil bilgisel özellikleri, 200 milyona yakın konuşuru, söz=sözcük ve terim üretmedeki olağanüstü yetenekleri: ek üretme, sözcük bileştirme, anlam ekleme, budama, kısaltma, ölü sözcükleri diriltme, yerel sözcüklerden genel dile aktarma, gerektiğinde yabancı sözcükler alıntılama vd.) harekete geçirerek varlığını sürdürmeye çalışıyor.
Şu an için Türkçe kimi sorunlar yaşasa bile dilde herhangi bir bozulma ve yozlaşmadan söz edilemez. Bu görüş kimilerine aykırı gelebilir. Çünkü Türkçe, özellikle de 1000 yıllık Anadolu Türkçesi, 600 bin sözden oluşan sözvarlığıyla, anlatımdaki değişik incelik ve olanaklarıyla, çeviri yapmaya ve yapılmaya elverişliliğiyle sapasağlam ortada.
Bireysel bilgisizlikleri, bilinçsizlikleri, güçsüzlükleri, yetersizlikleri ve yeteneksizlikleri olan kimselerin Türkçe kullanımında yol açtığı kimi sorunlar hemen her dilde görülebilir. Hangi sorunlar bunlar diyeceksiniz? Yabancı sözcüklerin akını, yazım kurallarına tam olarak uyulmayış, dil ve anlatımdaki sorunlu durumlar, yanlış kurulmuş, çarpık, değişik anlamlara çekilebilecek cümleler…
Türkçe'nin bir yandan küreselleşmenin yarattığı dilsel ve kültürel sorunlarla, öbür yandan kendi konuşurlarının bilgisizlik ve yetersizlikleriyle baş edebilmesi doğrudan doğruya kamunun/halkın sorumluluğundadır. Çünkü dili yaratan kamu, korumasını bildiği gibi geliştirmesini de bilir. Başta da Türkçe/anadili eğitimine her şeyden çok önem vermesi gerekir.
İkincisi, Türkiye halkı çok iyi bir programlama, yüreklendirme, özendirme ve desteklemeyle etkin bir okuma düzenine geçebilir, bilgi toplumu olmanın önkoşullarına kavuşabilir.
Artık devletin yanında sivil toplum kuruluşları da yönetişimin paydaşları arasında yer alıyor. Bunu çok önemsemeliyiz.
Son olarak da Türkçe'nin yazı ve kültür dili olarak geliştirilmesi yolunda özellikle aydınlarımızın, bilimcilerimizin ve edebiyatçılarımızın olağanüstü bir çaba göstermeleri, daha çok üretmeleri, daha geniş halk kesimlerine ulaşabilmeleri, bu amaçla da kurumlar arasında daha sıkı işbirliği kurulması gerekmektedir.
Türk Dil Kurumu'nun çalışmalarını nasıl buluyorsunuz?
Türk Dil Kurumu'nun tarihinde iki aşama bulunmaktadır: 1. aşama (1932-1983; Atatürk'ün Dil Kurumu dönemi), 2. aşama (1983-2008; Kenan Evren'in Türk Dil Kurumu).
Özerk bir dernekten devlet kurumuna dönüştürülen bugünkü resmi TDK, siyasilerce gerçekten de işlevsizleştirilmiştir; şu an ne bilim kurulu, ne danışmanlar kurulu, ne yönetim kurulu vardır.
Bir başkan ve görevlendirmeyle getirilen birkaç uzman/bilimciyle debelenip duruyor. Kurumun durumu içler acısı. Bu konu ancak Türk Dil Kurumu'nun Atatürk'ün vasiyeti gereğince eski durumuna dönüştürülmesiyle çözüme kavuşabilir. TDK bugün 12 Eylül anlayışı ve uygulamalarınca gasp edilmiş kurumlar arasındadır.
Hükümetin ve ilgili akademisyenlerin/uzmanların Türkçe konusundaki tutum ve çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
TBMM'de Türkçe'nin yozlaştırılmasının önüne geçilmesi konusunda birtakım çalışmaların yapıldığını biliyoruz. Bilim insanlarından, üniversitelerden, alan uzmanlarından görüş istediler. Herhalde bu görüşler doğrultusunda hükümete bir rapor hazırlayıp Türkçe'deki yozlaşmanın önüne geçmeye çalışacaklar. Şu an gelişmeleri beklemek durumundayız.
Akademisyenler arasında Türkçe konusunda farklı yaklaşımlar var. Bir kesimi Türkçe'nin bilim, kültür, sanat ve felsefe dili olmadığı görüşünü savunuyorlar, bir bölümü arada kalmış durumda, bir bölümü ise Türkçe'yle bilim de, sanat da, felsefe de yapılabileceğine inanıyor ve ürünlerini de bu anlayışla ortaya koyuyor.
Küresel dil olan İngilizce'ye yenik düşen bilimcilerden hayır gelmeyeceği gün gibi ortada. Dil Derneği (eski TDK'li uzmanlar, bilimciler, öğretmenler, dilseverlerce 1987'de kuruldu), bütün olanaksızlıklarına karşın, var gücüyle Türkçe'nin korunup geliştirilmesi yolunda çalışmalar (kitap yayını, bilimsel toplantılar, ödüller, vd.) yapıyor.
Türkçe, bu ülkede özgün bilgi, görüş, akım, yaklaşım, sanat, kültür vb. üretildiğinde ancak gelişme gösterebilir. Bilimsel, kültürel ve sanatsal üretimden yalıtılmış bir dil önce yerelleşir, ardından da yok olma sürecine girer…
Bir yakınma olacak ama söylemek gerekir: Türkçe üzerine yapılan çalışmaları küçümseyemeyiz. Ama bugün bu çalışmalar nitelik ve nicelik bakımından çok daha iyi durumda olmalıydı.
Sözgelimi değişik dilbilgisi anlayışlarıyla hazırlanmış Türkçe dilbilgisi kitaplarımız yok, dört dörtlük bir Türkçe sözlükten yoksunuz, kökenbilim (etimoloji) sözlüğümüzün eksikliği de belirtilmeli bu arada. Terim çalışmalarında özelikle 1983'ten sonra belirgin bir duraklama var…
Dil, siyasal kararlarla, çıkarılan düzeltme yasalarıyla yoluna girmez, evet gerektiğinde dil planlaması yapılırken birtakım yasal düzenlemelere gidilebilir ama dile biçim verecek olanlar, dili koruyup geliştirecek olanlar halkın kendisidir. Özetle herkes diline özen göstermeli, dil sevgisi ve bilincini geliştirmenin yollarını aramalıdır. Doğru ve temiz bir Türkçe hepimizin ortak isteğidir. Bunu oluşturmak da hiç zor değildir: Niyet, program, uygulama, özeleştiri ve denetim…
Sizce Türkiye'de çeşitli topluluklarca kullanılan diğer dillerin hızla kaybolmasının Türkçe üzerinde olumlu ya da olumsuz bir etkisi var mı?
Bu konuda bir araştırma yapılıp yapılmadığı bilmiyorum. Ben yapmadım, o nedenle de tam bir yanıt veremeyeceğim. Ancak şu kadarını söyleyebilirim. Diller de zamanı gelince ölür, bu süreci kimi girişimlerle belki biraz uzatabilirsiniz ama engelleyemezsiniz.
UNESCO, ölmekte olan dünya dillerinin sözlü ve yazılı malzemelerini toplamak, bu malzemeden yola çıkarak o dilin dilbilgisini ve sözlüğünü hazırlatmak üzere dilbilimcilerden yardım ve destek almaktadır. Türkiye'de de böyle bir yola gidilebilir, kanımca. Üniversitelerde araştırma enstitüleri kurulabilir, bu diller gözlem altına alınabilir, gerekli sözlü ve yazılı verimleri derlenip araştırma yapmak üzere arşivlenebilir…
Birleşmiş Milletler'in 2008'i “Uluslararası Diller Yılı” ilan etmesini sevinçle karşılıyorum. İlgi çekeceğini ve bu alanda çok önemli çalışmalar yapılacağını umuyorum… (KM/TK)