Yazar Vedat Türkali'yle buluştuk ve söyleşiye başladık. Türkali, Kürt sorununun geçmişi, Kürt siyasetçilere yapılan operasyonlar, hükümetin "demokratik açılım"ı, CHP'nin ve Deniz Baykal'ın tutumu, solun olanakları üzerine çözümlemelerini anlattı.
Bugünkü Türk toplumunun temel yapısal sorunlarından biri, şu anda kan aktığı için de en başta gelen sorunu Kürt sorunudur. Biz Kürt sorununu konuşurken şunu bilmeliyiz, Türkiye'de var olan tüm halk yığınları, yani Laz, Çerkes, Gürcü, Arap, Boşnak, Ermeni, Yahudi, Rum, Çingene, kim varsa, hepsi, ulusal kimlikleriyle ilgili temel insan haklarından yoksun bırakıldıkça bu sorun çözülmez, Türkiye de rahat yüzü görmez: Bundan biz Türkler de zararlı çıkarız.
Bugüne kadar olan olaylar bunu gösterdi. Biz bu temel yanlışımızı savunup duruyoruz. Eskiden bunları gizli gizli konuşuyorduk, şimdi bu iş su yüzüne çıktı. Şu günlerde de iyice çıkmaza girdi. Çünkü Türkiye'de Türk egemen politika yürüten partiler, siyasal gruplar, bu işin doğru, sağlıklı çözümüne özenenleri bile, ortak bir saldırıyla hemen kendi yanlarına, çözümsüzlüğe çekiyorlar. Bugün görünen o.
Açılım
Halk yığınlarından gelen baskıyla, "zaruret-i eşya", yani olayların itmesiyle, akan kanın durdurulması için girişime kalkışan iktidarın karşısına muhalefet örgütleri dikiliyor hemen; işi çıkmaza sürüklemek, çözümü sabote etmek için ellerinden geleni esirgemiyorlar. Muhalefet, iktidar yanlış bir şey yaparsa zorlayıp doğru yola yöneltmek için, başka, yeni bir çözüm önermek gerekir. Muhalefetçe ortaya atılan yeni, ileri bir çözüm de yok! İktidardaki AKP "Kürt açılımı yapacağım" dedi. CHP ve MHP, dediğine pişman ettiler. İktidar ürkerek gerileyip ağız değiştirdi; "demokratik açılım" dedi. Ona da aynı şey oldu. Dediğimiz gibi, yalnız Kürt sorunu değil, yama bohçası bir imparatorluktan devralınmış ülkemizdeki halkların temel haklarının nasıl sağlanacağı sorunu bu. Demokrasinin temel sorunu. Anayasal bir sorun yani.
Halk açlıktan da devletten de korkuyor
İktidardaki parti, Meclis'te az ele geçirilebilir bir çoğunluğa dayanıyor, anayasal değişikliği bir türlü beceremiyor! Türkiye'yi korku yönetiyor çünkü!.
İktidar muhalefetten korkuyor, muhalefet iktidardan. Halk işsizlikten, açlıktan da korkuyor, devletten de! Tüm işler çıkmaza sürülüyor. Toplumu değiştirecek emekçi sınıflara, katmanlara dayanacak gerçek sol partilerden bin bir oyunla yoksun bırakılmış toplum. Ülkenin ileri, sol bilinci, temelinde Kemalizm'e bağımlı yanlış bir "sol-sağ" anlayışıyla bataklığa sürüklenip halk yığınlarından koparılmış.
Depremlerin yıktığı çürük yapıların yerini nasıl eğreti deprem çadırları almışsa, darbeler, faili bilinmez cinayetlerle çalkanıp duran toplumda, emekçi halka dayalı ileri düşünce alanları da, temelinde halka ulaşamayan "solcu!" çadır örgütlerle kaplanmış.
Hepsi birleştiği anda bile, bir seçimde halktan yüzde bir bile oy desteği sağlayamıyor. Bir tek Kürt halk yığınlarının egemen olduğu bölgelerde, sola destek yüzde yetmişleri buluyor. Düzenin bekçisi iktidarları, bu temel sorunda korkuya düşüren de bu olsa gerek. Atlanacak bir olgu değil bu?
Remzi Kartal ve Zübeyir Aydar
Son günlerde beni üzen, Avrupa'daki Kürt halkının demokratik temsilcileri ve Remzi Kartal'ın, Zübeyir Aydar'ın, kimi PKK zanlılarıyla tutuklanmaları, ROJ TV'yi karartma atılımı oldu. Birçokları bunu büyük bir başarı zannediyorlar. Dünyaya bir kör bakıştır, gerçeklere sırt çevirmektir bu. Hiç rastlantı gibi de görünmüyor.
Aynı günlerde Diyarbakır'da bir futbol maçında halklar birbirine düşürülmek istendi. Belçika'da Brüksel'de bu tutuklama dolayısıyla Kürt yığınların Türk işyerlerine saldırdıkları duyuruluyor.
Kim tarafından yapılmış olursa olsun, bütün bunlar provokasyondur. Tabii, hemen aklımıza bu provokasyondan çıkar sağlayacak olan karanlık, gerici güçler gelir. Her iki yanda da bunlara alet olacak bilinçsiz insanlar bulmak güç değildir. Ama bu, sonucu değiştirmez. Ben Remzi Kartal'ı eskiden tanırım. Vaktiyle bir Doğu gezisi yapmıştık. Mustafa Ekmekçi'nin telefonu aracılığıyla tanıştık. Kartal aşiretindendir. Van'a gittiğimiz zaman dişçiydi. Bizi Van'daki Ahtamar adasına götürdü, kiliseyi gezdik, Hoşap kalesini gezdirdi, çevreyi tanıttı bize. Ondan sonra dostluğumuz kopmadı, sürdü. Bildiğim, o günler Kürt örgütlenmesiyle ilgili değildi. Biz devrimciler de PKK'nın çıkışına kuşkuyla bakıyorduk. Kürt sorunun bilincindeydik ama, Türkiye'de Kemalist devletin her türden ilerici atılıma baskısı Kürt sorunu provoke edilerek sağlanmıştı; onun tedirginliğindeydik.
O günlerden bu yana, kesintilerle süren yakınlıktan sonra saptamam şu oldu: Remzi, Kürt liderleri içerisinde insana güven veren, bilgili, bilinçli, düşmanlık duygularıyla kişiliğini zedelememiş, dürüst bir insandır. Londra'da kaldığım yıllarda bana gelip evimde misafir kalırlardı. Zübeyir Aydar, Yaşar Kaya, Remzi Kartal...
Remzi Kartal'la en son biz Roj TV'de karşılıklı konuştuk. Ben istemiştim. Kimle konuşmak istersin dediler, Remzi dedim. O gün de gene bugünkü iktidar, Roj TV'de konuşanları terörist ilan etmişti. Böyle bir şeye boyun eğmek, bir yurttaş, özellikle bir yazar için bağışlanamaz onursuzlukta bir tutum olurdu. Bakın, bir TCK. 140. madde vardı o günler, dışarıda Türkiye'yi, halkı, devleti küçük düşürenlere, bilmem kaç yıl ceza verirlerdi. Hollanda'daydım daha eski yıllarda. Bir televizyon konuşması yapmıştım, 12 Eylül'den sonraydı. Bana spiker, "140. madde var", biliyorsunuz dedi. "Ben de zaten o maddeye göre davranıyorum" dedim. "Korkar da sözümü esirgersem işte o zaman milletimizi, halkımızı küçük düşürmüş olurum" dedim. Bugün de öyle düşünüyorum. Roj TV'de konuşurken de öyle düşündüm. Türkiye'ye döndükten bir süre sonra, telefonda ölümle tehdit etti birileri. Avukat arkadaşlar savcılığa başvurdu. Telefonum "iznimle" dinlemeye alındı. Öylece kaldı.
Ben Avrupa'daki bu son tutuklatma olaylarının Kürt sorununun çözümünde çok yanlış tehlikeli biçimde zararlı olduğuna inanıyorum. Karanlık güçlerin en kirli oyunudur; halkın umut yolunu kesmektir; halkları birbirine düşürmektir.
Bugün Kürtlerle Türkleri birbirine saldırır ve kırdırır hale getirirlerse bu ülke batar, bunun acısını da ülkedeki tüm halklar çeker. Çok kritik bir coğrafyada yaşıyoruz. Bir günler, Kürt arkadaşların bir bölümü ayrı bir Kürt devleti düşüncesindeydiler. Onlara şunu demişimdir: Ben karşı değilim, ama bugünkü ortamda, Ortadoğu'nun emperyalist saldırıların stratejik odağı olduğu bir dönemde, bir Kürt devleti kurmaya kalkmak başarılı sonuç vermez. Ama kuklalar çıkabilir ortaya.
Barzani ve Talabani
Bugün Barzani, Talabani, bir devlet kurduklarını iddia ediyorlar. Ben Kürtlerin devlet kurmasına karşı değilim ama adamın sözüne bakıyorum. "Amerika bizden üs isterse vermekten onur duyarız" diyor. Böyle bir Kürt devletinin kurulması halklara ne kazandırır, söyler misiniz? Biz daha İncirlik'i tasfiye edemedik; başımızda bela: Orada nükleer silahlar var, Amerika'nın insafına kalmış. "Alın gidin bu bombaları, istemiyoruz" diyecek güç yok. Türk'ün de başına bela, Kürt'ün de.
Deniz Baykal ve "Yeşilçam açılımı"
Şimdi bakın, bizdeki muhalefet için size iki örnek vereceğim. Bugünkü gazetelerde var. Avukat Kemal Anadol. CHP'lidir. Babasını da tanırım. Bunlar zamanında TKP ile ilişkiler kurmuş bir aileydi. Kemal'in de ilişkisi oldu mu, bilmiyorum, ama olabilir.
Muhalefet iktidarı biraz kızdırmış olmalı. Başbakan -ki eski bir "komünizmle mücadele" militanıdır- Anadol'a "senin cemaziülevvelini biliriz" gibisine bir taş attı. "Sen eski bir komünistsin, konuşma" demek istiyor. Başbakanımız bu kafada biri yani! Ülkeye ancak böyle bakabiliyor demek. Ancak sol, temel sorunumuzu çözmede öylesine güçsüz ki, böyle bir başbakan bile ileri görünüm veren düzeltmelere kalkıyor. Toplumda yumurta kapıya gelmiş çünkü. Buna karşı Deniz Baykal, büyük bir celadet gösterisiyle Kemal Anadol'a sahip çıktı. "Ne olmuş yani" diye dikeldi hemen. Bayağı yiğit demokrat yani! Görünüş bu, değil mi? Oysa ki o başbakan olumlu politik bir yaklaşımla sinema, tiyatro, ses sanatçılarıyla konuşma yolunu tuttu. Çok akıllıca bir iş yaptı ve sanatçıları toplayıp onların desteğini sağlamak için başvurdu. Deniz Baykal da alay ediyor aklınca; "Yeşilçam açılımı" diyor Başbakanla alay edeyim derken Yeşilçam'la alay ediyor. Bir siyasal önderin memleketine, halkına yabancılaşmasının tipik bir örneği.
Ben elli yıllık bir Yeşilçamlı olmaktan onur duyuyorum. O topluluk içinde topluma yararlı filmler yapmak için canını dişine takanların yanında oldum; ne mutlu bana!. O beğenmedikleri Yeşilçam filmlerinin Türkiye'de dokuz milyon seyircisi vardı bundan 25, 30 yıl önce. Hiç bir şey yapmasalar, Amerikan ve yabancı kötü filmlerin, o teneke kültürün temsilcilerinin yolunu kesiyor, köylülere, işçilere, basit insanlara film yapıyorlardı. Yanlışı vardı, zevksizliği vardı. Asıl önemli olan o yanlışlara, çirkinliklere karşı halkı uyarmak çabasıyla sinema alanında savaş vermekti.
Yeşilçam alaycılığıyla ortaya konan tavır, yazık ki yüz karası bir tavırdır. Kemalist geçinen aydının halk yığınlarına tepeden bakma tavrıdır. Bu kafayı taşıyanlar bu ülkede kolay kolay iktidar olamazlar.
Alınganlıkla, öfkeli konuşuyor diyecekler çıkabilir. Yeşilçam'da yalnız değildik. Oyuncusu, yönetmeni, işçisi, yazarıyla herkesin bildiği bir sürü ad sayılabilir. En büyük kavga kime karşı oldu? Sansüre karşı. Yani, devletin olumsuz baskısına karşı. Adeta yabancı filmlere alan açar gibi, onlara hak gördükleri birçok şeyi Türk sinemasına yasaklamışlardı. Deniz Baykal'ın içinde bulunduğu parti, o dönemin sorumluluğunun bütün ağırlığını taşır. CHP yeniden iktidar olduğu zaman, "Ecevit, Karaoğlan'ımız geldi, oh demokrasiye kavuştuk" dendi. Biliyor musunuz, o iktidar döneminde Türk sinemasına hiçbir hak tanımadılar, sansürü de kaldırmadılar. İktidarın çağrısıyla Sinema örgütlerinin temsilcileri olarak, Lütfü Akad, Halit Refiğ, Süreyya Duru, Mahmut Tali Öngören, V. Türkali, daha birileri Ankara'da toplanarak umutla hazırladığımız tasarı olduğu gibi kaldı.
Kim kaldırdı peki sansürü? Bugünkü haline yönelik ilk adımı atan, yazık ki Özal'dır. Şimdi ben Özal'ın propagandisti gibi oluyorum ama gerçek bu. Bu rastlantı değil. Deniz Baykal'ın sözüne değinmemin nedeni bu. Onların sinemaya, sanata yaklaşımları, Yeşilçam'a yaklaşımları, halka tavırlarının bir göstergesi. Dediğim gibi, o dönemde olumlu hiçbir şey yapmadıkları gibi, eskisinden de aşağılık bir sansür yönetmeliği getirdiler.
Bir de bizden imza istediler, toplantıya bile gitmedim. Bunların politika felsefesinin temel yönü bu. Ecevit devrildi, İstanbul'a geldi. Sinemacıları davet etmiş, konuşacakmış onlarla. Ben gitmedim, haber yolladım iktidardayken yapmadığını şimdi mi yapacak diye Milliyet gazetesinde açık mektup yayınlamıştım daha önce de. "Lütfen sinemamıza sahip çıkın Sayın Ecevit" diye.
"Deniz Baykal sosyal faşist"
Bugün bunları yıkan bu halk; Yeşilçam'ın beğenmedikleri, ülkenin var olan tüm halklarıyla dinci, köylü yapılı halk yığınları. "Değerli sosyal demokrat", bana sorarsanız sosyal faşist Deniz Baykal'ın da politika felsefesi buna dayanıyor.
CHP bugün bir avuç "oligark"ın elinde. Kendini dev aynasında gören, aslında soluğunu yitirmiş aydınların oligarşisi var orada. CHP'de çok değerli insanlar var, gerçek sosyal demokratlar var ama hiçbirine fırsat verilmez kolay kolay. Politika felsefeleri de, pratikleri de yanlış. AKP iktidarı, halkın itkisiyle, dünya politik konjonktürünün zorlamasıyla, pragmatik biçimde onlardan çok daha iyi şeyler yapma özentisine kalkışıyor. Türkiye'nin durumu bu.
"BDP olumlu kapı"
Gelelim Kürt sorununa. Bunun olumlu kapısı bugün BDP -dün DTP'ydi- onlarla esaslı iş birliği yapmaktır. Öcalan bugün, siz beğenin beğenmeyin, itibarı zirvede olan bir politik önder. Dağdakine de sözünü geçirebiliyor, kenttekine de. Bunu öfkeyle karşılayacaklarına bu gerçeği görsünler. Değiştirmek ellerinde değil, mümkün olsaydı bugüne kadar çoktan yaparlardı. Milyonlarca insan "yolum Apo'nun yoludur" diye imza veriyor bugün.
Politikada önyargı baş belasıdır, Türkiye'nin önce bu baş belasından kurtulması gerek. Ama bunlar tam tersini yapıyorlar. Çözüm için elverişli unsurların hepsini susturmak ve güya emirlerine alabileceklerine inandıkları birtakım Kürt gruplarına yolu açmak istiyorlar. Bu olmaz, yürümez. Bu elli sene uygulandı ve Kürt halkını hiç de temsil etmeyen kişiler, şıhlar, ağalar, aşiret başkanları Meclis'te, sahtekarca "Ne demek, devletimizdir, hökümatımızdır" diye laf ettiler bir sürü, dalkavukluklar yapıldı. Ama sorun çözülmedi, içten içe işledi. Apo'ya da dağ yolunu açan, zorlayan bu tutumdur; devletin yanlış, ters Kürt politikasıdır. Ve bundan hepimiz zarar görüyoruz.
Remzi Kartal, çok sayıda olmayan Kürt aydınları içerisinde güvenilecek kişilerden biridir ve onu içeri attırıyorlar. Aysel Tuğluk ve Ahmet Türk, onlar da diyalog kurulabilecek insanlardı ama onlara vuruyorlar. Rastlantı olamaz. Ters, yanlış, karanlık oyunun ürünleri bunlar.
"Herkes birbirinden korkuyor"
AKP bunun kurnazlıkla farkında. Muhalefetin her yanlış adımı sevindiriyor onları. Bu yapıdaki, kafadaki muhalefet bu iktidarın daha on sene iktidarda kalmasına çanak tutabilir. Başbakan seviniyor, "Deniz Baykal muhalefette devam etsin" diyor. Çünkü bu muhalefet Türkiye'de iktidara gelemez, gelmeyecek. Gelsin diye de dua etmiyorum.
Seçimlerde baraj sorunu var biliyorsunuz. Hiçbir demokratik ülkede olmayan yüzde onluk barajı kaldırmıyorlar. Bundan daha antidemokratik, halk aleyhtarı bir tutum olamaz. Bakın, CHP içinde gerçek bir sosyal demokrat olan değerli yazar, gazeteci, dürüst politikacı Altan Öymen Radikal'de, bu baraj konusunda rakamları, başka ülkelerdeki demokratik örnekleriyle açık seçik uyarıcı yazılar yazdı. CHP oligarklarının kılı kıpırdadı mı? Sosyal demokratlıkla ne ilgileri olabilir bunların. Köhne devlet politikası geleneğine bağımlı kişiler bunlar. Demokrat Kürtlerin yasal yollardan, ulusal kimlikleriyle seçimlere katılmasını bir türlü içlerine sindiremiyorlar.
AKP, bu baraj kalırsa Kürtlerin oylarına konacağı hesabında. Yanlış hesap. Kürtler o dönemi aştılar. CHP sinsi bir yöntemle korkutarak iktidarı yıpratma, çürütme oyununda. AKP bu son anlaşmada, hani Habur'dan girdiler falan, gizli bir konuşma yapmış Kürtlerle. Hazırlıklar yapıldı, hakikaten kapı aralandı. Çok mutlu olduk bundan. Kıyamet koptu. CHP ağır suçlamayla saldırdı. Kütlerle gizli anlaştınız diye. Vatan elden gidiyor! Gerçekten gizli bir sözleşmenin yapıldığını açıklamak da Hatip Dicle'nin marifetiyle oldu! İktidar korkarak döndü o yoldan. Bu kez Sırrı Sakık açıkladı ki, Deniz Bey de seçim sırasında seçim listesine yirmi PKK'lı almak için, Kürtlerle gizli konuşmalara girişip anlaşmaya çalışmış. Bu kez Deniz Bey'in ödü patladı! Yadsımaya kalktı. Doğru yolu onlar da biliyorlar ama yürekleri yok. Herkes birbirinden korkuyor!
Sol
Egemen sınıf partilerinin, sosyo-politik olayları tüm boyutları içinde görüp kavramaları kolay değildir. Türkiye'de egemen sınıflar içi, kıran kırana bir kavga var bu gün. Doğal ki, emekçi yığınların sırtında tepişerek yürütülüyor bu kavga. Bugün tüm dünyaya egemen finans oligarşisine nişanlı yapısındaki Türkiye'de, devlet erkini elinde tutan ordu uslandırılıp mali oligarşiye uysal bir yapıya dönüştürülüyor.
Kemalist ordunun, "Vatan-Millet-Sakarya" edebiyatıyla kurduğu devletin varacağı bu aşama, eski Marksistlerce yıllar öncesinden görülmüştü. Finans oligarşisine dayanan yapı güçlenince, sömürüde büyük pay kapmak için sınıf içi itiş kakışlar çıktı ortaya; kaçınılmaz sonuç geldi.
Önce, Türk toplumunun sosyo-ekonomik yapısal gerçeğini doğru saptayıp doğru kavramak gerekir. Birikiminden soyutlanmış, geçmişin, doğrulu, yanlışlı değerli denemelerinden koparılmış bir sol ülkeye yabancı demektir; Bu alandaki kazanımlar üstünde enine boyuna düşünmek, doğru yolu saptamak için en güvenilir yöntemdir.
Türkiye'nin ağır basan sosyo-politik yapısal sorunları ortadadır artık. Gerçek çözümü, Türkiye'yi, dünü, bugünü ile doğru kavramış bilimsel sol getirebilir ancak. Egemen sınıf partilerinin temsilcileri tarihsel körlüğe düşerler, Yıllar öncesinde dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Kürtler ayaklanınca "28 defa isyan ettiler yendik, 29'uncuyu da yeneceğiz" dedi. Övündüğü bu. Çözeceğiz diyemiyor! O çözümsüzlüğün ülkedeki halklara nice acılar yaşattığının duyarsızlığında bir Cumhurbaşkanı! Ne diyebilirsiniz?
Bu kadın niye Kürtçe bilmiyor
Eşim Merih'le birlikte, bundan çok yıllar önce Doğu gezisi yaptık. 12 Eylül dönemi. Kürtler işkencede, Kürtçe de kesinlikle yasak. Bütün Doğu'yu dolaştık, kasabalara gittik. Kürtçe yasaktı ama eczanede, avukat yazıhanesinde, mimarların bürosunda Kürtçe konuşuluyordu. Değerli dostumuz yazar Esma Ocak bizi köyüne götürdü. Esma Hanım'la konuklarını görmeye Kürt kadınları geldi. Hiç unutmuyorum, Merih'le Kürtçe konuşuyorlar. Hiçbiri Türkçe bilmiyor. Merih de dinliyor. Esma Hanım güldü, "Konuğumuz Kürtçe bilmiyor" dedi. Yüzlerinde bir şaşkınlık oluştu, "Bu kadın niye Kürtçe bilmiyor" diye (gülüyor).
"Türkiye'yi kaybediyoruz"
Sen Kürtçe yasak diyeceksin! Sonra, Evren Paşa "Biz bir yanlış yaptık, dillerini ve kültürlerini yasaklamayacaktık" dedi. Ama senin devlet adamlığın nerede, öngörüşün nerede? Biliyor musun ne kadar kan döküldü onun için?
Ahmet Kaya, Kürtçe şarkı söylediği için Paris'te mezarda bugün. Acı şeyler bunlar, öyle gülerek karşılanacak şeyler değil.
Sonra biz dolaştık Trabzon'a geldik. Bizi telefonlarla Mustafa Ekmekçi yönlendiriyor. Trabzon'da bir avukat, CHP'li eski milletvekili, üç dönem; Ecevitçi. O bizi karşıladı. Konuşuyoruz, dedim ki "Ne olacak bu Kürt sorunu, bakın herkes Kürtçe konuşuyor". "Bakın" dedi, "Bu olay Meclis'te de böyle". "Oturuma ara verdiğinde, Doğulu milletvekilleri hemen bir köşeye çekilir, hangi partiden olurlarsa olsunlar bir araya gelir, Kürtçe konuşurlar" dedi. Peki dedim "Bunun için bir şey yapmadınız mı?" "Valla düşündük" dedi. "Biliyorsunuz bizde her şey askeriyede biter". "Bir kurmay albay var, irtibat kuruyor. Ona anlattık, cevabı şu oldu: "Bir milyon insanı öldürmekle devlet bir şey kaybetmez." Türkiye'yi kaybediyoruz! Nereye varıldı bu kafalarla, gördük. Yetti artık! Bunu yalnız biz değil, artık tarih diyor galiba! (TK)