Yıllarca sesiyle Yeşilçam'ın şarkılı filmlerine "perde arkasından" can veren, üç yüze yakın filmde dönemin ünlü oyuncularının söyler gibi yaptığı şarkıları seslendiren Belkıs Özener ile sinema alanındaki araştırmalarıyla Türk sinema yazınına önemli katkılarda bulunan, Türkiye'nin sinema alanındaki ilk kadın profesörlerinden Seçil Büker de "Bilge Olgaç Başarı Ödülü"nü alacaklar.
Cazibe Hanımın Kötülük Düşleri: Suzan Avcı
Türkiye sinemasının; "iyi kadın"ın karşısında hep ezilen, ikinci plana itilen kimi zaman da sadece iyi kadının rolünü daha verimli kılmak için devreye sokulan "ikinci" oyuncuların da aslında başroldeki iyi kadınlar kadar önemli olduğunu oyunculuk gücüyle kanıtlayan, kendine özgü oyunculuk tarzını "vamp kadın" imgesiyle birleştirerek filmlerinde "iyi kadın"ların "dikensiz gül bahçesi" olan hayatlarında hep bir diken gibi duran "sarışın", "kötü" ama "cazibeli" oyuncusu...
Suzan Avcı 1937'de Bursa'da doğdu. Yıldız mecmuasının açtığı "Sinema Güzeli" yarışmasında Leyla Sayar ve Pervin Par'ın ardından üçüncü olması ona sinemanın kapılarını açtı. 1956'da yönetmenliğini Abdurrahman Palay'ın yaptığı "Kurt Mustafa" filmle sinema dünyasına adım attı. Kariyeri boyunca yaklaşık 120 filmde rol aldı.
Yılan Kadın'ın Suzan'ı (Nuri Ergün, 1970), Yaşamak Bu Değil'in Gülbahar'ı (Temel Gürsu, 1981), Yakut Gözlü Kedi'nin Hüsniye'si (Nejat Saydam) ve hatta Kızıl Maske'nin Suzi'si (Çetin İnanç, 1968) idi o.
Eşi senarist Erdoğan Tünaş'ın yazdığı Yuvasız Kuşlar, Çılgın Arzular, Mutlu Ol Yeter gibi filmlerin vazgeçilmez oyuncusuydu. Kendi deyişiyle, sadece beş defa "iyi kadın"ı oynadı. Munis rollerin de hakkını fazlasıyla verse de seyirci onu hep o fettan, gönül çelen, yuva yıkan, baştan çıkaran kadın olarak görmek istedi. Kambur filminde "iyi kadın" olarak yansıdı beyazperdeye: Kasabada herkesin aşağıladığı ve taşladığı "kambur"a yardım eden kadındı ama tam anlamıyla iyi sayılmazdı aslında; bütün iyiliğine rağmen, "düşmüş bir kadın"dı o.
1960'lı yıllarda sahneye çıkarak şarkıcılık da yaptı ama gözü ve gönlü her zaman sinemadaydı Suzan Avcı'nın. Rollerindeki kendinden emin tavırlarıyla ne kadar güçlü ve ne kadar dişi olduğunu gösterdi izleyiciye. Rol aldığı filmler arasında Kaderin Önüne Geçilmez (1961), Gençlik Hülyaları (1962), Buzlar Çözülmeden (1965), Çirkin Kral (1966), Ölmeyen Aşk (1966), Funda (1968), Sarmaşık Gülleri (1968), Aşk Mabudesi (1969), Ölmüş Bir Kadının Mektupları (1969), Fosforlu Cevriye (1969), Kezban Roma'da (1970), Mahpus, Azap Kambur (1973), Baraj (1977), Hülya (1988), Beşinci Boyut (1993), Ömerçip (2003) sayılabilir.
Sahibinin Sesi: Belkıs Özener
Şarkılı "Türk filmleri"nin unutulmaz sesi Belkıs Özener, 1955'de katıldığı bir ses yarışmasında birinci oldu. O yılların ünlü gazinosu Beyaz Park'ta yapılan bir törende ödülünü alırken herkes onun ileride büyük bir sanatçı olacağını düşünüyordu. Bu başarısı üzerine, ilk kez 16 yaşındayken Tepebaşı Gazinosu'nda yuttu sahnenin tozunu.
Özener'in bir yarışmayla başlayan müzik yolculuğu, dönemin müzik üstatları Zeki Duygulu, Radife Erten ve Alaeddin Yavaşça'dan aldığı Türk Sanat Müziği dersleriyle sürdü. Bir süre sahnelerde söyledi şarkılarını. O dönemde, ablası Gönül Yazar da sahnelerdeydi. Belkıs Özener bir süre sonra şarkıcılıktan elini eteğini çekti ve yalnızca "film şarkılarını" seslendirmeye başladı.
Çok geçmeden şarkılı filmlerin aranan "sesi" oldu Belkıs Özener. Türkiye sinemasında 60'lı yıllardan başlayarak çekilmiş yüzlerce filmde şarkıların çoğunu "perde arkasından" seslendirdi. Kendi deyişiyle "sesinin en çok yakıştığı" Türkan Şoray başta olmak üzere Hülya Koçyiğit, Fatma Girik, Belgin Doruk gibi yıldızların söyler gibi yaptığı şarkıları seslendiren oydu. Fosforlu Cevriye, Dünyanın En Güzel Kadını, Güllü Geliyor Güllü, Buruk Acı, Boş Kalan Çerçeve ve daha pek çok filme "dublaj şarkıcısı" olarak emek verdi. Ama hiç "görünmedi". Adı film jeneriklerinde kısacık geçiverdi yalnızca.
70'li yılların sonuna doğru Yeşilçam'da seks filmleri furyası başladı. O zamana kadar üç yüze yakın filme şarkılarıyla hayat veren, Türk filmlerinin aranan sesi Belkıs Özener'in sinemadan uzaklaşmasını beraberinde getirdi bu furya. Seks filmlerinde şarkı söylemenin aile yaşamına ters düştüğünü söyleyerek, starlara emanet ettiği sesini geri aldı: "Civciv Çıkacak Kuş Çıkacak adlı filmde Mine Mutlu'yu seslendirmiştim. Fakat bunun bir seks filmi olduğunu bilmiyordum. Ve o günden sonra bir daha sesimi kimseye vermedim."
Belkıs Özener, ablası Gönül Yazar gibi sahne ışıkları altında değil, seslendirme odalarında şarkı söylemeyi seçti. Filmleri gazinolardan daha çok sevdi. Nihayetinde, herkesin bildiği bir "ses", ama pek kimselerin görmediği bir "yüz" oldu. Ama hep gizli bir star olarak kaldı belleklerde, o güzel sesiyle...
Müzik yazarı Naim Dilmener'in dediği gibi; "Türkiye sinemasının bu sessiz ve isimsiz kahramanı; yaptıklarının, katkılarının çok az karşılığını gördü her zaman. Şaşaadan uzak kalmak, sanatçının kendi seçimiydi. Bizzat Belkıs Özener'in kendisi; sinema ve müzik arasında kurduğu o mükemmel denge ile yetinmiş, bunun kendisine verdiği ruhi tatminin dışında pek fazla şeyle ilgilenmemişti. Bu da, özellikle görmezden gelmeyi marifet bilen Yeşilçam çevrelerinin işini daha fazla kolaylaştırmış, Belkıs Özener'i unutmak -unutturmak konusunda fazladan bir gayret harcanmasına da gerek kalmamıştı."
Belkıs Özener, bugün 64 yaşında ve İstanbul'da yaşıyor. Benek, Bengü ve Barkın adında üç çocuğu var.
Ankara'da sinemaya gönlünü kaptırdı: Seçil Büker
1947'de Eskişehir'de doğan Seçil Çeşmecioğlu, sinema ile üniversite yıllarında Ankara'da düzenli olarak gittiği Fransız Kültür Merkezi sinematek gösterimleriyle tanışır. Ve yine o dönemde duvar gazetesine el yazısı ile sinema eleştirileri yazar. Bunlar, genelde "izlenimci" yazılardır. Eskişehir'e dönünce yazılarını Sakarya Gazetesi'nde yayınlatır.
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünü başarı ile bitirerek Eskişehir'e dönen ve İngilizce okutmanı olarak işe başlayan Seçil Büker, sinemaya ve sinema eleştirilerine uzunca bir ara verir. Bu donemde özel amaçlı dil eğitimi üzerine çalışır ve bir ilke imza atar: İşletme ve iktisat öğrencileri için tamamen onların kullandığı sözcüklerle yazılmış "İngilizce Dilbilgisi" kitabı yazar. Bu kitap halen Anadolu Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde okutuluyor.
Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'ne bağlı olarak kurulan Sinema Televizyon Radyo Yüksekokulu'na okutman olarak geçer. İşte o yıllar, hayatının dönüm noktasıdır. Özellikle Oğuz Hocayla (Oğuz Onaran, hocaların hocası!) tanışınca onun teşvik ve desteğiyle yeniden ve hiç ayrılmamak üzere sinemaya döner.
O yılları şöyle anlatıyor Seçil Büker: "Oğuz Hocanın teşviki olmasaydı, cesaret edemezdim. Uzun yıllar ara vermiştim sinema yazıları yazmaya. O yıllarda nitelikli filmler gelmezdi Eskişehir'e. Sinematek gösterimleri yoktu. Oğuz Hoca, gerekirse ben film getiririm, dedi ve getirdi koca koca filmleri. Fransız Kültür Merkezi'nden alıp getirdiği filmleri, okulda sinema salonunun boş olduğu saatlerde izlerdim; bazen öğrenciler de gelirdi... Sinemayı çok sevdim. Belki de evrenin bir lütfudur, yeniden bu alanla buluşmam. Başarının sırrı belki de budur; sevmek, istemek ve paylaşmak..."
Sinemaya döndüğünde kendine en yakın bulduğu yerden başlar çalışmaya: "Bir dil olgusu olarak sinema". İlk çalışması "sinemada anlam yaratma" üzerinedir. Bu alanda ilk dersini "göstergebilim" üzerine verir. Bu dönemde televizyonda eğitim ve öğretim üzerine doktora yapar. Çeşitli engellerden dolayı Oğuz Onaran Eskişehir'e gidememesi nedeniyle, Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde "film kuramları" dersi vermeye başlar Büker. Yıllar içinde çalışma alanı genişler; "reklam ve sinemada kadın" üzerine çalışır.
Seçil Büker şimdilerde Tahsin Yücel'den etkilenerek "yüz çözümlemesi" yapıyor. 50'li yılların melodramları, Neriman Köksal, yıldız olgusu, onun çalışmalarından bazıları.
NLP'yi (=etkili iletişim kurmayı amaçlayan, insan davranışlarının modellenmesi üzerine kurulmuş bilimsel temelli bir düşünce sistemi) iletişimin en temel alanı olarak gören Büker, bu yolla sinemaya farklı bir bakış açısı getireceğine inanıyor. Kişilerarası iletişim, bireysel gelişim ve kişilerarası çatışma konularında seminerler alıyor ve ders veriyor. Kendi deyişiyle "biriktiriyor", "henüz ürün yok!"
Büker, Yeşilçam'ın Sultanı Türkan Şoray'ı en etkileyici oyuncu olarak kabul ediyor. Robert de Niro da onun için çok özel bir oyuncu. Son zamanlardaki favorisi ise Duvara Karşı filminin yönetmeni Fatih Akın.
Prof. Dr. Seçil Büker, bitmez tükenmez enerjisiyle, kimi zaman sinema salonunun arka sıralarında, izlediği filme eleştiriler yazar, kimi zaman ODTÜ'ye koşar, kimi zaman da Anadolu ve Gazi Üniversitelerinin İletişim Fakültelerinde ilk günkü coşkusuyla sürdürür derslerini...
Büker'in yayımlanmış çok sayıda kitabı arasında; Sinema Dili Üzerine Yazılar (1985), Sinema Kuramları (1985), Sinemada Anlam Yaratma (1985), Zeynep'in Sinema Kitabı (1987), Film ve Gerçek (1989), Film Dili (1992), Yeşilçam'da Bir Sultan (1993), Televizyon Reklamlarında Kadına Yönelik Şiddet (1999) sayılabilir.
Bu yazı Funda Şenol Cantek'in 23.3.2004 tarihinde Seçil Büker'le yaptığı röportaja dayanmaktadır. (BB)