Tam beş yıl sonra Artsvi'yi tekrar göreceğim haberini aldığımda mutluluktan uçmuştum. Ancak sevincimin kursağımda kalması fazla uzun sürmedi. Yollar arasına sıkışmış bir hayatın cilvesi olarak Ankara'dan İstanbul'a gelemedim ve sevgili arkadaşımı göremedim,
Onun İstanbul'da yaptığı konuşmaları dinleyemedim, Türkiye'deki deneyimlerini paylaşamadım. Bir telefon konuşmasına sığdırmaya çalıştığımız sohbetimizde, kendisine sorular göndermeyi ve İnternet ortamında bir söyleşi yapmamızı önerdiğimde her zamanki olumluluğuyla cevap verdi. İşte Artsvi'nin Türkiye'den edindiği izlenimler ve sorularıma verdiği yanıtlar.
Artsvi Bakhchinyan kimdir?
Artsvi Bakhchinyan Yerevan doğumlu, 35 yaşında sinema araştırmacısı, film eleştirmeni. FIPRESCI Ermenistan'ın ikinci başkanı, filolog, Ermeni dili ve edebiyatı alanında doktora yaptı. Bugüne kadar altı kitap ve pek çok makale yayınladı.
Ermenistan Sineması 1924-1999 (2001), tüm Ermenistan filmleri üzerine hazırlanan bir filmografik kitabın derleyenlerinden biri. Kendi yazdığı kitaplarının isimleri şöyle: Ermenistan-İsveç (2006), Dünya Sinemasında Ermeniler (2004), Napolean Bonaparte ve Ermeniler (2003), Ermenistan-İskandinav Ülkeleri: Tarihi ve Kültürel İlişkiler (2003), Ermeni Kökenliler (1993) (Ermeni Diyasporası hakkında biyografik sözlük), Ermeni Kökenli Portreler (2002).
Bundan önce de Türkiye'ye geldiğini ve İstanbul Film Festivali'nin jürisinde yer aldığını biliyoruz. Bu defa Türkiye'ye gelme nedenin neydi?
Evet, 1999 yılında, tanınmış sinema eleştirmeni Atilla Dorsay'ın davetiyle İstanbul Film Festivalinde FIPRESCI jüri üyesi olarak katılmıştım, unutulmaz bir deneyimdi benim için. Aynı jüride sevgili meslektaşım ve arkadaşım Alin Taşçıyan da vardı, kendisi bu yıl Altın Kayısı Yerevan Uluslararası Film Festivali'nde jüri üyesiydi.
Yedi yıl önce FIPRESCI ödülü Yeşim Ustaoğlu'na verilmişti, kendisi geçtiğimiz yıl Altın Kayısı ödülüne layık görülmüştü, bu yıl da uluslararası jüri üyeleri arasındaydı. Gördüğün gibi Ermeni-Türk kültürel bağları sinema alanında mevcut ve daha da gelişecek umarım.
Bu defa Anadolu Kültür İstanbul'da ve Diyarbakır'da Ermenistan filmleri gösterimi düzenledi. Anadolu Kültür program sorumlusu Kubilay Özmen bu yıl Ermenistan'ı ve Altın Kayısı ofisini ziyaret etmiş ve bizden dört Ermeni filmi istemişti.
Fesitval bürosu Harutyun Khachatryan'dan üç film "Return to the Promised Land", "Documentalist", "Return of The Poet" filmleri ile Albert Mkrtchyan'dan "Merry Bus" isimli filmleri önermişti. Bu filmler Diyarbakır Sanat Merkezi'nde ve Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi'nde gösterildi. Bilgi Üniversitesi'nde de dört film birlikte izleyiciyle buluştu.
Diyarbakır'da ilk kez bulundun, izlenimlerin neler, hem bir yabancı hem de Ermeni olarak?
İki kez İstanbul'a gelmiştim daha önce ve Türkiye'de olduğumu hissetmemiştim. Diyarbakır'da sadece Kürt ve Zaza izleyicilerle karşılaşmama rağmen gerçekten Türkiye'de olduğumu anladım. Diyarbakır'ın aurası İstanbul'da görmediğim bir doğuyu yansıtıyordu.
İzleyenlerin Ermeni ziyaretçiye karşı tavırları çok sıcaktı. Diyarbakır'daki Ermeni kilisesinin kalıntılarını görmek benim için müthiş heyecan vericiydi. Diyarbakır'ın görülmesi gereken, çok özel mimari yapılarından biri. Çatısı ne yazık ki yok, fakat duyduğum kadarıyla renovasyon çalışmaları kapsamında yeniden yapılacakmış.
Türkiye'nin doğu ve güney kesimlerindeki Ermeni eserleri dünya kültür mirası için son derece önemli, bunun için devlet tarafından özel olarak ilgilenilmeli.
Diyarbakır'da hangi film gösterildi ve izleyenlerin tepkisi nasıldı?
Sadece "Return of the Poet" (Şair'in Dönüşü) gösterildi Diyarbakır'da. Gösterimden önce sadece sinemayla sınırlı olmayan Ermeni Kürt ilişkilerini de içeren interaktif bir tartışma ortamı oldu. Benim bir projem var, Ermenistan'da yapılan ve Kürtleri konu alan filmleri Diyarbakır'da göstermeyi düşünüyorum. Kürtler hakkında Ermenistan'da yapılan ilk film 1926 tarihinde Ermeni sinemasının kurucusu Hamo Beknazaryan tarafından çekilmiş. "Zare" filmi ise Sovyet Ermenistan'ının ikinci kurgu filmi. Kürtler hakkında çekilmiş hem kurgu hem de belgesel tarzında başka filmler de var. Özellikle de, Hineer Salem'in "Vodka Lemon" filmi, hatırlarsanız bu film İstanbul'da da gösterilmişti.
İstanbul'da da söyleşiler yaptın, hangi konularda konuştun? İstanbul'daki dinleyicilerden aldığın tepkiler nasıldı?
Ermenistan sinemasının dünü ve bugünü hakkında konuştum. İstanbul'daki dinleyicilerin İngilizce'yle bir sorunu olmamasına rağmen Ermenice konuşmayı tercih ettim. Meslektaşım ve arkadaşım Sevan Ataoğlu çevirileri yaptı. Komşu ülkeler üçüncü dillere ihtiyaç duymamalılar, kendi ana dillerinde konuşmalılar diye düşünüyorum.
Diyarbakır'daki gösterimde izleyenlerin çoğunluğu Kürt olduğundan sorular da Ermenistan ve Kürtler ile ilgiliydi. Bilgi ve Boğaziçi Üniversiteleri'ndeki gösterimlere katılım azdı fakat son derece aktif ve konunun profesyoneli katılımcılardı.
Özellikle Mithat Alam Film Merkezi'nin başındaki Yamaç Okur'un duyduğu heyecandan çok etkilendim. İkimiz de ortak çalışmalarımızın devamı konusunda kararlıyız.
Bana Türkiye'de son dönemde üretilen kısa filmlerden oluşan bir DVD verdi, ben de bu filmlerin 2007 Altın Kayısı Film Festivali'nde gösterilmesini önermeyi düşünüyorum. Kültürel diyaloglar Ermeniler ve Türkler arasındaki ilişkileri geliştirmenin en iyi yolu. Zira, iki ülkenin ilişkileri hepimizin bildiği gibi hep fazlasıyla karmaşık.
Türkiye'deki son gününde Fransız parlamentosu Ermeni soykırımını inkar edenlere ceza uygulaması öngören yasayı kabul etti ve Orhan Pamuk Nobel Ödülü'ne layık görüldü. Bu gelişmeler senin programına etki etti mi? Bu iki gelişme hakkında ne düşünüyorsun?
Orhan Pamuk'un bu yıl Nobel Ödülü alacağına neredeyse emindim. Umarım bu en prestijli edebiyat ödülü Türk halkına Pamuk'un ne kadar yüksek vasıflı bir yazar olduğunu hep hatırlatır ve buna bağlı olarak da söylediklerini ciddiyetle düşündürür insanlara.
Fransa parlamentosunun kararı açıklanınca organizatörler Bilgi Üniversitesi'nde düzenlenecek olan gösterimi ve söyleşiyi iptal etmenin daha iyi olacağını düşündüler. Neyse ki sonra program planlandığı şekilde yapıldı.
Tabii ki, bütün bir gün boyunca radyodan ve televizyondan "Ermenistan" ve "Ermeniler" sözcüklerini duyuyordum, Atatürk anıtının önündeki gösteriyi ve İstiklal Caddesi'ndeki Fransız Konsolosluğu'nun güvenliğinin nasıl arttırıldığını görmüştüm.
Eğer konuşmamı şehirdeki sinemalardan birinde yapsaydım bazı milliyetçilerin gelip domates ve yumurta atacaklarına hiç şüphem yoktu sadece Ermeni olduğum için. Neyse ki, İstanbul'daki en iyi üniversitelerden birinde ve daha önce Ermeni konferansını düzenleyen üniversitedeydim ve böyle bir şey olmadı.
Tabuların yıkılması ve samimi bir diyalog geliştirilmesinin zamanı geldi. Hiçbir şey geliştirmeyen ve sadece yıkan milliyetçiliklere bir son vermek gerek. Eminim Türkiyeli ve Ermenistanlı sinemaya adanmış insanlarla; Yamaç gibi, Alin, Yeşim, Sevan, Kubilay ve benim gibilerin mütevazı katkılarıyla, insanlarımız arasındaki yaralı ilişkileri iyileştirmeye yardım edebiliriz.(TS/KÖ)