"Yunan ordusu dünyanın en zalim ordusudur. Bunu bütün dünya bilir" diyor, yaşını almış, sakin, çelebi edalı konuşmacı.
Toplantı başlayalı 20 dakika olmuş, siz anca yetişebildiniz derneğinizin U3 salonuna ve ilk dikkatinizi çekenler şunlar:
Salon dolu... 35 - 40 arkadaş varız dinleyici olarak ve Özakman havada hissettiğiniz bir saygı duygusuyla harelenmiş olarak pür dikkat dinleniyor.
Pardösüsü ile oturuyor karşınızda. İçerisi yeterince sıcak halbuki. Bu biraz tuhaf geliyor size..
Tarihçiliğini merak ediyordunuz konuşmacının, çünkü bugüne dek onu bir tiyatro adamı ve yazarı biliyordunuz.
Merakınız çabuk gideriliyor ama, Özakman'ın şu sözü ile aydınlanıyorsunuz: "Yunan ordusu dünyanın en zalim ordusudur. Bütün dünya bilir bunu."
Sorularınız var sizin, konuşmacıyı dinledikçe artıyor, şekilleniyorlar. Bunları sırası gelince soracaksınız.
"Turgut Bey, bir ordu, bir millet, bir halk gibi topluluk arz eden kavramlar, sosyal varlıklar için, böyle genellemeler yapmanız ne derece doğru?
Sosyal varlıklar hakkında yapılan genellemelerin sonu nereye varır? Böyle genellemeler ile tarih mi yazılır? Başına 'en' nitelemesini oturtacağımız bir 'zalim ordu' tarif edersek, ulusların en alçağını, en yükseğini, ırkların en aşağısını, en arisini keşfetmemiz zor mu olur? Tarihte yapılmış böyle genellemelerden doğan keşifler insanlığa ne getirmiş ne götürmüştür? Bunlardan haberdar mısınız?
Turgut Bey, belirttiğiniz gibi peki "Ermeni soykırımı yok! Ama kimi Osmanlı subaylarının işlediği cinayetler, katliamlar var. Ve bunlar bizim genel karakterimizi ifade etmiyor".
Peki ama Yunanistan'da da bugün bir Turgut Özakman var ise, ki şüphesiz vardır, o da kalkıp, belirttiğiniz bu Osmanlı subaylarının cinayetlerini karine olarak sunarak, "Türk ordusu dünyanın en zalim ordusudur. Bunu bütün dünya bilir" diye bir genelleme yapabilir mi yapamaz mı? Bunu yapması doğru olur mu olmaz mı?
"Olmaz, bu yetmez" derseniz, başka birileri çıkar "bu ordunun Genel Kurmay Başkanlığı'nın bu ülkenin Kürt vatandaşlarını "sözde vatandaşlar" diye tanımladığını, bu sözde vatandaşlara toplandıkları köylerinin meydanlarında bu ordunun mensuplarınca sırayla bok yedirildiğini, bu eylemin uluslararası bir mahkemede mahkum edildiğini, bu sebeple "bizim ordu ise şövalye ruhludur" dediğiniz ordunun şövalye ruhunun filan hikaye olduğunu" söylerse ne yaparsınız?
Turgut Bey, bu genellemeci saptamalar üzerine bina ettiğiniz bütün fikriyatınızın bugün ülkemizde yeniden ortaya çıkan linç kültürünü beslediğinin, yeni kıyımları tezgahlayan ırkçı milliyetçi egemen mekanizmanın değirmenine su taşıdığının farkında mısınız?
Burada bir memleket aşığı edasıyla karşımızda dururken aslında bu memleket için çok hayırsız ve tehlikeli bir iş yaptığınızın farkında mısınız?
Bunlar kimi sorularınız. Şimdi konuşmacıyı sabır ve sükunet ile dinleyeceksiniz. Sunuşu bitince bir soru cevap bölümü olacak. Soracaksınız.
Toplantı ilerledikçe bir şey daha dikkatinizi çekmeye başlıyor ama. Sunuş sürerken dinleyiciler tarafında bazı kısa söze girmeler, müdahaleler olmaya başlıyor.
Örneğin Özakman "Ermeni soykırımı yoktur. Bunun belgesi yoktur" dediğinde bir dinleyici atılıp "Belki Orhan Pamuk'ta vardır hocam, ne biliyorsunuz" deyiveriyor.
Bu alaysı mizah salonda bazı memnun gülüşmelere yol açıyor. Yalnız bu gülüşmeler, nasıl denir "nı ha ha" biçiminde, tabir mazur görülsün, laubali sırıtmalar gibi duruyor biraz. Doğrusu bunu arkadaşlarınıza yakıştıramıyorsunuz.
Bakıyorsunuz konuşmacı da bu çanak müdahaleden memnun. Başlıyor isim vermeden 'sanatçı sorumluluğu'ndan bahsetmeye. Bu sorumluluğa sahip olmayanların şeref ve memlekete sadakat yoksunluğu ile tamamlanıyor bu bölüm.
Zaten bütün sunuş, kendiliğindenliğe bırakılmış, bildiğiniz sunuş yapma ciddiyeti ve özeninden tamamen yoksun, hiç bu emek verilmemiş, rasgele ötekileştirme ve nefret masallarının ardarda sıralandığı serbest bir muhabbetmiş. Bunu nihayet anlıyorsunuz.
Bunu anlıyorsunuz da, içeriği unutun, bu emek ve özen yoksunluğunun, camianıza bu şekilde yedirilmesini, oradaki kimseye, ne kendinize ne arkadaşlarınıza müstahak görmüyorsunuz; mesele bu. Ama bir de şu var anlayamadığınız: yiyen memnun, yediren memnun.
Toplantıda görüntü artık şu: mahalle kahvesinde okeye dördüncü beklenirken, masanın yaşını almış ağır ağbisi, berikiler için oldukça derin anlamlı, ama en sıradan benlik ve kimlik güdülerini durmadan ihya ve yeniden imar eden masallar anlatıyor.
Artık bayağı gülünen, çok şakacı, ötekileştirilen her nesneye - Kürtler, Ermeniler, ödül kazanan Pamuk - nefretin topluca terennüm edilmesinin zikir etmeye benzer bir hal aldığı bir tören bu. Müritler şeyhi uçuruyor. Şeyh uçtukça müritler coşuyor, zevkleniyor.
Burası ODTU.. Kampus.. İstanbul Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mezunler Derneği... Hallarımızı yazalım böyle, sonra rivayet sanılır belki.
"Bir konferans düzenledi üç üniversite; Ermeni Konferansı. Gizli ve basına kapalı bir konferanstı bu. İçinde ne söylendiğini kimse bilmiyor. Bu memlekette Milli Güvenlik Kurulu toplantısının içeriği bile açıklanırken bu konferans içeriği gizli kalmıştır. Bu üniversitelerin rektörlerinin hemen istifası gerekmez mi" diye soruyor Özakman.
Salondan çok gözü kararmış edalı iç geçirmeler, diş gıcırdatmalar duyuluyor bunun üzerine. Sizin yüreği pek ODTU'lu arkadaşlarınız bunlar.
"Turgut Bey o konferansa sunulan bildirilerin tamamını dizi halinde günler boyunca Birgün'de okuduk, Açık Radyo'da sunuş ses kayıtlarını dinledik. Siz bir tarihçi olarak bunu atladınız mı? Hadi 1915 karanlığının üzerinden neredeyse asır geçmiş desteksiz atmak daha kolayınıza geliyor diyelim, peki daha geçen yıl olmuş bir hadise üzerinde nasıl böyle gerçek dışı beyanlarda bulunabiliyorsunuz, yalan üzerine böyle kin ve nefret tohumları ekmeye çalışıyorsunuz" diye de soracaksınız, toplantının sonunda, sorular bölümünde.
Sonra şöyle birşey oluyor: Bu rasgele muhabbeti Özakman bir anda "hadi iyi akşamlar" diyerek pat diye bitiriyor. Bunu demekle beraber pardösüsünün iki eteğini iki eliyle şöyle bir toparlayıp oturduğu yerden doğruluyor.
Bu hareketi ile beraber dinleyiciler topluca ayaklanıyor ve konuşmacıyı alkışlamaya başlıyorlar. Toplantı bitmiş bulunuyor. Konuşmacının çevresini sarmış kimi dinleyiciler bir kitabı imzalatmak telaşındalar.
Siz bunu beklemiyordunuz doğrusu, ama hayır pek şaşırmadınız. Pardösünün hikmetini şimdi anladınız ama, eteklerini topladın mı gidiyorsun.. Kimse seni tutamaz.
O an şunu yapabilirsiniz. "Bir dakika bu toplantı böyle bitemez, sorularım var" diyebilirsiniz. Bunu bütün ayaklanmışlığa ve vaveylaya rağmen yapabilirsiniz.
Ama o an, bu gayretinizi gözünüzde değersiz kılan ve sizde buna güç bırakmayan şöyle bir hayal kırıklığını ta içinizde duyuyorsunuz. Bu toplantının bir sahibi yok. Bu toplantının Derneğiniz adına bir başlatanı, bir takdimcisi var mıydı onu bilmiyorsunuz, başını kaçırdınız, ama aynı biçimde Derneğiniz adına bir sonlandırıcısı, konuşmacıya teşekkür edecek, bitirişi yapacak bir sahibi olması gerekirdi.
O yok. Olsaydı, olması gereken usulü anlatırdınız.
Burada artık tanımlamak dahi istemediğiniz, o an uğraşmaktan imtina ettiğiniz bir ortamdan başka hiçbir şey yok.
Bütün kaybettiklerimizin ruhları üzerimizdedir. Taylan, Koray, Sinan, Alpaslan, Yusuf, Hüseyin, Ertuğrul, Turgay.. aklınız yetmeyip sayamadığınız hepsi.. Siz bunu bilirsiniz.
Onlar gencecik yüzleriyle her daim semadan bize bakarlar, aşağıya, ODTÜ olan her yere, her şeye. Bu toplantıdaydılar da tabi. Mahzun değiller ama, onlarla beraber sizin de tanıklığınız var.
Davetimizdir, Turgut Bey gelir, yarım bıraktığı toplantısı tamamlanır. Davete icabet eder ya da etmez. Yüreği yeter ya da yetmez. Ama şu bilinsin, bir daha ODTU'de böyle sualsiz işler olmayacaktır. (HA/BA)
(*) Son sayı Birikim'de Tanıl Bora'nın yazısının başlığından intihaldir. Acar intihal avcılarına ilanen duyurulur.