Gazeteciliği meslek edinmek isteyen kadınların,- başka mesleklerde olabilir- eğer idealistlerse, kendilerine rehber aldıkları, 'idol' haline getirdikleri hep birileri olur. Genelleme yapmayayım ama, benim bir idolüm vardı ve bu Orianna Fallaci'ydi. Tüm kitaplarını okumuş, özellikle dünyanın önemli liderleriyle yaptığı ve Türkiye'de de "Tarihle Söyleşiler" adıyla yayınlanmış kitabı "çömez" günlerimin başucu kitabı olmuştu.
Sorularındaki kıvraklık, köşeye sıkıştırma taktikleri, söylenmek istenmeyeni söyletmesi, söyleşilerini gerçekleştirmeden iyi bir hazırlık dönemi geçirdiğinin de kanıtıydı. Bu nedenledir ki, dünyada yankı uyandıran röportajlara imza atmıştır hep. Bugün köşesine çekilmiş, kanserle boğuşan Fallaci'nin, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne (AB) girmesiyle ilgili sert ve kaba karşı çıkışını, unutulmuş olmanın, yitirilmiş şöhreti canlandırma çabaları olarak değerlendirsem de, Fallaci iyinin ötesinde bir gazeteciydi.
Bu nedenle gazeteciliğim süresince, hiç bir röportajıma hazırlık yapmadan gitmedim. Bunları ben bir şey olduğum için değil, Başbakan Erdoğan'ın İran gezisine katılan kadın gazetecilerin de bir seçim hakkı olduğuna inandığım için yazıyorum. Muhabir olarak benim varsa, yazıişleri müdürü olarak Balçiçek Pamir'in olmadığını kimse bana kabul ettiremez.
Ya diğer kadın gazetecilerin?
Bence hepsinin seçim hakkı vardı ve onlar seçim haklarını "örtünme" pahasına, üstelik de "kraldan daha kralcı" bir tavırla kullanmayı seçtiler. Rutin bir dış seyahati, "özel"e dönüştürecek bir gazetecilik olayına henüz kimsenin imza attığını da okumadım.
İnşallah beni yanıltan çıkar.
Orianna Fallaci'nin, Kaddafi'nin yanına girerken başını örtmesini "özel" bir söyleşiye imzasını atarken bir araç olarak kullanmasını eleştiremem. Ama Balçiçek Pamir ve diğer kadın gazetecileri rutinlikleri nedeniyle sonuna kadar eleştiririm.
Eleştiririm zira, "İslami" söylemleri olanların hoşgörü darlığını bizzat yaşadım. Hürriyet Gazetesi'ne bağlı dergi grubunda çalışırken başıma gelen bir olay buna neden.
12 Eylül sonrasıdır.
"Eylül Paşa"sı Kenan Evren, seçim meydanlarında "din"i propaganda aracı yapmaktadır. Adayı Turgut Sunalp paşadır ama silah geri teper ve dört eğilimli Anavatan Partisi (ANAP) hükümeti dönemi başlar.
"Türban" krizinin üniversitelerde boy gösterdiği 1983 yılı bu nedenle bir miladdır laik kesim için. Özal'ın yüzde 45.1 oy oranıyla seçimleri kazanması; "İslamcı " ve "şeriatçı" kesimi cesaretlendirmiş ve "türban" istemi baskıları başlamıştır. (Bazen başörtüsü. Yazarın meşrebine göre)
"Türban" oyunu
"Türban" talebi; 12 Eylül'ün hemen ardından, hem de temel hak ve özgürlüklerin alabildiğine kısıtlandığı, düşünenlerin suçlanıp, cezaevine atıldığı o nazik dönemde örgütlenir.
Bir "al-ver" oyununun parçası olarak, laik devlet yapısı üzerinde kurgulanan oyun; "demokratik bir talep" olarak gündemi işgal etmeye başlayınca, kendi meşruiyetini "din" temelleri üzerine oturtmaya çalışan yine zamanın cumhurbaşkanı Evren tarafından bozulur.
İşte bu atmosferde, Hürriyet Dergi Grubunca yayınlanan TV'de 7 Gong Dergisi'nde, üniversite öğrencilerinin görüşlerini içeren bir haber yapmış ve beraberinde küfür ve tehdit dolu mektuplar almıştım.
Üstelik haberde geçen görüşlerin hiç biri bana ait değildi.
Bunu vurguluyorum zira; görüşlerimi yansıtmaktan kaçındığım, bir görüşüm olmadığı için değil, habere yorum katılmaması ilkesine inandığım için.
İkinci anımsamam ise Aktüel Degisi'nde çalıştığım döneme ait.
Körfez Savaşı sonrası, "haber için" Doğu ve Güney Doğu Anadolu gezisine çıkmaya hazırlanıyordum ve deneyimli muhabirlere, "Nasıl giyinmem gerekir" diye sormuştum.
Pantalon, tişört ve başıma sıcak geçmemesini istiyorsam "şapka" ya da "başörtüsü" almam önerilmişti.
Balçiçek Pamir'in, İran gezisinde, "örtünmesi"nin bana anımsattığı bu gazetecilik anılarımın sonucunda vardığım iki karar oldu:
1. Dinsel yobazlığa, temel hak ve özgürlükleri savunmak adına da olsa prim vermemek.
2. Seçimlerin zaman ve akıl süzgecinden geçirilerek, özgür iradeyle ve saflar ayrımı gözetilerek yapılmasının gerekliliği
Dinsel yobazlık
Hiç bir zaman "türban"ı anlamadım. Hele kara çarşafı hiç anlamadım. Bir kadının koca, abi, baba gibi dayatmalarla "örtünmesi"ni, bedeni üzerindeki söz hakkını ikinci, üçüncü kişilere tanımasının altındaki psikolojiyi çözemedim.
Hele dinsel söylemlerdeki "örtün" emrinin altındaki erkekçe söylemi zaman, akıl ve mantık süzgecimden ne kadar geçirirsem geçireyim, boyun eğilir görmedim. "Tanrı" olgusunu kişiselleştirip, erkekleştiremediğimden, kesin yargı ve bir sonuç olarak önüme sürülen hiç bir bilgiyi koşulsuz kabullenemedim.
Bu nedenle, inkar edilemez bir gerçek olan kadınların sömürülmesi karşısında, "din" olgusuyla, türbanı sömürü aracı olarak kullanan kadınlara hiç aklım ermedi.
Çevreye uyum ve kabullenilme
Gazetecilikte, haberi kaynağında derlemeye çalışıyorsanız "nabza göre şerbet" ilkesi vazgeçilmez olgudur.
Aksi halde kaynağı kurutursunuz.
Doğu ve Güney Doğu Anadolu gezisinde de "kaynağı kurutmamak" adına, yazlık giysilerimi değil, (Temmuz ayı ve bugünkü gibi sıcaktı) baharlık giysilerimi sırt çantama doldurup, yola çıktığımda özgür iradem, akıl ve mantık silsilem devredeydi yani.
Bu bir savunma mı? Savunulacak durum var mı bilemiyorum ama, girdiğim her köylü evinde yer sofrasına davet edilip, baş köşeye oturtulduğumda "doğru" yaptığıma inandım.
Bu çevreyle sağlanmış uyumun, haber kaynağının çevresine kabullenilmenin işaretiydi.
Ya Balçiçek Pamir ve diğerleri?
O İran'da, tıpkı diğer kadın gazeteciler gibi "örtünürken", hangi haber kaynağını kurutmaktan kaçınıyordu?
O ve diğer kadın gazetecilerin, bu gibi rutin bir geziye katılırken önlerindeki seçenekler; ya gitmemek ya da örtünmemek olmalıydı.
Devletlerarası politika, devlet adamlarının gittikleri ülkenin hukukuna uygun davranmalarını gerekli kılar.
Bu başka.
Ama özgür basının kadın temsilcileri, hele kadın hakları için savaş verilen bir ülkede bu hakkı kendilerinde nasıl bulurlar?
Anlayamadığım bu.
Kadınların sömürülmesi
Gerçekler acı, acı olduğu kadar da kadın haklarına vurulmuş ağır bir darbe.
Farklı biçimlerde de olsa, kadınların (ekonomik, siyasal, cinsel) sömürülmesine yine kadınların "çanak" tutmasını, kadın-erkek eşitliği mücadelesine vurulmuş bir darbe değil midir?
Devletin; birinci elden yasalar, ikinci elden de gelenek ve göreneklere dayalı sözlü,erkek söylemine prim veriyor olmasını ne acıdır ki kadınlar içselleştirdi hep.
Dünya düzeninin erkeklere göre, erkekler için yapıldığı, yapılageldiği günümüzde, erkek egemen devletlerin dayatmaları, sonuçta bir büyük gazetenin yazı işleri müdürü Balçiçek Pamir'i (diğerlerini de), örtünmeye, popülist bir yaklaşımla da gazete sayfalarına çıkmaya, bu içselleştirmenin -erkek egemenliğini kabullenmenin- sonucu olarak yansıdı.
Kadın eşitliğinde kadın engel
Balçiçek Pamir, kadın olmanın ayırdında değil.
İkincil bir konumda olmaktan da hiç rahatsız değil.
O, erkek söyleminin baskın çıktığı, kadınların cinsel meta olarak kullanıldığı bir gazetede, kendisine zamanın deneyim süzgecinden geçmeden verilen ayrıcalığı(!) kullanmaktan başka bir şey yapmıyor.
Kadınların ikincilik konumları ve göreli geriliklerinin ardındaki gerçeğin toplumsal gelişmeye de set vurduğu umuru da değil.
Doğal olarak; cinsler arasındaki eşitsizliğin kadınlar tarafından fark edilip, bu cinsiyetçi yaşamın reddedilmesi, kadınları ikincillik konumdan kurtaracak yolların aranması ve uygulanması yolundaki engelleri aşacak olan da, erkeği bilinçlendirecek olan da, erkek egemen söylemi ret ya da kabul edecek olan da yine kadın.
Yeter ki, erkek egemen söyleme teslimiyetçi mantıkla yaklaşmayalım. (AD/BB)