Kobanî davasının 44. duruşma periyodunun 3. oturumu Sincan Cezaevi Kampüsündeki Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesinde dün görüldü.
TIKLAYIN - Adalet, siyaset ve hukuk: Kobani Davası
Davada, Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) önceki dönem Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ile Selahattin Demirtaş, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, HDP Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü ve HDP MYK üyelerinin de aralarında bulunduğu 108 kişi yargılanıyor.
3 bin 530 sayfa ve 324 klasörden oluşan iddianamede 108 siyasetçi için “Devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozma” ile 37 kez “insan öldürme” başta olmak üzere pek çok suçtan ceza isteniyor.
“Barış mücadelesi yürüttüğümüz için yargılanıyoruz”
MA’nın haberine göre, bugünkü duruşmada eski Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel esasa dair savunma yaptı.
Duruşmayı izleyen kadınları selamlayarak savunmasına başlayan Tuncel, yazar Amin Maaoouf’un “Bütün inançlara saygım var ve herkesin gözünde suçum budur. Suçum onları barıştırmayı istemek. Bedelini ödeyeceğim” sözleriyle devam etti.
Barış mücadelesi yürüttükleri için yargılandıklarını söyleyen Tuncel, nefret etrafında birleşenlerin demokratik cumhuriyetin önünde engel olmaya çalıştıklarını dile getirdi. Tuncel, “Türkiye halkları için eşit bir cumhuriyet kurulacağına inatla inanıyoruz. Bu yüzden de burada yargılanıyoruz. 2015 yılında ‘İnsan haklarını yok sayarsanız Türkiye krize girer. Kürdistan’ın birçok bölgesinin ağır silahlarla kuşatıldığı, her evden bir cenazenin çıktığı bir süreçten geçiyoruz’ dedik ama ciddiye alınmadık” diye konuştu.
“Yüzleşilmeden yeni bir başlangıç yapamayız”
Kürtlere karşı cezasızlık politikasının uygulandığının altını çizen Tuncel, sözlerine şöyle devam etti:
“Kürtler öldürülebilir, çocukları öldürülebilir. Tahir Elçi cinayeti açığa çıkarılmıyor, Deniz Poyraz cinayeti aydınlatılmıyor. Bütün davalar artık zamanaşımına uğruyor. Roboski hala adalet arıyor. Kürtlerin cenazeleri bir kutuda gönderiliyor.
Maraş Katliamı, 12 Eylül Darbesi’nin zeminini hazırlayan bir katliam ama devlet müdahale etmiyor. 78 ise Alevilere dönük kitlesel bir soykırımdır. Ama hala sorgulanıp yüzleşilmedi. Maraş’takilerin çoğu şu an yurtdışında ve hala acılarını yaşıyorlar. Bunlarla yüzleşilmeden yeni bir başlangıç yapamayız. Çünkü bu katliamların hepsinin arkasında devlet var.
Bir tweet attı diye, barış istedi diye insanları yıllarca tuttunuz ama ülkedeki çeteler elini kolunu sallayarak geziyor. Çünkü Türkiye 2015 yılında ‘çözüm süreci’nden vazgeçerek parlamentoyu, Anayasa’yı askıya aldı ve mafya düzenine girildi. Devlet bu hale geldi.
Kimdi 6-8 Ekim’deki paramiliter güçler? Devlet neden etkin bir soruşturma yapmadı? Öldürülen insanların sorumluluğunu bize yükleyemezsiniz. Onların birçoğu bizim arkadaşlarımızdı. Kim demokratik gösterileri, yürüyüşleri provoke ederek insanların yaşam hakkını elinden aldı? MİT ve Adalet Bakanlığı davamızdaki müştekidir. Devlet orada Kürtler burada. Bu kabul edilemez. Mahkemeniz de bu kumpasa ortak.”
“Bu mahkeme bize köleliği dayatıyor”
Aralıksız süren duruşma periyotlarının insanlık dışı olduğunu vurgulayan Tuncel, “Bu mahkeme bize köleliği dayatıyor. Duruşma periyodları insanlık dışı. Her gün hastayız. İki arkadaşımızın kolu kırıldı. Türkiye’de böyle bir yargılama usulü yok, her gün duruşma olur mu? Buradaki arkadaşlarımızın suçlu olmadığını siz bizden daha iyi biliyorsunuz” dedi.
İktidarın İsrail’in saldırılarına karşı Filistin halkının yanındaymış gibi davrandığını belirten Tuncel, “Sen önce kendi evine bakacaksın. Senin Efrin’de ne işin var?” diye sordu.
Bütün ulus devletlerde erkek anlayışının hakim olduğunu söyleyen Tuncel, “İşgal ettikleri toprakları kadın olarak görüyorlar. Savaş kadınları öldürüyor” diye belirtti.
“Asimilasyon insanlık suçudur”
Devletin Kürtleri yok sayarak asimilasyon politikalarını yürüttüğünü dile getiren Tuncel, şunları söyledi:
“Asimilasyon insanlık suçudur. Kürtler vardır, Kürt halkı vardır o yüzden de hakları vardır. Bu devlet bizi yok sayıyor. Bu davanın bir ‘kumpas davası’ olduğunu bütün arkadaşlarımız anlattı. Bu dava başlamamış bir dava.
Çünkü CMK ne diyor; dava başlarken kimlik tespiti yapılır ama bu davada kimlik tespiti yapılmadı. İddianame hukuksuzca okundu, yüzümüze dahi okunmadı. Reddi hakim talebinde bulunduk. Ancak bir çete üyesi gitti, onunla aynı kararlara imza atan diğer üyeler duruyor.
Reddettiğim bir heyete karşı konuşmamayı çok düşündüm ama halkımıza borç bildim. Bir itirafçı ‘duydum’ diyor siz onun duydum beyanını kuvvetli suç unsuru sayıyorsunuz. Mahkemenizin güvenirliği benim açımdan sorundur. Adil ve bağımsız bir yargılama yapılmıyor. Siz de bu kumpasın içindesiniz. Savcı Ahmet Altun delilleri gizlemek istemiş. Bu kadar ayyuka çıktı.
“Eril sistemin temsilcilerisiniz”
Siz, bize erkeklik gösterisi yapıyorsunuz. Burada erkek devlet şiddetini bizzat yaşatıyorsunuz. Siz bıyıklı, göbekli beyefendi, biz şirret kadın oluyoruz. Erkekler kravat giyiyor diye herkes kadını sorguluyor. Eril sistemin temsilcilerisiniz. Yıllarımız bu zihniyete karşı mücadeleyle geçti.
Yoldaşlarımıza karşı mücadele verdik size karşı mı bu mücadeleyi yürütmeyeceğiz. Mikrofon sizin elinizde diye bir anda kapatıyorsunuz. Bu bir şiddettir, illa dövmenize gerek yok. CMK’ye göre, sorgu bittikten sonra müşteki ve tanıklar dinlenir. Onu bile yapmadınız. Savunmalar devam ederken tanıkları dinlediniz. Bir de bizi onlara teşhis ettiniz. Gizli tanıkları gizli dinlediniz. Biri gizliymiş açık olmuş. Buna da ‘adalet’ diyorsunuz.
Sorgu bitmeden, ‘Yargılamayı uzatmak istiyorsunuz’ deyip savunma hakkımı kısıtlıyorsunuz. Zaten 7 yıldır cezaevindeyim niye uzatmak isteyeyim.
Gizli tanık Ulaş’ın polisin araştırma tutanağında ifadesi yok ama siz gizli dinlediniz. Anlattıkları dedikodu. Hani dedikoduyu kadınlar yapardı sadece. Yalan söylediği ortada ama siz kanıtlamak istemiyorsunuz. Ulaş’ı dinledikten sonra ‘Öncekini içerir ifadeleri’ şeklinde karar veriyorsunuz. Yok öyle bir şey.
“Toplumla bağımızı koparmayı amaçlayan devlet şiddeti”
Devlet bu süreçte bizim yas hakkımızı dahi elimizden aldı. Figen başkan Gültan başkan, Bülent arkadaşımız, Zeynep Ölbeci arkadaşımız, Aynur Aşan arkadaşımız, Ayla Akat Ata arkadaşımız, Dilek Yağlı arkadaşımız, Ali Ürküt arkadaşımız yakınlarını kaybetti. Ben de dedemi kaybettim.
Hiç birimiz cenazelerine gidemedik. Gittiğimizde de yol işkenceye dönüştü. Aysel Tuğluk’un annesinin cenazesini gömdürmediniz. Toprağın altından çıkarıp Dersim’e gönderdiniz. Taybet Ana’yı sokak ortasında bıraktınız. Bu halkın çocuklarını kurda kuşa yem ettiniz.
Kürt halkının çocuklarının cenazeleri kutularda ailelerine veriliyor. Kimin yası tutulabilir, kimin tutulamaz? Bütün mesele bu. Ritüeller topluma aittir, insanı iyileştirir ve toplumla bağını kurar. Siz ne sevincimizi ne de acılarımızı yaşamamıza izin vermediniz.
Aysel Tuğluk’u eşikte bıraktınız. O yüzden bu kadar yıkıcı bir hasar bıraktı. Bu bizi toplumla bağımızı koparmayı amaçlayan bir devlet şiddetidir.
“Artık ölümlere dur demek gerekiyor”
Türkiye’de Kürt sorunu çözülecekse bu Sayın Öcalan ile çözülecektir. Öcalan’ın, demokratik çözüm çabaları bütün Türkiye açısından çok kıymetli. Sayın Öcalan’ın özgürlüğüne kavuşması, Türkiye’deki toplumsal barış için çok önemli.
Bir arada yaşamanın en iyi yolu Öcalan ile müzakerelerin yeniden başlatılmasıdır. Sayın Öcalan’ı ağır tecrit ve izolasyon altında tutuyorsunuz. 5275 sayılı kanundan kaynaklı hiçbir hakkını kullanamıyor. 2009 yılında açlık grevlerinde 6 insan yaşamını yitirdi. Şu anda cezaevindeki insanlar açlık grevinde. Artık ölümlere dur demek gerekiyor.”
Duruşma yarın devam edecek. (AS)