Sinemanın genç kadın oyuncularından Tülin Özen, mavi gözlerinden ibaret birinden çok öte... Onu Dink davasının eylemlerinde ya da cezaevindeki çocuklar için düzenlenen bir basın toplantısında görebilirsiniz... "Oyuncu olduğum için bazı konulardan daha ileride ya da daha geride olmam gerektiğini hiç düşünmedim. Yoksa ben bir şeyin yüzü olabilecek biri değilim. Ben bir işin yüzü değil, bayağı bacağı kolu olmak istiyorum..."
Mühendis bir ailede büyüyen Özen, İskenderun'da geçen çocukluk günlerini şöyle anlatıyor:
"İskenderun'da mühendislerin kaldığı bir lojmanın içinde büyüdüm. Lojmanda Rus uzmanlar ve aileleri de vardı. Çok özgür bir ortamdı. 1970'lerde üniversite okumuş, hayatını yeni kurmaya başlamış insanların olduğu bir ortamdı."
İskenderun'dan İzmir'e taşındıkları dönemin ardından İTÜ'yü kazanıp İstanbul'a geldiği dönemi ve ardından okulu bırakıp nasıl oyunculuğa başladığını ise Özen, şöyle anlatıyor:
"Annemle babam da mühendisti o yüzden mühendisliği kazanmam beklenen bir şeydi. Ama sonra pek mutlu olmadılar çünkü hiç çalışmadım. Benim üniversite dönemim yavaş yavaş kadrolaşmaların yaşandığı, üniversite eylemlerinin, başta Beyazıt olmak üzere bütün İstanbul üniversitelerinin en hareketli olduğu zamanlardı. Dolayısıyla buraya geldiğimde de lisedeki politik tavrımı sürdürebileceğim bir ortamın içine girmiştim. Üçüncü sınıfa geldiğimde tiyatro yapmak istediğimi anladım ve okulu bıraktım. Yeditepe Oyuncularıyla geçen dönemimde devlet tiyatrolarında oynamaya başladım. Daha sonra 'Meleğin Düşüşü' filminin çekimlerine katıldım ve kazandım. O filmden iki yıl sonra da 'Beyaz Gelincik' dizisinde oynadım."
"Çok iyi bir oyuncuyum, dış görünüşümün bile bunun önüne geçer' diyemem"
Semih Kaplanoğlu'nun "Meleğin Düşüşü" filmiyle Altın Portakal'da "En iyi kadın oyuncu" ödülünü kazanan Özen, Beyaz Gelincik adlı dizide canlandırdığı Meryemce karakteriyle tanındı. "Vicdan" filmi ile de birçok ödül alan Özen, oyunculukta güzelliğin ne kadar payı olduğuna dair ise, şunları söylüyor:
"Güzel ve alımlı olduğunu söyleyen ve yalnızca bununla yaşayan insanlar da giriyor film seçmelerine. Ama ben öyle yaşayan biri değilim. Etkisi de olmuş olabilir sonuçta mavi gözlüyüm. Dizide oymamamın en önemli nedenlerinden biri de buydu. Çünkü benimle ilgili yapılan yorumlarda hep buna dair ifadeler kullanılmış. 'Ben çok iyi bir oyuncuyum, dış görünüşümün bile bunun önüne geçer' gibi bir iddiam olamaz, bunu söyleyemem."
Hrant Dink eylemlerine, Terörle Mücadele Kanunu (TMK) mağduru çocukların serbest bırakılması için düzenlenen toplantılara katılan Özen, bu konuların seslerinden biri olmasını ve Dink'in öldüğünü nasıl öğrendiğini paylaşıyor:
"Hrant Dink ve TMK Mağduru çocuklar için basın açıklamalarını benim okumamı uygun gördüler. Bu da anlaşılır bir şey. Ben yalnızca bir vatandaş olarak bu konularla ilgileniyorum, bir oyuncu olarak değil. TEKEL işçileriyle de Emek sinemasıyla da... Ama her konuda aktif olmama imkan yok. Ama biliyorum ki ortak kullandığımız söylemler var. Bu işlerle de ilgilenmem o nedenle çok doğal aslında. Oyuncu olduğum için bazı konulardan daha ileride ya da daha geride olmam gerektiğini hiç düşünmedim. Yoksa ben bir şeyin yüzü olabilecek biri değilim. Ben bir işin yüzü değil, bayağı bacağı kolu olmak istiyorum..."
"Sete telefon geldi, 'Hrant'ı vurdular' diye"
"Hrant öldüğünde Adana'da çekimdeydim. Sete telefonla haber geldi. "Hrant'ı vurdular" diye... Şoke olduğumuzu hatırlıyorum. Birkaç kişiyi aradım ama kimseye ulaşamadım. Ya kabullenemediğimiz için ya da "öldürüldü" değil de "vuruldu" dendiği için hiçbirimiz ölmüş olabileceğini düşünmedik. Sonra çekim bittiğinde haberlerde öldüğünü gördük. Bütün set yıkıldık. Çok korkunçtu. Sette hatta bir Ermeni bir de Trabzonlu iki arkadaş vardı. Garipti, acayip bir durumdu."
"Devlet, ilkokullarda 'Sarı Gelin' adlı belgeseli izletiyorsa o zaman yaptığı açılımın bir faydası kalmıyor. 'Ermeni açılımı' da yalnızca gündem oluşturmanın ve bir ambalaj gibi bunu sunmanın ötesine geçemez o zaman."
"İçine girdikçe daha da açılan bir kuyu olduğunu düşünüyorum" dediği Güneydoğu sorununa dair ise Özen, sorunun en can alıcı noktasından söz ediyor; "Yaşanmamış hayatlar var..."
"Güneydoğu sorunu dipsiz bir kuyu gibi"
"Güneydoğu sorununun içine girdikçe daha da açılan dipsiz bir kuyu olduğunu düşünüyorum. Bu konunun çözümü için masaya oturulması gerekiyor. Çünkü masaya oturmak ne olursa olsun çözüme yöneliktir. Diyalogun eksik olduğu ya da sorunu susturmaya çalışmanın hiçbir şeyin çözümü olamayacağı çok açık. Diyaloga açık olmak solcu olmaktan daha önemli bir şey. Masaya oturulmalı, çünkü ortada ölen insanlar, yaşanmamış hayatlar var..."
"Kürt açılımının da aslında bir PR çalışması olduğunu düşünüyorum. Çünkü alttan alta giden, çok da sağlamlaşan ve katılaşan bir milliyetçiliği besliyor. Biraz gösterilen, pompalanan bir milliyetçilik... Açılım girişimleri yalnızca çok az sayıda insan üzerinde sınırlı, pozitif bir etki yarattı. Ama açılıma karşı tutum sergileyen saflar da giderek milliyetçileşiyor. Kendi kendine bir açılım yapıp sonra 'Dağdan inenleri halk kucakladı' gibi garip söylemler içine sokmanın tamamen milliyetçiliği derinleştirdiğini görüyoruz."
"Bu sorunlar konuşulmazsa çözülebilecek şeyler değil. Dolayısıyla en azından böyle bir diyalogun başlaması gerektiğini düşünüyorum. Ama hala Ekspress dergisinde İrfan Aktan, açılım sürecine güvensizliğini anlatan PKK'linin sözlerine yer verdiği röportajı nedeniyle yargılanabiliyor. Bu sorun mutlaka bir gün çözülecek ama o zamana kadar ölen her insan bir vicdan sorunumuz var."
TMK mağduru çocuklar, Cumartesi anneleri, 3. köprü...
"Bazen bu çocuklarla ilgili şeyler okumak, konunun içinde olmak, insana bir şeyleri unutturuyor. O nedenle onların çocuk olduğunu sürekli olarak hatırlatmak gerekiyor siyasilere. O çocuğun polis tarafından kolunun bükülerek kırıldığı sahneyi unutmamak gerekiyor. (Cüneyd Özen'in 'Bir Çentik' filminden söz ediyor)"
"Cumartesi annelerini de unuttuk. Türkiye'de o kadar çok karşı çıkılması gereken durum var kı cumartesi günleri orada olmak gerektiğini unuttuk. Kendi çocuğunu arayan bir annenin acısını unutuyorsak muhalifin önemli bir sorunu vardır demektir."
"Şimdiden konuşmamız gereken 3. köprüyü de konuşmuyoruz. Çünkü gündemin ne olacağını başka bir güç belirliyor. Ama gündem belirlenirken alttan alta yürüyen şeyler var ve asıl tehlikeli olanlar bunlar. Örneğin, şimdi yavaş yavaş bütün üniversiteler şehir dışına taşınıyor. Yeni bir rant düzeni sağlamak için..."
"Bayağı Beşiktaşlıyım"
Özen ile bu haftanın en önemli gündemlerinden biri olan Dünya Kupasını da konuştuk. "Bayağı Beşiktaşlı" olan Özen'in dünya kupası için şans tanıdığı takım ise Arjantin.
"Ben bayağı Beşiktaşlıyım. Annem de öyledir. Dünya Kupasında ise Maradona'nın inanılmaz bir güç vereceğini düşünüyorum. Messi ve Higuain çok sevdiğim oyunculardan. Bence Arjantin kupayı alır. Kadınlar da dizilerden sonra maçlar olduğu için biraz da zorunlu bir futbol izleyicisi olmaya başladı. Ben körling maçlarını, buz hokeyi maçlarını da izliyorum. Voleybolu özellikle çok seviyorum. Arada ben de voleybol, masa tenisi oynuyorum ve kendimi bildim bileli koşuyorum..."
"Yakın arkadaşlarımın eğlence malzemesiyim"
Özen, güne nasıl başladığını, kendisini en çok neyin eğlendirdiğini de anlatıyor:
"Sabahları Açık Radyo dinliyorum. Boşsam haberlere, Ekspres ve Bant dergilerine bakınıyorum."
"En çok arkadaşlarımın benimle dalga geçmesinden eğleniyorum. Çok eski arkadaşlarım için ben tam bir eğlence malzemesiyim. Ağız dolusu şaşkın dedikleri biriyimdir. Sevdiğim ve malzeme verdiğim insanların tabi bunu yapmasından çok hoşlanıyorum."(BT/TK)