Türk Tabipleri Birliği'nin (TTB) 59. Büyük Kongresi 25-27 Haziran 2010 tarihlerinde gerçekleştirildi. TTB 59. Büyük Kongresi seçimini Kongrenin 502 delegesinin 457'sinin oy kullandığı ve 456 oyun geçerli sayıldığı seçimde oyların ortalama olarak yaklaşık yüzde 55'ini alan mevcut yönetimdeki Etkin Demokratik TTB Grubu'nun listesi kazandı.
Göreve seçilen yeni Merkez Konseyi (MK) 2 Temmuz'da toplanarak 2010-2012 dönemi için görev dağılımını yaptı. Bu toplantıda yeni MK başkanı seçilen Dr. Eriş Bilaloğlu ile seçim sonrasında görüştük.
Son TTB Olağan Genel Kurulu sürecine dair gözlemleriniz neler? Nasıl bir genel kurul yaşandı, seçim sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
TTB Büyük Kongresini büyük ölçüde belirleyen tabip odası seçim süreci oluyor. Resmi olarak Nisan ayında başlayan süreç Mayıs ortasına kadar sürüyor. Türkiye ölçeğinde 30 binin üzerinde hekimin katılımıyla seçimler yapıldı. Oda seçim süreçlerine siyasi iktidarın ilgisini söylemeye gerek yok.
Haziran sonunda toplanan Büyük Kongre'ye gelirsek... Hekimler, sağlık çalışanları arasında açıktan mevcut sağlık politikalarını savunan bir söylem tutturmak zor. O nedenle herkes "muhalif". Farklılıklar "karşı" olmanın oturduğu bütünlüklü bakışla anlam kazanıyor. Kongrede bu iyice belirginleşti; bu sürecin özelliklerinden biri bu.
Diğeri ise yıllardır "tartışılan" tabip odaları önce hekimlik sorunları ile ilgilenmeli (ya da siyasetle ilgilenmemeli) söyleminin artık bütünüyle komik cümlelerle ifade edilir olmasıdır. Aslında Büyük Kongre'nin 40 kişiye yaklaşan konuşmalarını düşününce hekimlik değerleri ve anlayışına dair farklılıkların görünür olduğunu anlıyoruz. Kuşkusuz özgürlükçü, eşitlikçi, savaşsız, sömürüsüz bir dünya özleminde somutlanan dünya görüşü ile hekimliğin evrensel değerleri arasındaki doku uyumu öne çıkıyor.
Kongreye ilişkin en temel eksiklik kanımca "teknik" bir gerekçeye dayanıyor. Türkiye, Türkiye sağlık ortamı, hekimleri sorunları, çözüm vb. başlıkların konuşulması beklenen bir toplantının zaman sınırlılığı. 500 delegenin olduğu, neresinden bakarsanız en az yarısının geldiği bir toplantıda 3-5 saat yeterli olmuyor. Bu yetersizliği hem kendinizi ifade anlamında hem de bir başkasını anlama açısından yaşanıyor.
Seçim sonuçlarını 3 ayrı grubu kendi içerisinde ve bütün olarak TTB çizgisi bağlamında değerlendirmek yerinde olur. Benim de yer aldığım Etkin Demokratik TTB grubu -seçimi kazanmanın ötesinde söylüyorum- başarılı olmuştur. Bu başarı, Kongre ve seçim ortamının istenmeyen ya da yanlış anlaşılan söylemlerine rağmen TTB bütünlüğünü kapsama, mücadele etme ve birlikte mücadele etme konusunda verdiği güvenle ilgilidir. Diğer gruplara yönelik bir değerlendirme yapmayı şimdilik uygun bulmuyorum.
Şu anda sağlık ortamında tüm yükü sağlıkçılar, özellikle de hekimler üstleniyor, hekimlerin genel olarak bu gidişe tepkileri nasıl?
Hekimlerin tepkilerine yön veren iki faktör var. Birincisi mevcut baskı ortamı -baskı kelimesini özelde işsiz kalmaktan antidemokratik uygulamalara, idari, siyasi, inzibati baskıya kadar en geniş anlamıyla kullanıyorum-, ikincisi ise belirsizlik. Hekimler, hekimlik yaşantılarının çok uzun bir sürecinde geleceklerini planlayabilme açısından belirsizlik içerisindeler.
Bu hal sonuç olarak donuk-durağan-temkinli, tepkilerini ifade etme açısından aşırı kontrollü bir durum doğuruyor. Elbette bu tarz huzursuzluğu, mutsuzluğu daha da arttırıyor. Genel olarak bunalmış bir hekim ruh hali olduğunu söylersek yanılmış olmayız. Meslek örgütüyle ilişkileri de bu duruma paralel. "Kendileri için hiçbir şey yapmayan meslek örgütü"ne kızgınlık, öfke ile kendisi ve yanındaki meslektaşı için bir şey yapmayan kendisine kızgınlık, öfke karışıyor. Bu süreci bir yanıyla doğal görmek lazım. Ancak kuşkusuz uzun sürmemesi gerekiyor. Sanırım bu dönem hep birlikte tepkileri görünür kılmaya uygun bir zemin oluşturabilir.
Hekimlerin genel tutumu ile hekim örgütlerinin çatısı olan TTB'nin görüşleri birbirine koşut mu?
Zor bir soru; daha doğrusu yoruma çok açık. 30 binin üzerinde oy kullanan hekimlerin seçtiği delegelerle oluşan Kongre TTB'nin görüşlerinin sınırını çiziyor. Elbette Merkez Konseyi de bunu günlük politika olarak uygulamaya çalışıyor, ifade ediyor. Hekimlerin tutumu ile TTB'nin görüşleri arasında bir fark olduğu açık. Kanımca hekimlerin görüşleri TTB'ye (tutumlarına göre) çok daha yakın.
Sağlıkta Dönüşüm Programı piyasacı yapısıyla bireyler düzeyinde tutum ve görüş açısından farkı arttırdı. Kişisel bir gözlem olarak bir örnek verebilirim. Aile hekimliğine ilişkin hekimler büyük ölçüde TTB görüşlerine benzer görüşlere sahipler ama tutum olarak ayrı düşüyorlar. Buradaki farkı kapatabildiğimiz ölçüde daha mutlu bir hekimlik, sağlık ortamı olacağı kesin.
Hükümetin kendi görüşlerine koşut düşünceler ifade etmeyen meslek örgütlerine, özellikle de TTB'ye dair zaman zaman söz ettiği "sözler"e dair yorumunuz nedir? Gerçekten düşündüklerini yapabilirler mi? Hükümet, özellikle Sağlık Bakanlığı'yla ilişkiler nasıl olacak?
Doğrusu içten buluyorum. Gerçekten de böyle düşünüyorlar. Düşündüklerini yapabilirler mi? Yapmamaları iyi olur, diyelim. TTB açısından Sağlık Bakanlığı ile ilişkiler özel bir soru değil. Bakanlık ile ilişkiler Bakanlığın TTB'nin olması gereken işlevini sınırlamak düşüncesinden çıkabildiği ölçüde normalleşir. Ancak bu bir hükümet politikası. Çalışma Bakanlığı da benzer bir çaba içerisinde. Biz Türkiye sağlık ve hekimlik ortamının iyileştirilmesiyle ilgiliyiz. Buna uygun olarak davranacağız.
TTB bu dönemde hangi konulara öncelik verecek, kısa ve uzun erimdeki programlarınız neleri içeriyor?
Tam gün yasasının ve takiben Kamu Hastane Birlikleri'nin, kamu-özel ortaklığı ihalelerinin vb. doğuracağı yeni bir ortam söz konusu. Hekimler dahil bütün sağlık emekçileri için bu yeni ortamın idraki ve refleks yorumların sistematik bir örgüt prizmasından geçirilerek hedefe odaklanması gerekiyor. Bu aslında TTB'nin de örgütsel form ve tutum olarak yenilenmesini zorluyor.
2010-2012 döneminde yapılan ya da yapılamayanlar en az on yıllık bir dönemin de kaderini önemli ölçüde etkileyecek. O nedenle hızla entelektüel birikimin harmanlanması ile örgütsel hareketliliğin ve örgütsel pozisyon alışın organize edilmesi gerekiyor. Normal koşullarda makul sürelerde yapılabilecek ve geçilebilecek bu sürecin hızla olması kaçınılmaz. Bu kaçınılmazlık bazı kaçınılmaz hatalara da yol açabilir. Klasik ifadeyle "risk almak" durumundayız.
Türkiye'nin genel seçim atmosferi ile Kürt meselesinde "seçim" dönemeci de bütün kısa vadeli programları gölgeleyebilir gözüküyor. O nedenle her sağlık, hekimlik programının bu doğal gündemlerle iç içe geçmesi mümkün. TTB bunu taşıyabilme ve organik bir dil yaratabilme potansiyeline sahip; yeter ki doğallığını yitirmesin.
İşsizliğin sağlıkla ilişkisini doğal olarak işlemek, sağlık için taşeronlaşmanın tehdit olduğunu aktarmak, Sağlık Uygulama Tebliği ile oksijensiz bırakılan hekimlik ortamını, yitirilen hekimliği dillendirmek, güvencesiz çalışan hekimlerin sorunlarına sahip çıkmak, çözümleri tartışmak, hekimlerin talepleriyle birlikte yaşam ve sağlık hakkını görünür kılmak ve toplumsal işbirliklerini kuvvetlendirmekle açılacak mecra programın temel hattını ifade etmektedir.
Çok ünlü, etkin, karizmatik, kendinden söz ettiren TTB MK başkanları oldu, TTB MK'de uzun yıllar görevde bulunduğunuzu göz önüne alırsak, önceye de bakarak şu andaki duygularınız neler? Daha doğrudan sorarsam oda ve TTB yönetimlerinde görev almaya ilk başladığınız günlerde "bir gün bu örgütün en üst noktasında olabilirim" demiş miydiniz?
Nusret Fişek, Selim Ölçer, Füsun Sayek, Gençay Gürsoy'u doğrudan tanıdım ve farklı sürelerde de olsa birlikte çalıştım. Özen Aşut'la halen birlikte çalışma, birşeyler öğrenme durumundayım. Hepsi çok özel kişiler. Doğrusu TTB içinde 1990'lı yıllardan bu yana yer aldığım her süreçte örgütün en üst noktasındayım duygusu ile bulundum. Elbette bu hiçbir zaman her şeyi yapabilme ve çözebilme şansını, olanağını sunmuyor. Umarım bu duyguyu her hekim için geçerli kılan bir örgütsel atmosfer oluşturabiliriz.
bianet adına bu ilk söyleşiyi bizimle yaptığınız için çok teşekkürler.
Ben teşekkür ederim. (MS/TK)