ABD Başkanı Donald Trump 27 Ocak 2017 günü başkanlık kararnamesiyle yedi ülkenin vatandaşlarının ülkeye girişlerini yasakladı. Kararname Irak, Suriye, İran, Sudan, Libya, Somali ve Yemen vatandaşlarına 90 gün süreyle Amerika'ya seyahat yasağı getirilmesini öngörüyordu. Bu kararname ABD'de büyük infial yarattı; Washington eyaletindeki Seattle kentinde Federal Yargıç James Robart, vize yasağının ABD genelinde geçici olarak durdurulmasına karar verdi. Trump karara itiraz etti ancak temyiz mahkemesi kararı bozmadı.
Donald Trump'ın fevri davranışları, seçim kampanyası sürecinde takındığı tavırdan kendini belli ediyordu. Ancak hem dünyada hem de ABD'de genel kanı Başkanlık koltuğuna oturunca daha kutedil bir siyaset yürüteceği yönündeydi.
Birgün gazetesinin Washington temsilcisi Ömür Şahin Keyif, Washington'da söylenen bir cümleyi aktarıyor “ABD’de başkan adayları kampanya sürecinde bir sürü şey söylerler, ama iş gerçeğe gelince yapamazlar”. Trump ABD siyasetinin birçok geleneği gibi buna da uymuyor.
ABD Başkanlarının önceki dönemlere ilişkin takındığı siyasi nezakete de çok uymuyor.
Örneğin dün Fox News televizyonu sunucusu Bill O'Reilly'le bir röportaj gerçekleştirdi. Seçim sürecinde oy toplamak için Obama yönetiminin İran'la imzaladığı nükleer anlaşmasına yönelik söylediği cümleyi yineledi: "Hayatımda imzalandığını gördüğüm en kötü anlaşma".
Bununla da yetinmedi İran'la yeni bir diplomatik kirize neden olacak bir ifade kullandı:
"Ülkemiz onların umurunda değil. Onlar bir numaralı terörist devlet. Her tarafa para ve silah gönderiyorlar".
Washington'da siyaseti yakından izleyen; aynı zamanda sokağın nabzını da tutan gazeteci Ömür Şahin Keyif ile 20 Ocak'ta göreve başlayan Trump'ın iki haftalık Başkanlığını konuştuk.
Türkiye’de yaşadın ve ABD'ya gittin, iki yıldır Washington'dasın. Obama dönemine ve Trump’ın seçimi kazandığı günlere tanıklık ettin. Trump seçildiğinde bizlerin Erdoğan ilk kazandığındaki gibi bir şaşkınlık oldu mu?
Hem de nasıl… Televizyonlardaki yorumcuların yüzlerini görmeniz lazımdı… Seçim günü, Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Basın Merkezi’nde gazetecilere düzenli olarak bilgilendirme yapıldı. O gün dahi seçimi değerlendiren uzmanların, Trump ve söylemlerini ciddiye almadığını hissettim. Basının büyük kısmı yayınladıkları anketlerde Hillary Clinton’ın kazanma şansını çok yüksek gösteriyordu. Şimdi o günlerde, bir kesimin çok ciddiye almadığı bir kesimin de alay ettiği, tabii bir kesimin ise hasretle beklediği vaatler birer başkanlık kararnamesine dönüşüyor.
Seçim öncesi, devlet kademelerinde deneyimi olan, bu işleri bilen birkaç kişiden, şuna benzer ifadeler duyuyordum: “ABD’de başkan adayları kampanya sürecinde bir sürü şey söylerler, ama iş gerçeğe gelince yapamazlar.”
Bence ikinci şok, Trump’ın seçim kampanyasında dile getirdiği ve büyük tartışma yaratan vaatlerini hayata geçirme inadıyla yaşadı.
Bu arada önceki Başkan Barack Obama’nın imzaladığı ilk başkanlık kararnamelerinden biri Guantanamo esir kampının kapatılmasıydı. Ama kapanmadı.
Trump sonrası ilk günlerdeki icraatları Türkiye'deki gibi kutuplaşmalar doğuruyor mu?
ABD’de kutuplaşma Trump’ın adaylığıyla başlamadı. Obama için örneğin, “ulusu birleştirmek için gelip tamamen ayırdığı” yorumları da yapılıyor. Bütçe ve sağlık sigortası gibi konularda büyük gerilimler söz konusu olmuştu.
Obama’nın kendinden önceki başkanlardan çok yüksek bir onaylanma oranıyla kalktığı koltuğa Trump, öncekilerden çok daha düşük bir oranla oturdu, bu rekorunu sürdürüyor.
Şu anda aşırı sağcı ve dinci politikaların temsilcisi olarak görülen Trump’ın toplumda var olan kutuplaşmayı derinleştirdiğini ve hatta pompaladığını söylemek mümkün. Ama görülüyor ki Trump’ın bir de birleştirici özelliği var; toplumsal muhalefet üzerinde. Süreçte sokakları dolduran yüzbinler, tesadüfen bir araya gelmiş değiller.
Bir de tabii Trump’ı destekleyenler var. Bu kesim, ABD’nin büyük bir güvenlik açığı içinde olduğuna, sınırların çok sıkı şekilde korunması gerektiğine inanıyor. Seyahat yasağını destekleyenlerin yüzde 47 olduğu ifade ediliyor. Trump’ın seçim kampanyası boyunca benimsediği ve bugüne de taşıdığı sınır vurgusu karşılık buluyor. Trump yanlıları, Obama’nın sekiz senede ‘bozduğu’ ABD’yi, Trump’ın ‘düzelteceğine’ inanıyorlar.
ABD’de köklü bir yargı olduğu söyleniyordu ki, temyiz mahkemesi Trump'ın başvurusunu reddetti. Trump’ı yargı eliyle durdurmak, yavaşlatmak mümkün görünüyor mu? Benzer olarak Temsilciler Meclisi ve Kongre var; onların bir etkisi olabilir mi?
Muhalefet, Trump’ın bu kararnameleri hiç kimseye danışmadan, “bir kral gibi” çıkarmasından şikâyetçi. Bir “çılgın” olarak gördükleri Trump’ın böylesi yetkilere sahip olması pek çok kişi için çok rahatsız edici. Ancak kararnameler, başkana verilen yasal yetkilere dayanarak çıkarılıyor. Bu arada, Trump’ın kampanyası sırasında, Obama’nın imzaladığı başkanlık kararnameleri için “yasa dışı ve mükellefiyetsiz” sözleri de herkesin aklında.
Başkanlar tabii, ülkeyi yalnızca bu kararnamelerle yönetmiyor, Reagan’dan sonra yıllık kararname ortalaması 40.
Hukuk bu kararnamelerin Anayasaya uygunluğuna bakıyor. Ya da son olarak çıkan seyahat yasağının hemen ardından gördüğümüz gibi, o anlık mağduriyetleri gidermeye çalışıyor.
Son olarak Washington eyaletinde bir hakim, seyahat yasağını ülke çapında bir süreliğine -taraflar, delillerini Mahkeme’ye sunana kadar- durdurdu. Adalet Bakanlığı bu karara itiraz ederek acilen durdurulmasını istedi. Kararın acil durdurulması talebi reddedildi. Pazartesi akşamı, bir karar daha çıkabileceği ifade ediliyor.
"Anayasal kriz çıkabilir"
Bu süreçte pek çok mahkemeden pek çok karar çıktı; ancak şu ana kadar herhangi bir mahkeme bu kararnamenin Anayasa’ya uygun olup olmadığına karar vermiş değil. Trump, kararnameyi geçici olarak durduran karara “saçmalık” dedi. Eğer kararnamenin Anayasa’ya uygun olmadığına karar verilirse, nasıl bir tavır sergileyeceği merak konusu. “Anayasal kriz” çıkabilir deniyor.
Burada dikkat çekici olan, her mahkeme kararından sonra, yasayı uygulamaya koyan bakanlıkların beğenmeseler dahi genel olarak hukuki kararlar uyarınca hareket etmeleri. Örneğin, Mahkeme’den durdurma kararı çıkar çıkmaz, gece yarısı, İç Güvenlik Bakanlığı bir telekonferans yaparak tüm havayolu şirketlerini bilgilendirdi, kararın işleme koyulmasını sağladı. Basının bu noktadaki olası aksamaların takipçisi olduğunu da belirtmek lazım.
Demokratlar, Kongre’de azınlıkta. Ancak Trump’ın kabine seçimlerinin onay sürecini Senato’da yavaşlatmaya çalışıyorlar. Bu seyahat yasağını takiben Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği, ACLU, Senato’ya, Adalet Bakanlığı için Jeff Sessions’ın onayını kararname geri çekilene kadar bekletmeleri, çağrısı yapmıştı.
Öte yandan ABD’de özellikle Bush döneminden sonra, çok önemli olduğu söylenen denetim mekanizmasının oldukça gevşetildiği belirtiliyor. Bush döneminde işkence ve izinsiz dinlemelere sessiz kalan adalet yetkililerinin Obama döneminde de 2008 krizinin sorumlusu Wall Street’in üst düzey isimlerine dokunmadığı yazılıp çiziliyor… Kurulu düzeni korumak Amerikan kapitalizminin en mahir olduğu konulardan biri.
"Sol, sosyalist çevreler Clinton gelse de sokakta olurduk diyor"
29 Ocak Cumartesi günü havalanında ABD'ye alınmayanlardan bazıları gözaltına alınmıştı. Demokrat partili iki kongre üyesi bu insanlarla görüşmek, gözaltını engellemek istemiş ama pek başarılı olamamışlar. Verdikleri röportajda ellerinden bir şey gelmeme halini anlatıyorlardı. Bu iki insanın durumunu Türkiye'deki HDP'li ya da bazı CHP'li vekillerin bu tür durumlarda kale alınmama haline benzettim. ABD'de de seçilmişlerin ayrıcalıklarının kaldırılmaya başlandığı gibi bir durum var mı?
Kongre’de Demokratlar’ın azınlıkta olmaları, ellerini zayıflatıyor. Onlar da hukuki süreci bekliyorlar, mekanizmaların işlediğinden emin olmak için süreci takip ediyorlar. Karardan sonra, Türkiye’den çıkışına izin verilmeyen Suriyeli Nael Zeino’nun hikayesini takip ettiğim için biliyorum, California Senatörü Kamala Harris vakayla yakından ilgilenmişti. Mahkeme’nin durdurma kararından önce Zeino’ya, durumuna uygun olarak, Dışişleri Bakanlığı’ndan özel izin çıkarıldığı bilgisi gelmişti.
Sokağın sesine dönersek, muhalif kesimlerin önemli bölümü, ABD’de yaşananlardan Cumhuriyetçiler kadar Demokratlar’ın da sorumlu olduğunu ifade ediyor. Bugün olanlardan şikâyetçi olan Demokratlar, seçimde sağ söylem karşısına iyi bir alternatif koymadıkları, statükoyu devam ettirme söylemiyle seçime girdikleri için de ayrıca eleştiriliyorlar. Zaten doğaları gereği de bunu yaptılar. Bu yüzden bugün sokaklarda eylemde olan özellikle sol, sosyalist çevrelerden kişilerle konuştuğunuzda, Hillary Clinton’ın kazanması halinde de yine eylemde olurduk, diyorlar. Amerika’da özellikle gençlerin kayda değer bir kısmı, bugün yaşananların sistemden kaynaklandığını düşünüyor, başka bir hayat istiyor, bunu şu anda hakim olan iki kurumsal partiyle de yapamayacaklarını söylüyorlar.
Dışarıdan bakıldığında Trump karşıtı ciddi bir protesto hareketi var gibi görünüyor. Doğru mu bu? Karşıtlar ülkedeki gidişatı dengeleyebilir mi?
Dışarıdan baktığında ifadesi önemli. ABD’de gerçekte ne olduğuyla, tabanın ne düşündüğüyle ilgili bilgiye ulaşmak süre alıyor. Bunun kısmi nedeni ana akım medyanın çok güçlü olması. Mesaj çok hızlı şekilde tüm dünyaya yayılıp, nüfuz edebiliyor. Alternatif kaynaklara bakmazsanız, bambaşka duyan ve düşünen bir Amerika sanrısı içine girebilirsiniz. Bu benim gözüme en çok Küba Lideri Fidel Castro’nun ölümünde battı. Çok geniş bir kesim, ABD sokaklarında Castro’nun ölümü kutlanıyor sandı, oysa ki televizyonlarda günlerce gösterilen o görüntüler sadece Miami’de bir bölgeyle sınırlıydı. Aynı gün Küba büyükelçiliği önüne gözyaşları içinde akın edenleri de elçilikte açılan anı defterini imzalayan yüzlerce Amerikalı’yı da ya da düzenlenen anma etkinliklerinin nasıl dolup taştığı çok konuşulmadı.
Amerika’da, özellikle kentlerde, üniversite çevrelerinde, sendikalarda, kimlik hareketleri içinde ciddi bir hareketlenme var. Protestolar hareketin sadece görünen yüzü. Seçimden hemen sonra, yemin töreninden önce, bu kesimleri bir araya getiren sayısız toplantı düzenlendi. Trump’ın temsil ettiği sağ politikalara nasıl direneceklerini konuştular.
Şu anda toplumdaki hareketliliğin 60’lardan bu yana en yüksek noktasında olduğu söyleniyor. Bazı aktivistler ise bu argümana karşı çıkıp, 2003’te, 43’üncü ABD Başkanı George W. Bush’un Irak işgaline karşı gelişen direnişe dikkat çekiyorlar. Mart 2003’te ABD genelinde 12 ila 20 milyon arasında kişinin yürüdüğü söyleniyor. Irak işgaline karşı direniş küreselleşmişti.
Bugün Trump karşıtı protestoların örgütleyicileri, o gün gelişen direnişin bir yere kaybolmadığını, büyüyerek geliştiğini ve kendi içinden liderlik çıkardığını ifade ediyorlar. Okullarda, iş yerlerinde, çeşitli kimlik gruplarında, sendikalarda “Trump’ın temsil ettiği politikalara nasıl direnileceğine” dair tartışmalar yürütülüyor. Bu hareket sıklıkla sokağa çıkıyor. Yakın zaman için bir genel grev örgütleniyor, bu önemli.
ABD’de derin devlet ya da kurulu düzen, öngörülemez olduğunu düşündükleri Trump’ın gelişinden rahatsız. Ancak toplumsal muhalefet kesimleri; milyarderler, generaller ve aşırı sağcı ideologlardan oluşan bir yönetim kuran Trump’ın temsil ettiği sağcı-dinci politikalara direniyorlar. Bu ikisi arasında fark var. Gidişatı dengeleyebilecek, hatta değiştirebilecek olan ikincisi. (HK)
Fotoğraflar: Ömür Şahin Keyif, Manşet: Anadolu Ajansı