Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararı sonrası TRT Çocuk kanalında 2014'te yayınlanan bir yarışma programında İsrail’in başkenti olarak Kudüs’ün kabul edilmesi gündeme geldi.
Konuyu ilk olarak bundan üç gün önce Milli Gazete gündeme taşıdı.
Bunun üzerine TRT, Twitter’dan yazılı açıklama yaptı.
Kamu yayıncılığı yapmakla görevli olan TRT’nin açıklamasındaki şu ifade ise dikkat çekiyordu:
“TRT ‘Kudüs’ konusunda; Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet politikası doğrultusunda ve Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın görüşlerini merkeze alan bir yayın yapmaktadır…”
Konuyu barış bildirisi imzacısı eski Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi Mahmut Çınar’a sorduk.
“Yayıncılığın evrensel etik kurallarının toptan reddi”
Kamu yayıncılığı yapmakla mükellef bir yayın kuruluşunun açıklamasında açık şekilde “Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın görüşlerini merkeze alan bir yayın yapıyoruz” ifadesini nasıl yorumluyorsunuz?
TRT'nin yapmış olduğu bu açıklama, malumun ilanından başka bir şey değil.
"Devlet televizyonu" olarak nitelendirebileceğimiz bir yayın kuruluşunun, devletin ağzından haber yapmasında şaşırılacak bir şey yok.
Burada bana ilginç gelen ve aslında Türkiye yayıncılık tarihi açısından da yeni olan, bunun gizlenmesine artık gerek duyulmaması.
Kendi imajını kamu yayıncılığı yapıyormuş gibi kurmaya çalışsa da TRT her zaman devletin kanalı olmuştur.
Kanalın takındığı bu yeni tavır, yayıncılığın evrensel etik kurallarının da toptan reddi anlamına geliyor. Bu tavrın, genel olarak devletin, iktidarın sokak kanunlarına dayanan tavrıyla ve sokak jargonuna, "Ben yaparım, olur. Tartışmam, etik metik dinlemem" yaklaşımıyla uyumlu olduğunu düşünüyorum.
İktidara yakın basına olduğu gibi doğrudan iktidarın eliyle yönetilen TRT'de de "tarafsız" yayıncılık artık bir zaruret olarak görülmüyor. Düşmanlık siyasetiyle yönetilen bir toplumda da zaten toplumun bu siyasete uyum sağlamış kitlelerinin "tarafsızlık" aramadığını biliyoruz.
Biraz önce söylediğim gibi, TRT de, özel ana akım medya da hiçbir zaman devletin kontrolü dışına çıkamadı.
TRT kurulduğu günden bu yana devletin resmi ideolojisinin propaganda aracıdır. "Devlet" mefhumu ise, tüm kurumsal, hukuksal kimliğinden sıyrılarak tek bir kişide toplanmış durumdadır.
TRT'nin, devletin görüşleri doğrultusunda yayın yaptığını değil de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın görüşleri doğrultusunda yayın yaptığını vurgulamasının nedeni de açıkça budur.
Tabii kurumsallaşmış, stratejik, sistemli bir devlet politikasından değil de bir kişinin siyasi istikbali doğrultusunda aldığı ve yönü sürekli değişen kararlardan yola çıkacağı için, bu yayın politikasının yakında değişeceğini, dahası devlet televizyonunun bugün söylediklerinin tam tersini söylemekten kaçınmayacağını öngörmek zor değil. Mavi Marmara örneğini hatırlayalım...
“Vergilerle beslenen kurum meşruiyet zemini bulmaya çalışıyor”
Kamu yayıncılığı ile devlet yayıncılığı arasında ne fark vardır?
Kamu yayıncılığı ile devlet yayıncılığı, kimi zaman yan yana anılsa da aslında birbirinin zıttı iki olgudur.
Kamu yayıncılığının temel özellikleri, toplum için yapılması, kaynağını toplumdan karşılaması ve böylelikle katiyen finansal bir kazanç mantığına dayanmaması, toplumun tüm kesimlerinin temsil bulabileceği bir yayın anlayışına sahip olması olarak özetlenebilir.
Bu kuruluşlar tamamen özerktir. Devletlerin, iktidarların kontrolüne olsa bile müdahalelerine kapalıdır. Siyasi, kültürel, sosyal olgular, önemli konulardaki karşıtlıklar, krizler, değişimler; kamu yayıncılığı kuruluşları yoluyla tartışılır, konuşulur... Bu nedenle de tüm görüşler bu tür organlarda yer bulabilir. Eğitim, eğlence, haber, bilgi gibi, medyadan alınması beklenen içeriklerin tümünü gerçek bir kamu yayıncılığı kuruluşunda bulabilmeyi umarız.
Devlet yayıncılığına baktığımızda ise bunların tam tersi bir durum görürüz. Her şeyden önce yayın, toplum için değil, devletin çıkarları doğrultusunda yapılır. Devletin çıkarları ise tabii ki mevcut iktidarın çıkarı anlamına geliyor. Toplumda hakim söylem dışındaki söylemlerin, bu söylemlerin temsilcilerinin devlet kanallarında yer bulması imkansızdır. Bunlara ek olarak, TRT'nin yönetimi, tüm kadrosu devlet tarafından atanır. Mali olarak yasal olarak değilse de fiilen denetime kapalıdır.
Tüm bu bağlayıcı özelliklerine rağmen TRT kendini kamu yayıncılığı kuruluşu olarak tanımlamakta ısrar ediyor. Bunun en önemli nedeni ise, hepimizden kesilen vergilerle beslenen bu kurumun meşruiyet zeminini bulmaya çalışmaktır.
Tüm bunları söylerken altını çizmeliyiz ki TRT, bugünkü tavrıyla Anayasa'nın kendisiyle ilgili maddeleri, 2954 sayılı TRT Kanunu (ki birinci maddesi TRT'nin özerkliğine ve tarafsızlığına vurgu yapmaktadır), 6112 sayılı "Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun" gibi çok sayıda yasal düzenlemeyi de hiçe saymakta, yani aslında kanuna aykırı bir tutum takınmaktadır.
“TRT zorunluluk hissini kaybetti”
Geçmişte de TRT kamu yayıncılığı yapma görevi hatırlatılarak pek çok kez eleştirilirdi ve TRT’nin devlet yayıncılığı yaptığı söylenirdi. Bugün geldiğimiz noktada TRT’nin eleştirildiği geçmiş zamanlarla bugün arasında fark var mı, yoksa “TRT geçmişte de, bugün de aynı” mı?
Yukarıda değindim; TRT her zaman devlet kanalıdır. Ancak iktidar yapısındaki büyük dönüşüm, geçmişte örneklerini görebildiğimiz bazı özelliklerin ortadan kaybolmasına neden oldu.
Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada, 1991 seçimleri öncesinde TRT'de yayınlanan bir açıkoturum programına denk geldim.
Bir yandan devletin karanlık politikaları özellikle Doğu ve Güneydoğu'da tüm şiddetiyle uygulanırken, toplumsal çatışma neredeyse bir iç savaş yaratmışken diğer yandan tüm siyasi parti temsilcileri devletin kanalında canlı yayında tartışıyordu.
Tamam, TRT o dönemde özellikle TSK yayın organı gibi hizmet görüyordu ancak bir şekilde parti liderlerini ekrana çıkarma zorunluluğunu da hissediyordu. Şimdi kaybedilmiş olan, bu zorunluluk hissidir sanıyorum. (EKN)