Hekimlerin ve diğer sağlık görevlilerinin varlık gösterdiği bir ortamın ruh hali farklılaşıyor, genellikle bir güven ve iyilik arız oluyor insanlara. 12-13 Haziran'da "Dil ve Eğitim" konulu çalıştay için gittiğim Diyarbakır'da, çalıştayın iki hekim katılımcısı kadar, çalıştay dışında görüştüğüm Necdet İpekyüz de benzer şeyler düşündürdü bana.
Çoğumuzun ahkâm kesmekle yetindiği şu ortamda onarıcı bir şeylerden söz ediyordu İpekyüz. Onarıcı, sağaltıcı... Kürt sorunuyla ilgili çatışmada her iki tarafta derinleşen travmayla ilgili esaslı bir çalışmanın ilk adımlarıydı bunlar.
Fikir tam olarak nedir?
Türkiye'de 30 yıldır yaşanan çatışmaların ürünü, bu kutuplaşmış ve son derece travmatize olmuş toplum oldu. Çatışmalar bugün de devam ediyor. Türkiye'de ismi konularak Kürt sorunu konuşulmaya başlandı. Tartışmalar genellikle açık şiddetin nasıl biteceği ekseninde dönüyor ama, uzun yılların toplum dokusundaki tahribatını ve dönüşümleri düşünürsek, açık şiddetin bitmesi durumunda bile bu travmatik tarihle nasıl yüzleşeceğimiz, mağduriyetleri nasıl telafi edeceğimiz gibi soruların baki olduğunu görürüz.
Dolayısıyla, Türkiye İnsan Hakları Vakfı olarak uzlaşma sürecine katkı sunmak amacıyla kapsamlı bir toplumsal travma projesi başlattık.
Bu projede, genel olarak şiddete maruz kalmış kişilere, onların yakınlarına ve şiddet hikâyelerini dinleyen ve arşivleyen STK üyelerine psikolojik yardım var. Yanı sıra çatışma ortamında kaybedilenlerin bedenlerinin bulunup gereğince gömülmesi ve suçluların cezalandırılması için çalışmalar yapmayı, bireylerin bu şiddet tarihindeki deneyimlerini, hatırladıklarını ve bu hafızanın bugünü nasıl biçimlendirdiğini anlamamızı sağlayacak bir sözlü tarih çalışmasını da kapsıyor.
30 yıllık süreçteki ölümleri, kayıpları, göçleri haksızlıkları düşünürsek Türkiye'de ne kadar büyük bir felaketle karşı karşıya olduğumuzu anlayabiliriz. Bu tür olaylarda bireylerin ruhsal yapıları zedelendiği gibi toplumların da ruhsal yapısı etkilenir.
Tıpta, travma sonrası stres bozukluğu (TSSB), gerçek bir ölüm ya da ölüm tehdidi, ağır bir yaralanma gibi bireyin doğrudan yaşadığı bir stres etkeni ile karşılaşmanın ardından gelişen özgül belirtileri tanımlar. Bu olaylar yaygın ve uzun süreli olursa, bireyler gibi toplum da aynı duruma gelir.
Askerliğini Güneydoğu Anadolu'da yapanların çocukları bugün bu bölgede asker, polis, hemşire, öğretmen, memur, doktor ve savcı olarak görev yapmaya gelebiliyor. Nitekim son olaylarda Şemdinli ve İskenderun'da yaşamını yitiren iki askerin babaları, çocuklarının askerlik yaptığı yerde daha önce kendilerinin de askerlik yapmış olduğunu dile getirdiler.
Kaba bir hesapla, son 25 yılda bölgede operasyonlara katılanlarla birlikte görev yapan kolluk güçlerinin yılda en az 200 bin kişi olduğunu varsayarsak bunu 25 ile çarptığımızda 5 milyon kişi eder. Eş, çocuk ve anne babalarıyla hesaplarsak sayının ne kadar yüksek olduğunu anlarız.
Buna bir de bölgedeki faili meçhul cinayetler, dağda yaşamını yitirenler, yargısız infazlar, kayıplar, gözaltılar, ceza alanlar, zorunlu göç edenler gibi mağdurları ve ailelerini de eklersek, aslında bu süreçten etkilenen nüfusun büyüklüğü de ortaya çıkar. Tüm bu süreçte mağdur olanların şu andaki anne-baba, eş ve çocuklarını yeterince düşünüyor muyuz? Düşünsek bile destek oluyor muyuz veya öykülerini dinliyor muyuz? Yoksa yaşadıkları travmayla başbaşa mı kalıyorlar?
TSK'nın, sözünü ettiğim askerlerle ilgili olarak bu süreçte yaptığı rehabilitasyon programları sadece fiziki hasarlara yönelik. Belki muvazzaflar ruhsal açıdan destek alıyorlardır ama erlere yönelik bir ruhsal rehabilitasyon programı olmadığını biliyoruz. Büyük çoğunluğun terhis olduktan sonra ruhsal açıdan nasıl olduğu, ailesi ve çevresiyle ilişkileri bilinmiyor.
Yeri gelmişken, bu bölgede olaylardan etkilenmemiş kimse çok azdır. Ve bunların erkek çocukları askerlik eğitimine gittiğinde örgüt ile Kürtler bir tutulup kin ve öfke dolu bir eğitimden geçirildiğinde oluşan travmayı düşünebiliyor musunuz? Toplumsal travmayla baş etmek için geniş kapsamlı programlar geliştirmek zorundayız.
Ne zaman netleşti bu fikir? Beklentiler neler?
Dünyanın başka ülkelerinde Şili, Arjantin, Güney Afrika, Bosna, Almanya gibi birçok ülkede toplumsal travmayla ilgili baş etme çalışmaları yapılmış daha önce, biliyoruz. Arkadaşlarla birlikte bunları inceliyoruz. İnsani ve vicdani boyutu içselleştiren genç akademisyenlerden bir grup arkadaşla başladık önce çalışmaya.
Akabinde, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) yönetiminde konuyu ele alıp öncelikli programımıza dahil ettik. Aynı çerçevede, kayıplarla ilgili çalışmalara da başladık. Bu alanda daha çok Güney Afrika'daki Yüzleşme Komisyonları konuşuluyor. Biz ise her yönüyle araştırıyoruz, Türkiye'deki sürecin başka ülkelerde yaşananlara çok benzemediğini biliyoruz.
Aslında Türkiye'de kayıplarla, göç edenlerle, çocuklarla ilgili çalışan kurumlar var. Bu kurumların etkisi yaygın mı, pek emin değilim. Sorunun üstesinden tek başına gelinemeyeceğini düşünüyoruz. Yapılabilecekleri ve hangi kurumların rol alabileceğini de ortaya çıkarmak gerekiyor.
Toplumsal travmayla baş etme konusunda siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, üniversiteler, medya, yerel yönetimler ne yapabilir, bunları da araştırıyoruz. Mesele, birçok bilim dalını ilgilendiriyor. İlk akla gelen, ruhsal problemler ve psikiyatri olsa da, tek başına bu doğru ve yeterli değil. Yaklaşım ve rehabilitasyon süreci multidisipliner olmak zorunda. Devlet ve devletin kurumları da bu çalışmaya destek olmalı.
En basitinden, başlangıç olarak bu süreci bilen yöneticilerin bölgede görev almasının bile önemli bir aşama olacağını düşünüyorum. Bölge konum açısından acemi, sürgün, mecburi hizmet, şark hizmeti bölgesi değil; bölgeyi ve süreci bilen, çözüm konusunda barışı içselleştiren, hak ve haksız yargısına girmeden dinleyip anlamayı bilen yöneticilere ihtiyaç var.
Büyük proje...
Karmaşayı önlemek için, olayları veri inceleme, proje boyutuna da indirgemeden toplumsal travmayla baş etmede çatı olabilecek bir yapılanmaya ihtiyaç olduğu ortaya çıkıyor.
Nelere ihtiyaç duyulacak, ihtiyaçlar nasıl karşılanacak?
Bu süreçte ana rol devlete düşüyor. Çünkü 30 yıllık sürecin kendisinde devletin ve kurumlarının uygulamaları ana belirleyici oldu. Tüm kamu kurumları, batısıyla doğusuyla kuzeyiyle güneyi ile toplumsal travma ile baş etme programında rol almalı. Toplumda zedelenen güvenin onarılması için, hak ve özgürlüklere duyarlı kurumlarla işbirliği içinde olmaları gerekir. Sorun yıllarca güvenlik diye ele alındı, toplumda kurumlara karşı güvenin azaldığını unutmamalıyız.
En önemlisi bu işe kafa yoranların gelişen şovenist ortamda bu duyguları kabartarak kahraman olmayı değil, insani duyguları önplana çıkarmaları. Ajitatif kahramanlık söylemleri işin kolayı. Gün, zor olanı yapabilme günü. Yeni kuşağın geleceğini kin, nefret ve şovenizmle düşmanlık üzerine kurmayalım. Bölünme söyleminin artık duygulara da yansıdığını gözardı etmeyelim. Bölünmenin en tehlikelisi, duygu bölünmesidir. Bunu unutmayalım.
Çalışmanın ilkesi ne, kimlere ulaşmak gerekiyor?
Kitlesel travmaların yaşandığı ülkelerde aranan toplumsal uzlaşma, saldırgan ile mağdurun uzlaşması olarak ele alınmamalı. Burada uzlaşma, yaşananlara seyirci kalanların acılara ortak olması ve birbirini anlamasıyla başlıyor. Bizler de dinlemeliyiz, öykülerimizi ortaklaştırmayı becermeliyiz.
TİHV Yönetim Kurulu üyesi Necdet İpekyüz
Dr. Necdet İpekyüz, 1994-96 arasında Diyarbakır, Mardin, Siirt, Batman, Şırnak Tabip Odası Genel Sekreteri, 1997-98'de de aynı illerin Tabip Odası Başkanı'ydı. Bölgedeki tabip odalarından çoğunun kurulmasında da görev aldı. 2001-2004 yılları arasında, Diyarbakır Tabip Odası Başkanı'ydı. 2006-2008 yıllarında Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi'nde yer aldı. 2006'dan bu yana ise Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Yönetim Kurulu üyesi.
Zorunlu göç, bölgede bulaşıcı hastalıklar ve koruyucu sağlık, OHAL'de sağlık sorunları, sağlık ve insan hakları, bölgede adli tıp, işkencenin önlenmesinde sağlık çalışanlarının rolü, barış ve sağlık, travma ve ruhsal durum, anadil ve sağlık gibi raporların, GAP Bölgesi'nde Sağlık Master Planı'na önerilerin hazırlanmasında koordinatörlük yaptı. Şimdi TİHV bünyesinde Toplumsal Travma ile Başetme programının koordinatörlüğünü sürdürüyor. (NA/EÖ)
(*) Röportaj Radikal 2'nin 20 Haziran 2010 tarihli sayısında yayımlandı. Koyulaştırmalar bianet'e aittir.