İçinde bulunduğumuz hafta “Trans Farkındalığı Haftası”.
Hafta, trans kimliklerin görünürlüğünü artırmayı, trans olmanın neye denk düştüğüne dair toplumsal algıyı güçlendirmeyi ve en önemlisi nefret saldırılarında yaşamını yitiren transları anmayı amaçlıyor.
Aynı zamanda, dünyanın her yerinde sayıların ötesinde, biz trans camiasının hâlâ bu gerçekle yaşamak zorunda bırakılmasına; ırk, dil, etnisite, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği ve tüm ötekilere yönelik nefret duygusunun küresel ölçekte yayılışına dikkat çekiyor.
Aile ilişkileriniz bozuksa ve gençlik ile ergenlik yıllarınız boyunca babanızla yakın bir ilişki kuramadıysanız, içinizde hep sıcak, sevecen, güler yüzlü ve gerçekten samimi bir “baba imajı” canlandırmış olabilirsiniz. Böyle bir baba figürünün var olduğunu bilmek bile, ister sizin, ister benim, ister bir başkasının hayatında olmasın, içimizi bir nebze rahatlatsa da yeter. Hiç olmazsa bazı çocuklar sevgiye, babaya hasret değiller bu dahi dünyayı biraz yaşanır kılıyor...
Atilla Dirim, o babalardan biri.

LGBTİ+'LARIN AİLELERİ ANLATIYOR-1
"Destek olduğumuzu anladığında gülmeyen yüzü güldü"
“İlk hissettiğim korkuydu”
Öncelikle, davetimi kabul ettiğiniz için ve tüm bianet okurları adına teşekkürlerimi sunarak başlayayım. Sizin cümlelerimizle, Atilla Dirim’i tanıyabilir miyiz?
Ben hangi kimliğimi öncelemem gerektiğine, çoğunlukla şaşırıyorum. Trans babası kimliğimi bu günlerde daha öne çıkarmayı önemsiyorum. İzmir’de 1967 yılında doğmuş olmama rağmen, hayatımı Ankara’da geçirdim, o sebeple Ankaralı’yım diyorum. Kendimi emekliye ayırana kadar mütercim tercümandım. Artık aktivizme daha da fazla vakit ayırır haldeyim. LGBTİ+’lar ve insan hakları konusunda aktivizm yapıyor, farkındalık oluşturmaya çalışıyorum. Evliyim ve bir de kız babasıyım.
Bizim gibi toplumlarda babalık genelde “işin en zevkli kısmında olan” sonra da biraz köşede durulan bir gerçeklik gibi görülüyor. Siz neden daha konforlu bir babalığı seçmediniz?
İlk başta baba olmaya dair fikrim yoktu açıkçası. Evet, çocuk yapalım dedik; ama babalık nedir, bilmiyordum. O zamanlar niye çocuk yaptınız deseler “Eşim istediği için,” derdim, konunun özüne o kadar hakimdim yani. Çocuğumu kucağıma ilk kez aldığımda ne yapacağıma dair fikrim yoktu. Minicik bir canlıyla nasıl ilişki kurulur, onunla ne yapardım bilmiyordum. Sonra da onsuz nasıl olurdum, onu bilmiyorum... Garip ve inanılmaz bir bağ gelişti sonraları aramızda; sağlam, kopmaz ve de ayrı kalamadığınız.
O küçük yaratık hayatınızda göreceğiniz en saf canlı, olduğu gibi, maskesiz. İhtiyaçlarını direkt söyleyen, siz ihtiyaçlarını giderirken de inanılmaz mutluluk bulduğunuz. Beraber ve yaşayarak öğreniyordunuz biraz da. Aramızda insanı her zaman mutlu eden, keyifli ve güçlü bir bağ gelişti. Okullarda bir sürü gereksiz bilgi üretiliyor; keşke anne-babalık da öğretilse. Ebeveyn olmayı da öğretseler de hepimiz buna hazır olsak. Baba olmaya hazır bir sürü insan var. Onlara; çocukların hakları olduğunu, kendileri olmalarına izin vermeyi vb. öğretseler. Ben kendi çocukluğumu anımsayarak, bana yapılmasını istemediğim şeyleri çocuğuma yapmayarak babalığımı geliştirdim, kendi yolumu buldum.

Trans Pride’dan 20 Kasım anma eylemi duyurusu
Açılma süreci
Kızınızın açılma süreci nasıldı? Siz, aileniz nasıl başa çıktınız, tepkiler nelerdi?
Üniversite yıllarımda devrimci mücadelenin içindeydim. O zamanlar açık kimlikli gey gibi kavramlar yoktu; ama yine de LGBTİ+’lar konusunda fikir sahibiydim, politik olarak o bilince sahiptim. Kızımın açılması süreci şöyle gelişti. O dönemler okuması için Almanya’ya yollamıştık. Bize açılmak için 18 yaşına kadar da beklemiş. Bir gün “ Baba evde misin? Annemle sana bir şey söylemem gerekli,” dedi. Böyle dediğinde tabii ki bende merak oluştu, ısrar ettim ve “Baba, biraz ani olacak ama transseksüelim,” dedi.
Israrımla ilk bana açılmış oldu; ama ben bunu annesine nasıl söyleyecektim, tepkisi ne olacaktı? O an, annesi ters tepki gösterirse veya çevremden tepkiler gelirse herkese karşı “gemileri yakmam gerektiği” kararını aldım... Annesine söylediğimde ufak çaplı bir kriz geçirdi, işin gerçeği. WhatsApp sayesinde her gün konuşuyorlar, görüşüyorlardı; o sayede çocuğunun aynı çocuk olduğunu, insan olarak değişen bir şey olmadığını gördükçe, her şey kendiliğinden çözüldü. Telefonda açıldığında ilk hissettiğim şey sadece korkuydu... Kızıma ne olacak? Alay mı ederler, öldürürler mi, okul hayatı ne olur, iş bulabilir mi? O güne ve o ana dair hislerim, o anı anımsayınca tek hatırladığım; duyduğum kaygılardı.... Kaygılarımsa, 20 Kasım’ın vücut bulmuş haliydi.
12 yaşlarında kendini keşfetmiş; lakin açılmak için 18 yaşına kadar beklemiş. Tepki görmekten, ret edilmekten korkmuş, o sebeple reşit olana kadar beklemiş. O güven duygusunu hissetmemiş olmasına, her şeyi kendi içinde yaşamasına, yalnızlık duygusu içinde bununla savaşmasına hep çok üzülürüm...
LGBTİ+’larla ilgili teorikte bilinç sahibi olmak başka, içindeyken gerçeğin özünü görüyor, sorunların boyutunu o zaman algılıyorsunuz. Yaşadıkları haksızlıkları, en temel ve insani haklarından yoksun bırakıldığı gerçeğinin tam olarak o zaman ayrımına varıyorsunuz…
“Çocuğun/çocuğumuzun suçu-kabahati yok”
“Beyaz, hetero, erkek” toplumlarda, LGBTİ+’ların babaları, trans babaları neler yaşar?
Öncelikle açılmak sonsuza kadar devam eden bir süreçmiş. Kendim açık kimlikli bir baba olma yolculuğuna girince, çocuğun açılmak niçin neden 18 yaşına kadar beklediğini çok iyi anladım. Kimin nasıl tepki vereceğini kestiremiyorsunuz. Babam o süreçte hayatta değildi neyse ki, çünkü ona nasıl açılırdım bilemiyorum açıkçası... Anneme ve ablama açıldım öncelikle, sonra da eşimin ailesine açıldık. Allah’tan korktuğumuz kadar kötü tepkiler almadık; ama o süreçte çocuğumun kaygılarında ne derece haklı olduğunu bir kez daha anlamış oldum da...
Rahat bir açılma süreci yaşadık. Bunu birkaç şeye bağlıyorum. En önemlisi, biz anne-baba olarak çocuğumuzun arkasında durduk, herkese “Bizim çocuğumuz bir kadın ve adı da Katrin” dedik. “Eski ismini unuttun ve siz de çocuğumuza bir kadın olarak davranın”. Buradan eşime de teşekkürlerimi iletiyorum, çok destekleyici ve sabırlıydı, hep kızımızın yanındaydı.
Bu söyleşiyi okuyacak olanlara ise şunları söylemek isterim: Çocuğun/çocuğumuzun suçu-kabahati yok, öyleyken de çocuğumuzu üzmenin, onun canının sıkmanın ne çocuğa ne de kimseye bir faydası var. Bu her şeyden öte, anne babalıktan da öte, insan olmanın gereği.
Sokakta birinin başına bir şey geldiğinde yardım etmek, hepimizin yaptığı şeyken, çocuğumuza neden bunu yapmayalım ki? Kendi istekleriyle gelmedikleri dünyaya, hele ki kendi seçmedikleri gerçeklerle yaşama zorlanmışlarken, bunu onlara yapmaya hiçbirimizin hakkı yok.
Kadınlar için sırtını yaslayabildiği, güç alabildiği baba çok kıymetlidir. Kızınızda o gücü görür müsünüz? İlişkiniz nasıl, her şeyi konuşur musunuz?
Kızım çok derdini anlatan biri değildir, ketumdur aslında. Çocukluğuna dair konuşurken de anlattım, aramızda güçlü bir bağ var; bakışından, duruşundan bir ihtiyacı veya sorunu olup olmadığını anlıyorum. Elimden geldiğince, gücüm yettiğince yanında olmaya çalışıyorum da. Göz kırpmasından dahi anlayabilirim söyleyip söylemediğini, bunu başka bir canlıyla yaşamazsınız.
Almanya’ya onu ziyarete gitmiştik. Orada bir arkadaşı bize sık sık “Kızınız çok şanslı çok şanslı,” derdi; o zamanlar bunu pek anlamazdık ama LGBTİ+’ların aileleriyle yaşadıkları sorunları yakından gördükçe artık anlamını biliyoruz. Kızım da sık sık dile getirir şanslı olduğunu.
Trans aileleri için 20 Kasım
Trans aileleri için, 20 Kasım ne anlam ifade ediyor?
20 Kasım aslında, az evvel de belirttiğim gibi, çocuğumun bana ilk açıldığında hissettiğim kaygıların vücut bulmuş hali. Çocuğumun geleceğinden varoluşuna, başına gelebileceklerden haklarından mahrum bırakılmasına kadar; saymakla bitmeyecek pek çok ihtimali, maruz kalabileceği türlü olasılıkları düşündükçe içimde büyük bir endişeyi ifade ediyor. Barınmadan, eğitime, sosyal güvencesizlikten, insan olmanın getirdiği insani haklara kadar sayısız hakları gasbediliyor transların, LGBTİ+’ların. Bunların yanında da fiziksel ölüm, intihara sürüklenme, dışlanma... Makul ve iyi bir hayat sürmelerinin önüne geçiyorlar. Bunların olduğunu ve olasılık dahilinde olduğunu bilmek korkutucu.
Tüm bunlar korkutucu ama aynı zamanda güçlendirici. 20 Kasım’ı anlatmak, tüm gerçekliği anlatmak, bir şeyler yapılması için çağrılarda bulunmak, susup kabuğuna çekilmemek, mücadele ediyor olmak da güçlendirici geliyor. Misal; ben notere gidiyorum, kimliğimi verip işimi çözüp çıkıyorum. Geçmişte kızım için bu mümkün olamazdı; atanmış cinsiyetiyle, olduğu kimlik başka, orada kimliktekinin kendi olduğunu kanıtlamak, her yerde kendini yeniden açıklamak, kanıtlamak... Hayli yorucu şeyler.
Bir kalp muayenesi için doktora gidilmişti. Doktorun odasına, kızımla beraber ben de girdim. İçeride doktor kimliğinden ötürü kızıma ne der, nasıl davranır, çocuğumu üzer mi? Onu koruyabilmek adına, yetişkin bir insanın her an yanında olmaya çalışmak hem onun için yorucu ve yıpratıcı olabiliyor hem de gerçekçi değil. Bunlar, koruma içgüdüsünün insanı tüketen yanları… Neyse ki artık 26 yaşında, bu tarz durumlarla baş edebilmeyi de öğrendi, daha da güçlü. Kızım artık kendini gerçekleştirdi; daha dingin, daha huzurlu ve mutlu. Ve sanırım korkuları ve kaygıları kısmen daha da azalmış durumda.
Hâlâ da Almanya’da. Orada da “Öz Bildirim Yasası” çıktı. Yani kimlikteki cinsiyet haneleri kişinin bildirimine dayalı, herhangi bir cinsiyet uyum zorunluluğuna tabii tutulmuyorlar.
Isıtılıp ısıtılıp; ama ille de her seferinde daha fobik ve de yıkıcı olarak önümüze gelen devletin/iktidarın biz LGBTİ+’lara yönelik bir tutumu var. Şimdilerde bunun adı 11. Yargı Paketi. Bunu nasıl yorumluyorsunuz, bir baba olarak size nasıl hissettiriyor?
Paket bana diyor ki senin çocuğun “sapkın”, “kötü”, “dış güçlerin” etkisinde... Elbette yasanın çıkmaması için var gücümle direneceğim. Yasa çıkarsa, salt benim çocuğum da etkilenmeyecek ki. Üç gün sonra birisinin saçı uzun diye etkilenmesi de çok olası, küpe takıyor diye yahut. Vaktiyle insanların derisi siyah diye bunlar yaşandı. Yasa ucu açık, sınırları belirsiz ve yarın kimleri de bunun içine sokacakları ayrı bir soru işareti.
İnsanlar doğuştan getirdikleri özellikleri yüzünden değil, kendi oldukları için ağır itham edilip hapse atılmayı hak etmiyor; doğuştan olmasa ne fark eder ki? Buna karşı mücadele yalnız başına verilecek gibi değil, örgütlü mücadelenin gerekliliğine inanıyorum ve savunuyorum da.
Ankara Gökkuşağı Aileleri Derneği
İçinde olduğunuz aile grubundan da bahseder misiniz? Elbette çocukları/yakınları LGBTİ+ olanlara ne söylemek istersiniz?
Örgütlü mücadeleden bahsetmiştim. Çocuğum açıldıktan sonra, onu daha iyi anlayabilmek, ihtiyaçlarına çözümler aramak adına, bazı genç arkadaşlarla bu konuyu konuşurken, bana “Benim Çocuğum” belgeselini izlememi tavsiye ettiler, ben de çocuğumla belgeselin alakası ne demiş ve karşı çıkmıştım. Eve gidince izledim, kesinlikle herkes de izlemeli.
Sonra Ankara’da LGBTİ+ aileleri var mıdır diye araştırırken, bir arkadaşımın bu ailelere çeşitli eğitimler verdiğini sosyal medya sayesinde öğrendim ve Ankara Gökkuşağı Aile Grubu’nu (GALADER) keşfettim. Açıkça temasa geçip geçmemekte de kararsızdım. Sanki sürekli ağlayan sızlanan insan olacak, benim derdim zaten bana yeter, halindeydim Temasa geçtim, bana ayda bir eğitimler olduğunu, bir gün de ailelerin bir araya geldiğini söylediler. Ailelerin olduğu bir gün gitmeye karar verdik. İlk gittiğimde tablo şöyleydi; Amerikan filmlerinde gördüğümüz bir çember oluşturulup oturulmuş. Bunun bana ne katacağı düşüncesindeydim. Oradan çıkarken ne kadar rahatladığımı, bunun eşimle bana ne kadar iyi geldiğini anlatmak zor. Orada ailelerin deneyimlerini dinlemek, yaşadıklarımızın benzerliği birbirimizi hem iyileştirir hem de güç verir oldu.
Tam da çocuğumu nasıl korurum, onun için neler yapabilirim derken aynı kaygıları taşıyan ailelerle tanışmak, benzer deneyimleri yaşamış insanlarla bir arada olmak birbirimize güç verir oldu. 2017’de birkaç aile ile başlayan yolculuk, 2019’a geldiğimizde dernekleşmeye dönüştü ve “Ankara Gökkuşağı Aileleri Derneği” kurulmuş oldu.
Dernekte akran dayanışması veriyoruz. Çocukları/yakınları LGBTİ+ olan ailelere deneyimlerimizi aktarıyoruz, doğru uzmanlara ulaşmalarına destek oluyoruz. Aile danışma hatlarımız var. Biraz kaba bir tabir olacak ama “Damdan düşenin halini, damdan düşen anlar”; birbirimize güç veriyoruz. Dediğim gibi ayda bir de doktorlar, psikologlar gibi çeşitli konularda uzmanlarla bilgilerimizi tazeleyip, bilinçlenme çalışmaları yapıyoruz. Aileler bizlere geldiklerinde, anlaşıldıklarını, yalnız olmadıklarını öğrendikleri andan itibaren daha iyi hissetmeye başlıyorlar. Bunların yanı sıra, artık kendilerine, en önemlisi de çocuklarına yazık etmiyorlar, bu da beni ve dernekteki tüm arkadaşlarımı mutlu ediyor. Tüm bunlarla birlikte çeşitli meslek gruplarıyla bir araya gelerek LGBTİ+ bilinci, farkındalığı da oluşturmaya çalışıyoruz.
Politikaya değinmeden olmaz. Konu bizler olunca sağından, soluna her yerde görmezden gelme ve fobiklik söz konusu. Siz de sol görüşlü bir parti içindesiniz. Olduğunuz yerde LGBTİ+’lara yönelik algıları dönüştürebildiğinizi, en azından empati oluşturup, önyargıları yıkabildiğinizi düşünüyor musunuz?
Bu söylediğiniz ne yazık ki doğru, çoğu yerde ve partide bunu görmek de mümkün. Ben şöyle düşünüyorum; dönüştürücü olan, dönüştürme gücü olan şey, hareketin öznesi olan LGBTİ+’lar. Eskiden partilerde cinsiyet kimliği, cinsel yönelim konuşulmazdı, bunların sorun olduğu bile düşünülmezdi. LGBTİ+ hareketi sayesinde, bunlar artık konuşulur durumda. İrili-ufaklı birçok partinin neredeyse ya LGBTİ+’lar komisyonu var ya da buna dair bilinçleri var, “mış gibi yapıyor olsalar da” yine de bir hareketlenme var.
Kızınız için, biz LGBTİ+’lar ve bütün ötekiler için umutlu musunuz?
Umut değil; ama mücadeleye inanıyorum. Misal, 30 sene önce hiçbir şey yoktu, geçenlerde saydım; şimdi 17 farklı alana yönelmiş dernek var. Çeşitli illerde iki tane ebeveyn grupları var. Artık birçok üniversitede LGBTİ+ öğrenci grupları kuruluyor. Şu an yapılamıyor olsa da, 2015’te yasaklanana kadar on binlerce insanın yürüdüğü Onur Haftaları var. Oralarda yürüyen insanların eşi-dostu var, bunlar yok olmadılar, bir yerlerdeler. Evet karanlık büyük, yine de bütün insanların kötü ve görmezden geldiğini düşünmüyorum açıkçası. O nedenle umudumu koruyorum.
Sayıları şimdilik az da olsa, belki parmakla gösteriliyor olsalar da başka ailelerin mümkünlüğünün oluşu, yavaş yavaş artan, her dem çocuklarının yanında olan babaların varlığı; başta ben olmak üzere, hepimize güç veriyor, umudu yeşertiyor. Böyle ailelerin varlığı, başta biz olmak üzere tüm aile-çocuk ilişkilerine kuşkusuz iyi gelecek. Sevmenin, çocuğunu sevmenin; hele de dünyaya gelmeyi biz seçmemişken tüm yükü çocukların omuzlarına yüklemenin haksızlığını ve ayıbını da önleyecektir.
Bir not
20 Kasım’ı, bir trans babasıyla konuşmak kadar, bir trans kadının, gazetecinin konuşuyor olması da başlı başına bir dönüşümün habercisi, karalar bağlamamak gerektiğinin de örneği olduğu fikrindeyim.
Geçmişte biz translar, gazetelerin 3. Sayfalar’ın haber konusuyken, adımız salt kriminalize olaylarla anılırken, artık mesleklerimizle, başarılarımızla da konuşulur olduk.
Ne yazık ki belki büyük kitlelerle meydanları dolduramıyor, yürüyemiyoruz, kabul; lakin görünürlük sorunumuz olmadığı gerçeğini de önünüze setler çekmeye çalışanlar, prangalara mahkûm etmeyi hedefleyenler de bu gerçeği kabul etmek zorunda. Her şey evrilir, kabuk değiştirir; evrenin işleyişine fobiklik, faşizan düşünceler de engel olamayacaktır. Hangi derenin önüne set çekilmiş de er ya da geç o set yıkılıp, dere daha coşkun akmamış ki?
Ankara Gökkuşağı Derneği
Web: galader.org
E-posta: [email protected]
Telefon: 0537 461 8808 (Her gün 10.00–19.00 arası danışma hattı)
Instagram: @galadernegi
LGBTİ+ Aileleri ve Yakınları Derneği (LİSTAG)
Web: listag.org
E-posta: [email protected] / [email protected]
İzleme önerisi
Yönetmeliğini Can Candan’ın yaptığı ve LİSTAG ailelerinin deneyimlerini anlattıkları “Benim Çocuğum” belgesel filmi.
(EEK/TY)




.jpg)

.jpg)
