Kesinlikle doğal olmayan, ancak hepimizin "doğal" bir afet saydığı bir tür katliam. Aslında bu, 50'li yıllarda kendisini açığa vuran "Küçük Amerika" olma hayalinin, 50 yıldır ödediğimiz bedeli. Ancak bedelin çoğunu, bu "hayali" en az kuranlar ödüyor...
Hayal; "Her yer 'kara yolu' olacak, her yerde vızır vızır arabalar akacak" idi; gerçekleşti. Gerçekten, her yer "kara yolu".
Taşımacılığımızın yüzde 96'sını karayolu ile gerçekleştiriyoruz. Ancak vızır vızır arabaların aktığı karayollarında akan başka bir şey daha var:
"İnsan kanı!"
* * *
Her kaza haberini duyduğumda, "İnsan yaşamı bu kadar ucuz olmamalı" diyorum. Yetkili ve sorumlu olanların vurdumduymazlığı da bu kadar çok olmamalı.
Resmi istatistikler, bu ülkede her 3-4 aileden birisinde bir "ölümlü ya da sakat bırakan trafik kazası" yaşandığını söylüyor.
Neden belli, çözüm var, bunu gerçekleştirmenin olanağı da var.
Yok hayır; bizde çok az olan demiryolu; deniz, hava taşımacılığı dışında da pek çok çözüm yolu var. Ancak hiçbiri uygulanmıyor; yollar ve insanlar kan revan içinde.
Asıl sorun başka yerde: Tevekkül. Yani, "kaza ve kadere boyun eğip" tüm sonuçlarını kabullenmekte. Çünkü "kaza" geliyorum demiyor; "ölüm" de herkes için kader sayılıyor.
Sorun çözümlenmiyor, ölümler, yaralanmalar, sakatlıklar sürüp gidiyor. Bir toplumda bedensel sakatların çokluğunu öğrendiğimde aslında başka bir sakatlığın olduğunu düşünürüm hep: "Akıl sakatlığı" daha doğrusu "akıl yoksunluğu".
* * *
Trafik kazalarını önlemek mümkün mü?
Bu soruyu kime sorsak; alacağımız yanıt aynıdır: Elbette.
"Peki ne yapmak lazım" diye üsteleseniz herkesin ilan ettiği "suçlu" da "çözüm" de farklıdır.
Çünkü pek çok insan konuya "politik" açıdan yaklaşır; aslında bir anlamda bu konu bir "politika" malzemesi bile sayılır.
Kimse sorunun nedeni ve çözümü üzerinde uzlaşıp birlikte davranmadığı için de, sorun, çözümlenemez, sürer gider.
Trafik kazalarının politik değil bilimsel yöntemle çözümlenebileceğini düşünenlerdenim. O nedenle her kazanın bilimsel çözümlenmesi yapılmalı ve gerçek nedenler açıkça ortaya konulmalıdır, diye düşünürüm.
* * *
Resmi veriler kaza nedenlerinde başı "sürücü hatalarının" çektiğini gösteriyor.
Bunun doğru ve yeterli bir saptama olduğunu sanmıyorum.
Çünkü "sürücü hatası" diye belirtilen hata çoğunlukla "geçiş hatası" ya da "yanlış sollama"dır. Bunun, sürücüden öte, yolun geçiş için uygun olmamasından kaynaklandığını düşünürüm.
Kara yolu kullanımın dayandığı felsefe "bireysel ve hızlı" bir ulaşım çözümü olmasıdır.
Oysa bizde "toplu taşıma" karayoluyla yapılır. Araç teknolojisi, gelişmiş ülkelerle aynıdır. Yollarda saatte 250 km. hız yapabilen araçlar seyretmektedir. Ama aynı yollarda yüklü haldeyken en çok 40-50 km. hızla giden ağır nakliye araçları da seyretmektedir.
Bu ikisi aynı anda trafiğe çıkarsa elbette sorun yaşanacaktır. Elbette sürücüler milyarlarca lira verdikleri araçlarıyla önlerindeki yavaş giden diğer araçları her durumda geçmeye çalışacaklardır.
Bunun çözümü sürücüleri kurallara ya da koşullara uymaya zorlamak olamaz. Çünkü her sürücünün başına bir "trafik polisi" dikemezsiniz.
"Bilinçlendirmek" denilecektir. Yasaklar bilinçle bağdaşmaz. Bilinçle bağdaşsa zaten yasak diye bir şey olmaz. Diğer yandan tek bir konuda "bilinç" olmaz. Bilinç bütünsel bir süreçtir.
Dolayısıyla hatalı sollamanın azaltılmasının bu sistem içinde tek bir yolu vardır; sürücünün bu eylemini olası ve tehlikesiz hale getirilmesi.
Başka bir deyişle sürücünün önündeki aracı geçmesini sağlamak gerekmektedir. Bunun da en az zarar yaratacak bir tek çözümü vardır: Yola bir şerit daha eklemek, yani bir "sollama şeridi" oluşturmak.
* * *
Ben şahsen görmedim ama kazaların yoğun olduğu ülkelerden birisi olan Yunanistan'da tüm yolları üç ya da dört şeritli hale getirmişler. Gidiş ve gelişte araçlar yalnız dıştaki şeritleri kullanıyor, iç şeritlere sollama gereksinimi doğduğunda geçiyorlarmış. Bu yöntemle bir çok kazanın önüne geçmişler.
Karayolu yapmak maliyetli bir iştir. Yalnız iki şeridi olan tüm yollara bir üçüncü şeridin eklenmesi de epey para gerektirecektir. Bu da doğrudur. Ama yine de bulunduğumuz durumda "kaza ve kayıp"ları en aza indirmek için bunun gerekli olduğunu düşünmüyorum.
* * *
Karayollarımızda trafik kazalarının yoğun yaşandığı yerlere "kara nokta" diyorlar. İşte buralardan başlayarak şerit sayısının çoğaltılması hemen gündeme getirilmelidir.
Sollama şeritleri yolların tümüne ve hemen yapılmayabilir. Riskin büyük olduğu yerlerden başlayarak birkaç kilometrelik "sollama şeritleri" yapılması mümkündür.
Yolun durumuna göre 5-10 kilometrede bir bunların sayısı çoğaltılabilir. Bu bölümlerin öncesi ve sonrasında gerekli bilgi ve uyarı işaretleri de koyulursa önündekini geçme isteğinde bulunan sürücü biraz sabırla tehlikesiz bir geçiş yapma olanağına sahip olabilir.
Belirli bir zaman diliminde o güzergahların üç şeritli hale getirilmesi sağlanabilir.
Bu olanak her yerde sağlandığında hiçbir sürücü birkaç kilometre sonra geçeceği sollama şeridi varken, onun olmadığı yerde önündeki aracı sollamaya kalkmayacaktır.
Dolayısıyla "hatalı sollama", dolayısıyla "kaza", "ölüm", "yaralanma", "sakatlık" olmayacaktır.
* * *
Önemli bir nokta da trafik kazalarındaki zarar maliyetlerinin hesaplarının artık farklı biçimde yapılmasıdır. Maliyet yalnız yol ve araç zararıyla; can kaybı ya da yaralanmayla ilgili değildir. Bu durumlarda bir toplumsal maliyet söz konusudur.
Dolayısıyla kaza maliyeti hesaplanırken insan unsuru, onun yaşaması, iyileştirilmesi, rehabilitasyon ve bakımının yapılması, onun bu nedenle üretim dışında kalmasından kaynaklanan zararlar hesaplanmalı, dahası eğer belirli bir kaynak ya da emekle belirli bir meslek eğitimi söz konusu ise bu da hesaba katılmalıdır.
Denilecektir ki, "İlave şeritlerin bedelini 'devlet' ikinciyi ise 'vatandaş' ödeyecek devlet neden bunu yapsın?".
Sosyal devlet kavramını bir yanda koysak, kapitalist sistemin mantığıyla düşünsek bile bu saptama doğru bir saptama değildir.
Çünkü en genel bağlamda düşünürsek aslında bu bedeli zaten "vergisini veren" vatandaş ödemektedir. Devletin vatandaştan başka bir gelir kaynağı yoktur. Ama özel olarak olay bazında düşündüğümüzde aslında hem yolun hem de kazanın sonuçlarının bedeli yine "devlet kasası"ndan çıkmaktadır.
Çünkü genel ve sağlık sigorta kurumlarını destekleyen, dahası sübvanse eden de hep devlettir.
Ama kabul edilmesi gereken asıl gerçek başka bir noktadadır: "Bu kazalar nedeniyle kim harcarsa harcasın harcanan para, kazanın önlenebileceği düşünüldüğünde gereksiz bir harcama yapılmaktadır. O zaman gerçek kazanç harcanmayan kaynaktan, ya da doğru harcanan kaynaktan elde edilen kazançtır."
* * *
Bir trafik kazasının gerçekleştiği koşulda oluşan bedelin çok büyük olduğu artık kabul edilmelidir. O nedenle hem ekonomistler, hem de bilim insanları, hem de sağlıkçılar oturup bunun toplumsal ve bireysel maliyetlerini bir kere daha çıkarmalı, birbirleriyle kıyaslamalı ve bunu kamuoyuyla paylaşmalıdırlar.
Bundan sonra da bulunacak çözümde herkesin birleşmesinde büyük yarar vardır ve bu çözüm uygulanmalıdır.
"Sollama şeritlerinin" yapım maliyetleri konusunda bir açılım da yine mevcut sistem içinde, sistemin bir takım unsurları kullanılarak mümkün olabilir.
Örneğin sektörün asli unsurları bu konuda destek verebilirler. Taşıt ve lastik üreten kuruluşlar ve yan sanayii, petrol üreten ve satan şirketler, hatta bazı gönüllü örgütlenmelerin açacağı kampanyalar, yerel kuruluşlar bu konudaki maliyete katkıda bulunabilirler.
Bu katkının sollama şeridinin olduğun yerlerde belirtilmesi bir anlamda reklam yoluyla o kuruluşların yararlanacağı bir hale getirilebilir.
* * *
Bunlar daha önce bir yerlerde uygulanarak geçerli çözüm haline gelmiş, basit ve uygulanabilir yöntemlerdir. Bu işle bilimsel anlamda uğraşanlar uzmanlar kuşkusuz daha etkin çözümler de bulabilirler.
Ama bunun için çok önemli bir unsur gereklidir. İslamiyet dahil bir çok dinin kuralları arasında olan "alın yazısı" yani "kaza ve kadere inanma ve kabul etme" düşüncesinin en azından gündelik yaşam içinde ve çözümlenmesi mümkün sorunlarda terk edilmesidir.
Şimdiki iktidar bu yanını öne sürerek iktidar olmuş olsa, her fırsatta da bu yanını öne çıkararak toplumu etkilemeyi bir yöntem olarak benimsemiş olsa bile bence bu konuda "akılcı" davranması onun ve destekleyicilerinin lehine olacaktır. Çünkü "hızlı tren katliamı"nda olduğu gibi "kabak her koşulda onun başına patlayacaktır.
* * *
Bir önemli görev de topluma ve onun örgütlerine düşmektedir: Kazaların üzerine gitmek, nedenlerini ve sonuçlarını irdelemek ve yöneticileri gerekli önlemleri almaları konusunda zorlamak. Dahası ilk adımları atmak.
Birey olmak kolay değildir. Toplum olmak da.
Ama galiba en zoru "akıllı insanlar" olmak ve insan soyunun evrimini tamamlamasına katkıda bulunmaktır. Çünkü 21. yüzyılda önlenebilir olumsuzlukların önlenemeyişi, en büyük "fiziksel" acıdan daha büyük acılar vermektedir. (MS/BB)