Bir süreden beri Türk toplumunun yaşlanmakta olduğunu ve bunun doğuracağı problemleri ortaya koymaya çalışıyorum. Elimizdeki kıt verilerden ve başka ülkelerde yapılan gerontolojik araştırmalardan hareket ederek, Türkiye'nin 2020'li yıllardan itibaren yaşlılık problemiyle ilgili hazırlıklara başlaması gerektiğini dile getirdim¹ Buna göre, bu film Türkiye'de de hazırlanabilir ve Almanya'daki filmdeki dramatik öngörülere ulaşılır. Burada sunacağım bilgiler de ZDF'in Videotext sayfalarında aktarılan bilgilerle Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) verilerinin analizlerinden elde ettiğim sonuçlara dayanıyor. Toplumsal yaşlanma olgusunu "çağın problemi" olarak nitelendirirken, bunun bir abartı olmadığı, aksine uzmanların haklı kaygılarına dayandığı anlaşılacak.
Onlarca yıldan beri endüstri ülkelerinin kadınları daha az çocuk dünyaya getiriyorlar. Alman kadınlar ortalama 1,4 çocukla en az çocuk doğuran kadınlar sıralamasının başlarında yer alıyorlar. Geçen yıl doğumlardan fazla ölenler oldu. Aradaki fark 144 bin kişiydi. 2005 yılında Almanya nüfusu 82,5 milyondu, 2030'da 78 milyona gerileyeceği tahmin ediliyor. Endüstri ülkelerinde genel olarak gözlemlenen bu gelişmeler Türkiye'de de var. Ancak doğum oranlarının henüz göreli olarak yüksek oluşu, toplumsal yaşlanmanın algılanmasına engel oluyor. Türk kadını da onlarca yıldan beri daha az çocuk dünyaya getirmekte. 1965 yılında ortalama altı çocuk doğururken, bugün bu sayı ortalama 2,5 çocuğa geriledi; 2020'li yıllarda da 1,5 çocuğa inecek.
Gelecekte Türkiye'de bugünkünden daha fazla yaşlı insan yaşayacak. Yaşı 60'ın üzerindeki insanların sayısı hızla artıyor. Önümüzdeki 20-30 yıl içersinde Türkiye'de yaşlı insan sayısı 15-20 milyona yükselmiş olacak. Bugünkü sayıları 6 milyon civarında. Yaşlılık sınırını 65'e yükseltsek de, genel eğilimde herhangi bir değişiklik olmayacak. Türk toplumu yaşlanmakta; yaşam süresi de hızla uzamakta. 1960'lı yılların başlarında yaşam süresi ortalama 60 yıl iken, bugün 71 yıla yükselmiştir. 2020'li yıllarda kadınlar ortalama 80, erkekler 75 yıl yaşayacaklardır. Almanya'da 2030 yılında kadınların ortalama 86, erkeklerin 81 yıl yaşayacaklarından hareket ediliyor.
Peki bu durumda emekli aylıklarını kim ödeyecek? Bugün endüstri ülkelerinin en çok üzerinde durduğu konulardan biri de bu çünkü çoğalan yaşlıların aylıklarını giderek azalan sayıda genç karşılamak zorunda kalmakta. Endüstri ülkelerinin 2030 yılı için öngörüleri, her emekliye bir çalışanın denk geleceği. Türkiye'de yaşı 15-59 arasındaki insanlardan yaklaşık 14,5 milyonu çalışmaktadır. Bunların 9,7'si sosyal güvenlik kapsamındadır. 5,4 milyonu SSK, 2,1 milyonu Bağ-Kur üzerinden sigortalı durumda. Ancak bu rakamlar henüz kaç kişiye bakmak zorunda olduklarını ortaya koyuyor ve çalışanların gelirleri çok düşük bir düzeyde. Türkiye'de emeklilik ortalama 45 yaşında başladığından, emekli sigortasından aldığı maaşla geçinme süresi de çok uzun. Ayrıca yaşam süresinin uzaması, bu süreyi de uzatacak. Emeklilik sigortalarının bugünkü koşullarıyla gelecekte randıman getirmesi mümkün olmayacak. Bireysel emeklilik, bugünkü politikaların vatandaşa ilettiği en önemli mesajdır. Kim yaşlılığını fakirlik içinde geçirmek istemiyorsa, bireysel emeklilik olanaklarından yararlanmak zorunda bırakılıyor.
Bilim adamları gelecekte sağlık hizmetlerinde sınıf ayrımının ortaya çıkacağından büyük bir kaygı duyuyor. Bir taraftan özel sigortalara üye olmuş, tüm sağlık ve tedavi imkânlarından yararlanan küçük bir kesim, diğer tarafta devletin standart hizmet listesinde yer alan sağlık hizmetlerinden yararlanabilen büyük kitle! Modern tıbbın olanaklarından yararlanmak ve yararlanamamak olgularının belirleyeceği "çift-sınıflı-tıp" gelecekte toplumu ikiye bölecek tehlikelerden biri. Ayrıca Türkiye'de bu daha şimdiden gerçekleşmiş durumda.
Beklenen bir diğer gelişme, sağlık hizmetlerinde rasyonelleşme girişimleriyle bağlantılı. Tıbbi hizmetlerde rasyonelleşme girişimleri İngiltere'de başladı. Bazı ameliyatlar için yaşlılara kamu bütçesinden pay ayrılmamakta. Türkiye'de bulunmayan, AB ülkelerinde bir süredir uygulanan Bakım Sigortası, uzun süredir bakım giderlerini karşılayamıyor. Sosyal yardımlarla geçinen bakıma muhtaç yaşlılar çoğalıyor. Türkiye'de bir bakım sigortasına ihtiyaç olduğu kesin. Engellilik, kronik hastalık ve bakıma muhtaçlık Türkiye'deki yaşlıların daha şimdiden en önemli problemi haline geldi. Sosyal güvenlik kapsamına girmeyen yaşlıların oranı yaş grubuna göre yüzde 40'lara çıkıyor. Çoğu kadınlardan meydana gelen bu yaşlıların bakım, ilaç, tedavi giderlerini karşılayacak bir sosyal güvenlik sistemi kurulamadığı takdirde gelecek dönemlerde yaşlılık, insanlık onuruna aykırı bir yaşam dönemi haline gelecek.
Almanya'da bugün 2 milyon bakıma muhtaç yaşlı insan yaşıyor. Türkiye'de bunların kesin sayısı belli değil. Bir taraftan istatistiklerdeki "boşluklar" nedeniyle, diğer taraftan bakım hizmetleri bulunmadığı için, ne kadar insanın, kimler tarafından ve hangi şartlarda bakıldıkları bilinmiyor. 2030 yılının Almanya'sında 78 milyon kişiden 3 milyonu bakıma muhtaç yaşlılardan meydana gelecekse, yaşam kalitesi Almanya'dan çok düşük olan Türkiye'de 100 milyon kişiden en az 3 milyonunun bakıma muhtaç yaşlılardan meydana gelmesini beklemek gerekli. Resmi rakamlara göre bugün 400 bin engelli yaşlı var. Resmi rakamlarda görünmeyen, ama sayıları 500 binden fazla olduğu tahmin edilen demans hastası yaşlıları da buna eklersek, Türkiye'de daha şimdiden 1 milyona yakın bakıma muhtaç yaşlının bulunduğu anlaşılıyor. Dolayısıyla nüfusun çoğalmasıyla bakıma muhtaç yaşlıların çoğalması arasında çok sıkı bağlantılar var.
Alman İnsan Hakları Enstitüsü (Deutsche Institut für Menschenrechre, DIMR) tarafından yapılan bir araştırma bakım evlerindeki kötü durumu ortaya koyuyor. Bakım evlerinde yaşayan 600 bin yaşlının neredeyse yüzde 50'sinin beslenme ve sıvı alımının yetersiz olduğu saptanmış. Bakım evlerindeki yaşlıların yine yüzde 50'ye yakınında sürekli yatakta yatmaktan dolayı vücudunda yararların meydana geldiği saptanmış.
Buna karşın bakım hizmetleri üzerinden yürütülen ticaret en güzel dönemlerini yaşıyor. Kalitesiz bakımlar artarken, bakıma muhtaçlık iyi bir kazanç kaynağı haline gelmiş durumda. Alman Ekonomi Araştırması Enstitüsü (Deutsche Institut für Wirtschaftsforschung), 2030 yılına kadar bakım evlerinin yatak kapasitesinde 1,5 milyon yatak eklenmesi gerekeceğinden hareket ediyor. Yani bugünkünden iki kat daha fazla!
Bu gelişmeler birçok ülke tarafından hem kaygıyla izleniyor, hem de bu gelişmeden nasıl yararlanılabilir sorusuna yanıtlar aranıyor. İspanya, anlaşılan bu yanıtlardan birini bulmuş: Batı Avrupa'nın yaşlılarını kendi ülkesine çekebilmek için İspanya'da bakım hizmetlerinin yüzde 30 daha ucuz olduğu reklamını yapıyor. Mallorca ve Güney İspanya, daha şimdiden Alman yaşlıların tercih ettiği bölgeler haline geldi. Türkiye hâlâ "her şey dahil" ile turist çekmeye çalışırken, diğer turizm ülkeleri kendilerini yaşlı topluma hazırlıyor.
Japonya, eğer Türkiye'ye yakın olsaydı, yeni bir işgücü göçüne katılan Türkler ortaya çıkabilirdi. Çünkü Japonya iklimi yaşlılara uygun adaları belirleyip, buralarda yaşlılar için bakım evleri inşa etmektedir ve bu tesislerde çalıştıracağı "ucuz işgücü" arıyor. Örneğin Filipinler'den ucuz ücrete tabi bakıcılar getirmeyi hedefliyor.
Ötenazi, gelecekte en çok tartışılan konulardan biri haline gelecek. Tıp Hukuku uzmanı Oliver Tomein, hukuki ölüm yardımlarının birçok insanı "bir an önce ölüp kurtulma" eğilimine sokacağından kaygı duyuyor. Bunun yaşlılığın getirdiği masrafların altından kalkamayanlarda daha fazla görüleceğini belirten Tomein, ayrıca yaşlılar arasında intihar olaylarının da artacağından hareket etmemiz gerektiğini vurguluyor. Türkiye'de yaşlılarla ilgili intihar istatistikleri bulunmadığından, bu problemin ne ölçüde önemli olduğu konusunda güvenilir bilgilere sahip değiliz. İntihar Önlemleri Birliği (Die Gesellschaft für Suizidpraevention, DGS) yönetim kurulu başkanı Armin Schmidke, iki intihar olayından birinin 60 yaşın üzerindeki kadınlarda görüldüğünü tasdik ediyor. Onun görüşüne göre bu, toplumun yaşlılara karşı davranışının da bir göstergesi. Statü kaybı ve para problemleri, intihar sebepleri arasında ilk sırada geliyor. Yaşlılıkta ortaya çıkan depresyonların genellikle farkına varılamadığına da dikkat çekiliyor.
Türkiye'de yaşlılığın para sorunlarıyla çok sıkı ilişkisi bulunduğunu istatistikler gösteriyor. Yaşlıların yüzde 90'nı aylık 500 YTL'nin altında bir gelire sahip. Bunun statü kaybı anlamına gelip gelmediği ise belli değil. Muhtemelen böyle bir statü kaybından hareket etmemek gerekir, çünkü bu yaşlılar, yaşlılık öncesinden gelen bir fakirliğin kurbanlarıdırlar ve yaşlılıkta fakirlik, onlar açısından yeni statü kaybıyla bağlantılı değil. Buna rağmen, Türkiye'de de bugün ve gelecekte, yaşlılar arasında intihara eğilim gösteren bireylerin bir hayli çok olduklarından hareket edilmesi gerekli.
Bonn Eonomi ve Toplum Enstitüsü'nden (Bonner Institut für Wirtschaft und Gesellschaft) emeklilik uzmanı ve sosyal araştırmacı Prof. Meinhard Miegel, yaşlılar arasında fakirliğin artacağını tahmin ediyor. Daha şimdiden Alman emeklilerin üçte birinin sosyal yardım seviyesinin aşağısında kalan bir emeklilik maaşı aldıklarına dikkat çekiyor. Türk yaşlısıyla bunu karşılaştıracak olursak, Türkiye'de fakirleşecek yaşlı "oranı" fazla olmayacak. 10 yaşlıdan 9'nun şimdiden fakirliğin altında ezilmesi, muhtemelen bu oranın aynı kalmasına yol açarken, nüfus artışı nedeniyle sayıları çoğalacak. Türkiye'de bugün sosyoekonomik durumu "iyi" bir düzeyde yer alan yaşlıların oranı binde 3'tür!
Özellikle uzun süre işsiz kalmış veya düzensiz olarak sigortalı işlerde çalışmış olanların, yaşlılıkları büyük bir fakirlik içersinde geçecek. Miegel, 25 yıl sonra Almanya'da iki emekliden birinin sosyal yardım seviyesinde bir emekli maaşıyla geçinmek zorunda kalacağından hareket ediyor. İspanya'yı örnek olarak verdim. Bunun diğer ülkeler açısından anlamı şu olacaktır: Yaşlıları kendi ülkelerine çekmek isteyen ülkeler arasındaki rekabet sertleşecektir. Çünkü "paralı" yaşlılar azalacak.
Yaşlılık ve suç olayları arasında bağlantılar bulunduğu akla gelen bir durum değil. Suç olaylarının gençler tarafından yapıldığı genellikle doğrudur, ama demografik değişimler, bu bağlamda da yeni gelişmelerin ortaya çıkmasına yol açmış. Almanya'da son 10 yıl içinde suç olaylarına karışan yaşlıların oranında yüzde 50 artış meydana geldiği görülmekte. Bunların çoğu hırsızlık nedeniyle ceza görmekte. Yaşlılar arasında artacağından şüphe duyulmayan fakirlik, yaşlılar arasında suç olaylarına eğilimi arttıracak.
Demografik değişimleri durdurma olanağına yok, kendimiz pasifliği bırakıp, geleceğimizi kurtaracak aktifliği şimdiden göstermeliyiz.(İT/EÜ)
* Doç. Dr. İsmail Tufan, Akdeniz Üniversitesi, Gerontoloji Bölümü