Küresel iklim krizine neden olan sera gazı emisyonlarını fiyatlandırarak düşük karbon ekonomisine geçişi destekleyen ve iklim krizi ile mücadelede büyük önem taşıyan karbon vergisi, toplumsal desteğin düşük olması nedeniyle, siyasi olarak güçlükle uygulamaya konabiliyor. Tüm dünyada, az sayıda ülke tarafından ve düşük seviyede uygulanıyor.
Henüz karbon vergisi uygulaması bulunmayan Türkiye’de de durum farklı değil: Bir saha araştırmasına göre, iklim kriziyle mücadelede karbon vergisini destekleyenlerin oranı yüzde 10. Öte yandan yapılan çalışmalar, karbon vergisi gelirinin nereye aktarılacağının baştan belirlenmesinin, toplumsal desteği artırabileceğine işaret ediyor.
Bu konuda Türkiye’de yapılan bir araştırmaya katılanların dörtte biri, karbon vergisinden elde edilecek gelirin, yenilenebilir enerjiden elektrik üretilmesi için kullanılmasını tercih ediyor. Vergi gelirlerinin nereye harcanacağının belirsiz tutulmasını ve gelirlerin doğrudan bütçeye tahsis edilmesini isteyenlerin oranı ise yalnızca yüzde 2,5.
ETS ve karbon vergisi şart
Türkiye’nin henüz bir karbon fiyatlandırma politikası bulunmuyor. Diğer taraftan, Avrupa Birliği’nin 2026 yılında uygulamaya koymayı planladığı Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM) gereği, Türkiye’de üretilen ve AB’ye ihraç edilen ürünler, içerdikleri karbon yoğunluğuna göre AB tarafından vergilendirilecek. Türkiye’de ulusal bir karbon fiyatlandırma politikasının olması ve karbonun, AB SKDM’ye uyumlu şekilde fiyatlanması durumunda ise, bu gelirin tamamı Türkiye’ye kalacak.
İklim krizini bir tür piyasa başarısızlığı olarak tanımlayan iktisat yazınında, bu krizin giderilmesi için regülasyonlar ve/veya piyasa temelli araçlarla piyasaya müdahale edilmesi gerektiği, uzun yıllardır tartışılıyor.
Bahsedilen piyasa temelli araçlar, karbon vergisi ve emisyon ticaret sistemi (ETS) olarak iki gruba ayrılıyor. ETS’de gelirler, emisyon ticaretine dahil olan ve kendi kirlilik haklarını, yani kotalarını, satan şirketlerin bütçesine aktarılıyor. Kotasını aşan ve bunu kota satın alarak dengelemeyen şirketlerin ödediği cezalar ise kamu bütçesine aktarılıyor.
Öte yandan, karbon vergisinden elde edilen gelirin tamamı, kamu bütçesine aktarılıyor. Bu konuda yapılan araştırmalar, gelirin kamu yönetimi tarafından çevre projelerinde kullanmak üzere ayrılması ve bunun topluma şeffaflıkla anlatılması durumunda, karbon vergisine desteğin artabileceğini ortaya koyuyor.
Dolaylı vergiler direnç yaratıyor
Türkiye’de yapılan bir saha araştırması da, iklim değişikliği ile mücadele söz konusu olduğunda en az destek bulan ikinci politika aracının karbon vergisi olduğunu ortaya koyuyor. Araştırmaya katılanların yalnızca yüzde 10’u, bir dizi politika arasından karbon vergisi yönünde tercihte bulundu.
Bunun olası nedenlerinden biri, Türkiye’deki tüketim vergilerinden, yani dolaylı vergilerden, sağlanan gelirin, toplam vergi gelirlerinin neredeyse yarısına denk gelmesi. Bu vergiler, daha kolay toplanmaları nedeniyle hükümetler tarafından daha fazla tercih ediliyorlar.
Diğer taraftan, tüketim vergilerinin olumsuz yanı gerileyici bir yapıya sahip olmaları. Bunun anlamı, vergi yükünün yoksullar üzerinde daha fazla olması.
Tam da bu nedenle, toplumların, yine bir tüketim vergisi olan karbon vergisine direnç gösterdiği söylenebilir. Ve aynı sebeple, elde edilen gelirin nasıl kullanıldığı, bu direnci kırmakta önemli rol oynayabilir.
İklim Masası, iklim kriziyle ilgili güvenilir bilgileri kamuoyunda yaygınlaştırmayı hedefleyen bir haber servisidir. Yazarları, haberleştirdikleri konularda uzmanlığı bulunan bilim insanlarından oluşur.
(TY)