Tolu'ya göre, erkekler kadınlara "tamamlayan yardımcı yöneticiler olabilirsiniz ama, şu uhdemize aldığımız 'derin yönetme sanatı'na bulaşmayın" demeye getiriyorlar...
Sendika yöneticiliğine nasıl karar verdiniz?
Başlangıçta, yeteneklerim ve birikimim böyle bir görevi taşımaya yeter mi diye, kendimi çok tarttım, ikna oldum ve kararımı verdim. Ama doğrusu, böyle bir erkek tavrıyla karşılaşacağımı hesaba katmamıştım. Yönetime girdikten sonra, bambaşka bir ortam görünce, başlangıçta biraz irkildim. Sonra kendimi hızla toparladım ve kararımı verdim: Uğraşacağım...
Nasıl bir ortamda buldunuz kendinizi?
İşin doğrusu, kimse kadınların yönetime girmesine karşı değil. Sendikanın vitrini olurlar, arkayı toplarlar, ortamı ve ilişkileri yumuşatırlar, sosyal etkinlik ve gezi düzenlerler, sendikaya daha fazla kadın çekerler ve kadın sekreterliği sınırları dahilinde oyalanırlar. Biz de daha "yüksek" faaliyetlerle, örneğin politikayla uğraşmaya devam ederiz, gibi gizli bir kabul var.
Bütün bu işler niye ikincil ve öteki işler niye sizin uhdenizde? Sonra politika yapma tarzınızın doğruluğu nereden belli?
Biz, alışılmış çerçeveye sığsaydık, pek mesele çıkmazdı. Ama dakika bir, durumun böyle olmadığını gördüler. "Yukarıdaki işler tamam, biz onları da yaparız ama, bu tür sınırlamaları tanımıyoruz" demiş olduk. Sadece demedik yaptık.
Çatışma buradan doğdu diyorsunuz?
Evet, bakıyorlar işinizi ciddiye alıyorsunuz. Zekanızla, mantığınızla, ön hazırlığınızla, yoğunlaşmanızla, derin ve ince düşünülmüş önerilerinizle devreye giriyorsunuz. Öyle belirli platformlardan devralınmış etiketlerin arkasına sığınarak, düşünce tembelliğinin ve yaratıcılıktan yoksunluğun perdelenemeyeceğini, tarzınızla gündeme getiriyorsunuz, işte bu olmadı.
Başlıyorlar kadın tarafınıza yüklenmeye ve erkekliklerini konuşturmaya. Ses yükseltmeler, masaya yumruk vurmalar, bütün otoriterliğiyle beden dilini devreye sokmalar, gırla. Bazen "dişe diş" tavrını benimseyerek, aynı biçimde karşılık verdiğim oldu. Sonra bunun bir çeşit erkekleşme tuzağı olduğunu ve beni mutsuz ettiğini fark ettim.
Ne dersler çıkardınız bu deneyimden?
Kısa bir bocalama dışında, beni daha direngen kıldı. Sadece sendikal zemininde değil, yaşamın her alanında duruşumu daha bir keskinleştirdim. Eşimle ilişkilerim, daha sağlıklı bir zemine oturdu. Toplumsal çevreme kendimi bir kez daha kabul ettirdim.
Asla pes etmeyi düşünmüyorum, ikincisi, koskoca bir tarihsel durumun sonuçlarını, bir günde ortadan kaldıramayız. Ama bir şeyleri dönüştürdük mü diye kendime sorduğumda, gönül rahatlığıyla, evet bir şeyler yaptık, diyorum.
Üçüncüsü; kadınların düşünce ve yaklaşımlarının sendikal yaşama etkin biçimde damga vurması gerektiğini, yaşayarak öğreniyorum. Bunsuz sendikal yeniden yapılanmanın ve işgücünün feminizasyonunun hakkı verilemez.
Geri çekilmek ne kelime, hem aktif üye olarak, hem de yönetim kademelerinde daha fazla kadın şart. Dördüncüsü; erkekler bizi tamamlayan yardımcı yöneticiler olabilirsiniz ama, şu uhdemize aldığımız "derin yönetme sanatı"na bulaşmayın, demeye getiriyorlar. Aşağı yukarı böyle.
Kotayı, ağzımıza çalınan bir parmak bal olmaktan çıkarmalıyız. Nasıl oluyor da, eğitim ve sağlık gibi kadın ağırlıklı ve eğitim düzeyi görece yüksek işkollarında, bu kadar az kadın yönetici var? Kurulu mekanizmalar neden kadınların önünü açmıyor? Ancak bu sorulara yanıt üretmeye başladığımızda, kota gerçekten teşvik edici bir önlem olur. (BB)