Demek ki, yüksek oranda bebek açlığa doğuyor, bir başka deyişle ‘tok olma hakkından’ yoksun olarak dünyaya geliyor. Diğer bir deyişle en temel insan hakkı ihlal ediliyor!
Dahası, bir mucize onu bu yoksul ve yoksun vatandaşlık konumundan çıkarmaz ise, sosyal dışlanmanın temel öznesi haline geliyor. Yetmedi, her türlü suç ve gayri kanuni odağın potansiyel adayı olup çıkıveriyor. Tüm yaşam seçeneklerinden yoksun bir şekilde doğup büyüdüğü içinde toplumun günah keçisi olup çıkıyor....
Türkiye’nin en sert ve gerçek sorunu yoksulluk!
Kim? Türkiye’yi neden terketti? ne giydin, ne çıkardın, benim kimliğin senin kimliğini döver üzerine pozisyon tutmak yerine, yoksulluğun belini kırmak için ortak pozisyonlar yaratmak lazım. Çünkü yoksulluk, din, iman, kimlik, kültür, kılık kıyafet, sınır tanımaz. Eğer panzehirini bulamazsanız toplumun damarlarını çürütmeye başlar. Komşuyu komşuya, işçiyi işverene, Türk’ü Kürt’e, müslümanı hristiyana, kısacası herkesi birbirine düşman eder.... toplumsal uzlaşma ve barışı bozar.
Türkiye’nin gündemi savrulup dururken,‘insanca yaşama hakkı’ olmayanlara ilişkin temel sorunlar giderek unutuluyor/unutturuluyor.
Halbuki yoksulluğu planlı bir şekilde nasıl azaltabiliriz, herkesin ‘eşit vatandaş’ olmasını, kimseye muhtaç kalmadan insanca, onurlu bir yaşam sürdürmesini nasıl sağlarız üzerine odaklanmak gerek.
O zaman mutlak yoksulluk çizgisinin bile altında kalan ve yaşamını sürdürmek, aç kalmamak için karın, kışın soğuğunda, geçici bir iş bulmak ümidiyle, otobüse verecek parası bile olmadığından, bir kasabadan diğerine yürüyerek gitme zorunda kalan insanlar donarak ölmez...
Bayram, seyran sırasında dağıtılan yardım paketlerini alabilmek için saatlerce bekleyip çamurlar içinde yerlerde yuvarlanmak ve aşağılanmak zorunda kalmaz....
Bunlar en büyük insan hakları ihlalleri değil midir?
Yoksullukla mücadele, partiler üstü bir yaklaşımı gerektirir.
İnsanca yaşama hakkı üzerine etkin kamu politikaları geliştirmek, var olanları güçlendirmek, bütçe ayırmak için tüm kurumların, partilerin, yasa koyucunun, özel sektörün, sivil hareketlerin ortak hareket etmesi lazım.
Yoksulluk ülke sınırları da tanımaz!
Gelişmişlik düzeyine göre keskin farklılıklar gösterse de, yoksulluk tüm dünyada sorun. Bu nedenle, bütün ülkelerde sosyal politikalar çerçevesinde çeşitli çözüm arayışları sürüyor. Özellikle sosyal hareketler, köklü çözümler getirmek için yoğun olarak çaba sarfediyor.
Üyesi olmayı hedeflediğimiz Avrupa Birliği de yoksulluk ve sosyal dışlanmayı engellemek için hedef ve zaman çıtalı çözümler üretmeye çalışıyor.
Avrupa İstihdam Stratejisi, Lizbon Stratejisi gibi belgelerin sosyal bütünleşme ayağı bu konuya odaklı. Çünkü, üye ülkelerin gelir oranları hem birbirleri arasında hem de ülkelerin kendi içinde yüksek farklılık sergiliyor.
Son istatistiklere göre, AB’nin kişi Başı Milli Geliri 23 bin 758 dolar. En zengin ülkeler, örneğin Lüksemburg (61 bin 610 dolar) ile 2007 yılında üye olan Bulgaristan (7 bin 940 dolar) ve Romanya’nın (8 bin 330 dolar) göstergeleri arasında uçurumlar var.
Bu ortalamalar sırada bekleyen Hırvatistan’da 11 bin 920 dolar, Türkiye'deyse 7 bin 720 dolar.
Gruplarsak, AB-25’te 10 bin dolar altında ülke yok. AB-27 de Romanya ve Bulgaristan bu sınırın altında kalıyor.
Türkiye ise, bir taraftan dünyanın en güçlü 20 ekonomisi içinde olmakla övünüyor diğer taraftan kişi başı milli geliri AB göstergelerinin en alt sıralarında. Yani, çelişkili olarak ekonomi güçlü ama vatandaşlar zor durumda! Yoksulluk sınırının altında yaşayanların durumu ise vahim.
O zaman, ekonomik büyümeyi –ki Türkiye ekonomisindeki büyümenin sorunluluğu ayrıca irdelenmeli- hedeflemek kadar, kaynakların dengeli, hakça ve adil dağılımını da planlamak lazım.
Yeterli Düzeyde Gelir kampanyası
Günümüzde, "insanca yaşamanın temel bir vatandaşlık hakkı" olduğu üzerine programlar çıkarılıyor ve çeşitli yöntemlerle kamuoyunun dikkati çekiliyor.
AB düzeyinde de sivil toplum örgütleri, zor durumda olan vatandaşların onurlu yaşam hakkı üzerine mücadelelerini sürdürüyorlar. Oluşturdukları acil sosyal politika önlemlerini siyasi gündemin merkezine taşımak için kampanyalar yapıyorlar.
İşte bu doğrultuda, Avrupa Yoksullukla Mücadele Ağı (EAPN) geçtiğimiz hafta, 19 Aralık’ta herkesin insanca yaşamasını hedefleyen "Yeterli Düzeyde Minimum Gelir Planı" başlıklı bir kampanya başlattı.
EAPN’in açıklayıcı dökümanına göre AB üyesi 27 ülkenin 24’ünde halihazırda söz konusu uygulama var ancak erişim ve kaynakların yeterliliği konusunda ciddi sorunlar yaşanmakta. EAPN Başkanı Ludo Horemans’ın sözleriyle "birçok ülkede yaş, işteki durum ve göçmenlik statüsü gibi gerekçelerle bu uygulamalara ulaşım garanti edilmiyor."
2008 yılı boyunca sürecek söz konusu kampanya ile onurlu ve kimseye bağımlı olmadan yaşamak için temel bir gelir sahibi olmanın bir ‘vatandaşlık hakkı’olduğu vurgulanıyor.
Bu çok önemli, çünkü sağlanacak gelir "muhtaç olma" üzerinden değil "vatandaş olma" hakkı üzerinden belirleneceği için, aşağılanma veya etiketlenmenin önünü kesiyor.
Özetle amaç, tüm vatandaşları kapsayacak temel bir gelir sağlamak ve yararlananların yoksul damgasını yiyerek aşağılanmasını da engellemek.
Bu konu bizi de doğrudan ilgilendiriyor
Türkiye’de 3816 sayılı kanunla 1992 yılında getirilen "yeşil kart" uygulamaları veya 2022 sayılı Kanun’la 65 yaşını aşmış güçsüz ve kimsesiz vatandaşlara aylık bağlanması gibi düzenlemeler var. Bu uygulamalar sistemi "muhtaç" olma üzerinden kurduğu için etiketleyerek sosyal yardım yapma grubuna giriyor. Diğer bir deyişle, yoksullukla ilgili politikalarımız "muhtaç/bağımlı vatandaşlar" sınıfını yaratarak iyilik yapayım derken sosyal dışlanmaya neden oluyor. Kimseyi damgalamadan yoksullukla baş edebilmenin en etkin yöntemlerini devreye sokmak lazım.
Bu doğrultuda, EAPN’nin AB düzeyinde başlattığı onurlu yaşam için "Yeterli Düzeyde Minimum Gelir" kampanyası, Türkiye’deki ilgili yetkililer, karar alıcılar, muhalefet, STK’lar kısacası herkes tarafından dikkatle izlenmelidir. Çünkü kişi başı milli gelir hesaplarımızı kıyasladığımızda durum bizim açımızdan çok daha vahim bir manzara sergilemektedir.
Çalışamayacak durumda olanlar da dahil, ihtiyaç sahiplerine bir "vatandaşlık hakkı" olarak sağlanacak, sınırlı ama düzenli nakit gelir desteği uygulamaları en insani ve etkin yöntemlerden biri olarak değerlendirilmelidir.
Nakit gelir transferleri konusunda, Prof. Ayşe Buğra başta olmak üzere, konunun uzmanları tarafından oluşturulmuş somut sosyal politika önlemleri/çözümleri var. Kısacası gerekli tedbirleri acilen almak için teknik altyapı bizde de mevcut.
O zaman, insanca yaşam için yoksullukla mücadele konusunda çok güçlü bir siyasi gündem oluşturmanın tam zamanıdır.
Bu nedenle, 2008 yılını "Herkesin İnsanca Yaşaması için Yoksullukla Mücade Yılı" ilan edilmesini teklif ederek iyi yıllar diliyorum.(SA/EÜ)
* Dr. Selma Acuner, Avrupa Kadın Lobisi (EWL) Yönetim Kurulu Üyesi
** Bu yazı Taraf gazetesinin 1 Ocak 2008 tarihli sayısında yayınlandı.