Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Genel Sekreteri Metin Bakkalcı yakınlarını siyasi cinayetlerde kaybeden "Derin Aileleri" temsilen 19 kişinin bugün Meclisteki görüşmelerinde gündeme getirdiği "zamanaşımı sınırlaması" talebiyle ilgili olarak çalışma başlattıklarını açıkladı.
Bu çalışma, faili meçhul cinayetler, gözaltında kayıplar ve diğer toplum ve insanlığa karşı suçların soruşturulmasıyla ilgili "zamanaşımı"nın kaldırılması için yeni bir yasal düzenlemeyi amaçlıyor.
Bakkalcı, "Zamanaşımın kaldırılması ve siyasi cinayetlerin aydınlatmak üzere bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulması için bugün Mecliste girişimler yapan 'derin aileler' için "Onlar bizim onurumuz ve vicdanımız" diyor.
TİHV, ayrıca, hükümete Birleşmiş Milletler (BM) Kayıplara Karşı Sözleşmeyi imzalaması ve onaylaması çağrısı yapıyor.
Derin Ailelerin inisyatifini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Onlar hepimizi vicdani, adını bilmediğimiz diğer kayıplar ve faili meçhullerde olduğu gibi. Bizim sözünü ettiğim çalışmalarımız toplumun vicdanındaki adalet duygusunun yerine gelmesi ve insanca yaşanabilecek bir ülkeyi tasarlamak açısından mütevazı bir katkı sunar. Yakınlarını Siyasi Cinayetlerde Kaybedeler İnisiyatifini bu çalışmalarımızı daha da güçlendirecektir. Onurumuz onlar, çünkü onlar biziz."
Çalışma İsveç'teki gelişmelerden mi esinlendi?
İsveç'te çok önemli bir adım atıldı. Biz İsveç'teki gelişmelerden haberdar olmadan başlamıştık. 2009 sonunda, 1990'lardaki sistematik suçların 2010'dan itibaren zamanaşımına uğrayacağı yönündeki tehlikeye basın toplantılarımızda işaret ettik.
Türkiye olağanüstü bir toplumsal travmayla karşı karşıya...Bakkalcı, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra bu tür ihlallerle sistematik şekilde karşılaşıldığını söylüyor.
"Sistematik bir uygulamanın hedeflediği bir toplum tahayyülü vardı. Bu mekanizma, bütünüyle suskun, toplum olmanın tüm özelliklerini yitirmiş, geleceğini göremeyen, geçmişine sorgulamayan çıplaklaştırılmış ve insansızlaştırılmış bir toplum hedefliyor. Meselesi tek tek kişiler değildi."
TİHV'nin teyit edilmiş kayıtlarına göre, 1990'dan 2009'un sonuna kadar özellikle Kürt Sorunu nedeniyle bin 876 faili meçhul cinayet yaşandı ve 219 kişi kaybedildi. Bu kayıplar ancak başvurularla sınırlı elbette. Gözlatında kayıpların yoğun olarak yaşandığı 1990-1995 ortamında insanların ne kadarının sevdikleirnin kaybedildiğiyle ilgili başvuru yapabildiğini bilmiyoruz. O günlerin kaybedilenlerin peşine düşenlerin bile kaybedilebildiği günler olduğunu hatırlayalım.
Bu tür vakalarla ilgili soruşturmalar 20 yıl ile sınırlandırılıyor. Yoğun ihlaller 1990'larda yaşandığı içindir ki bu yıl zamanaşamı engeli ile karşılaşmaya başlayacağız.
Nasıl bir çalışma olacak?
İhlallere maruz kalan insanlarla tek tek görüşerek yoğun bir kampanya başlatıyoruz. Bu denli yaygın ve sistematik olaylar aynı zamanda insanlığa karşı suç olma vasfı taşıdığından zamanaşımı geçerli olmamalı.
Bu teknik bir tartışma değil. Türkiye, insanlığa karşı suç olduğuna inandığımız bu tür ihlalalerle ilgili derhal yasal düzenleme yapmalıdır. İsveç'in Olof Palme cinayetinden hareketle zamanaşımını kaldırması önemli bir örnektir, yol açıcıdır.
Ayrıca, Türkiye'nin önünde 2007'de çıkarılan, bugüne kadar 81 ülkenin imzaladığı, 13'ünün de onayladığı BM'nin Zorla Kaybedilen kişilerin Korunmasına İlişkin Uluslar arası Kayıplar Sözleşmesi'ni imzalaması ve onaylaması gerekiyor. Türkiye bu sözleşmeyi imzalamadı çünkü bu sözleşme kayıplara ilişkin etkin araştırma ve soruşturmayı içeriyor ve devletlere özel sorumluluklar yüklüyor. Diğer faili meçhul olaylarını da doğal olarak etkileyecektir.
Bilhassa geçen yıl Türkiye, kayıplara ilişkin araştırmalarda kepçelerle arazilerin gelişi güzel kazıldığına tanık oldu. Bu içler acısı bir durumdur. Bu kaybın bulunması değil tam tersine bulunmasını imkansızlaştıran uygulamalardır. Özel yol ve yöntemler var. Mesela, 1990'lardaki Bosna'daki katliamdaki kazılara bizim arkadaşlarımız çok önemli katkılar sundular. Kayıplara ilişkin teknik çalışmalarla ilgili de çalışmalarımızı hızlandırıyoruz. (EÖ)