Türk Hava Yolları'nın (THY) prestij ve marka değerinin aslında çalışma koşullarıyla uyumlu olmadığını 29 Mayıs günü çalışanların "Artık özveriyle uçmuyoruz!" itirazı sonrasında gelişen tepkiler ve THY yönetiminin aldığı kararlar vasıtasıyla gördük.
Kısa mesaj yoluyla işten çıkarılmalar, arkadaşlarına destek veren çalışanların fotoğraflanarak tehdit edilmesi ve işlerini kaybetmelerini grev yasağı izledi. Bir torbaya sıkıştırılmış birbirinden farklı yasa tasarılarıyla birlikte grev yasağı da kanunlaştı.
Son olarak, grev yasağı sonrasında süresiz eylem başlatılan Atatürk Havaalanı'ndaki Güvenlik Komisyonu, havaalanı içinde her tür eylem ve gösteriyi yasakladı. Biz de yürütülen mücadele ve yaşanan sorunlar üzerine bir kadın ve bir erkek çalışanla görüştük.
Grev mi diyeceğiz, eylem mi? Üstelik yapılan eylemin hukuksuz olduğuna dair bir söylem geliştirdi Başbakan. Neden bu şekilde tasarlandı eylem, hukuki boyutu nedir?
K: Bu ne grev ne de eylem. Biz yasal hakkımızı, senede bir kere kullanabileceğimiz uçmama hakkımız kullandık. En doğal insani hak olan hastalanma hakkımızı kullanarak ilk defa "hasta hasta uçmayacağız" dedik. Yıllardır rapor alan personeli verim alamıyoruz diye işten çıkardılar. Her türlü haksızlığa ve hukuksuzluğa uğrayan esas bizleriz. Grev yapamazdık çünkü 23. toplu iş sözleşmesini erteleyip mahkemelerde süründürüp, yasal süreci ihlal ettiklerinden grev sürecine gidemedik. Tam greve doğru giderken de ısmarlama bir yasayla var olan grev hakkımızı elimizden aldılar. Biz bu yasa mecliste görüşüleceği gün yasanın geçmemesi için uçmadık.
Eyleme giden süreç ve çalışma koşulları toplumda görünür hale gelmedi. Sizi bu eyleme sevk eden süreç ve sorunları anlatabilir misiniz?
E: Bu sürecin bir geçmişi var elbette. 18 aydır imzalanmayan toplu sözleşme süreci hep işveren tarafından baltalandı. Sürekli mahkemelere dava açıldı ve süreç ötelendi. Örneğin işveren Hava-İş'in üye yeterliliğinin tespiti için hukuki yollara başvurdu. Oysa her ay Hava-İş'in üye aidatını kesen işveren, eminim kaç üye olduğunu sendikadan daha iyi bilir. En son anlaşmazlık sürecinde de arabulucu atanmasına işveren itiraz etmiş. Buna karşı yapılan itirazlar mahkemece bizim lehimize sonuç verince, büyük bir hızla torba kanunlar diyebileceğimiz pakete, bir maddeyle havayolları iş koluna tamamıyla grev yasağı getiren madde eklendi. Bu teklif meclise sunulunca elbette Meclis düzeyinde de girişimlerde bulunulmuş. Ancak kanun alt komisyondan sonra büyük bir hızla üst komisyondan da geçerek Genel Kurul aşamasına geldi.
İnsanlar özveriyle uçuyorlardı, kronik rahatsızlıklar üst boyuta ulaşmaya başladı. Rapor alma korkusu işten atılma korkusu herkeste vardı. Bu kanun Meclis'e geldiği gün rahatsızlıklar daha da bir arttı. Doğal olarak o gün kimse özveride bulunmadı, hasta hasta uçmadı.
Taşeronlaşma yıllardır sürüyor
Peki yaşanan sorunlar çalışma alanlarına göre farklılaşıyor mu, teknik çalışanların, kabin çalışanlarının ve yerde çalışanların yaşadıkları sorunlar neler?
E: Şirketin her biriminde taşeronlaşmaya gitme olayı yıllardır var. Farklı şirketler kurarak kendi işçisini çıkartıp buralara eleman alarak sendikasız, daha az maliyetli işçiler çalıştırma bir politika haline geldi. Teknik için de geçerli bu. Kalifiye, iyi eğitim almış, geçerli sertifikalara sahip teknik personel, şefleri tarafından sürekli olarak işten atılma tehdidi altında çalışıyor. Uçucu personel kuralsız uçuşlara zorlanıyor, mesai sınırları aşılıyor, dinlenme süreleri gasp ediliyor ve işverenin uyguladığı mobbing yüzünden her daim stres ve baskı altında çalışıyor.
K: Yıllardır uygulanan baskılar var. Biz "uçan garson" değiliz. Bizim tüm kurallarımız kanla yazılmıştır. Kural her şeydir. İşimi iyi yapıyorum diyen bir kabin memuru tüm çalışma talimatlarına uymak zorunda. Ancak son yıllarda hızlı büyüme ve yeni uçak alınması ile bizi kuralları uymaya zorlayan sistem uyamaz hale getirdi. İşimizi yaptığımız için suçlanıyoruz, yapmasak yine suçluyuz. Herhangi bir olumsuz durumla karşılaşsak faturası bize çıkar. Her gün bire bir yaşadığımız, toplu iş sözleşmesiyle kazandığımız, yöneticilerin de altında imzası olan ve bizim çalışma koşullarımızı belirleyen kazanılmış haklarımız bile ihlal ediliyor. Limit üstü uçulmaya zorluyorlar. Boş günlerimize giriyorlar. 24 saat önceden belirlenmesi gereken her türlü değişiklik, kural uçuş öncesi ihlal edilmeye çalışıyor. Kabul etmemek hakkınız ama bunu yaptığınız da senin yüzünden uçak kalkmıyor seni rapor edeyim de yukarı derdini anlat diyorlar. Hep tehdit hep tehdit... Uçsanız ve bir sorun çıksa bu sefer de uçmasaydın deniyor.
Uçaklar fazla, yolcu fazla her birimin farklı sorunları var. Yer görevlisi uçağı karşılayacak koşa koşa geliyor "aynı anda 3 uçak başı yapmam lazım" diyor. Sadece koşturan insanlar var. Az personel, yarım yamalak iş. Uçakta arıza var teknisyen geliyor, "Uçağın kalmasına 45 dakika var bu arızayı gidermek için uçağın yatması gerek bu kadar kısa zamanda yapamam" diyor.
Herkeste işten atılma korkusu, yapamadı gözükürse ceza alır. Hiçbir gerekçe meşru görülmüyor herkesten daha fazla çalışma, mesaiye kalma bekleniyor. Özellikle doğu meydanlarında bir teknisyen çalışıyor. Tüm gün alanda yatıp kalkanlar bile var.
"Kadın kabin memurları tacize maruz kalıyor"
Kadın ve erkek çalışanlar için sorunlar farklılaşıyor mu? İki tarafı da birbirinden farklı olarak etkileyen sağlık sorunlarından ve farklı tutumlardan bahsetmek mümkün mü?
E: Sağlık problemleri ortak olduğu gibi cinsiyete göre de farklılaşabiliyor, yıllara göre de çeşitliliği artış gösteriyor. Çalışanlar sürekli basınç değişimi, iş kazaları, kozmik radyasyon, stres, düzensiz beslenme, uykusuzluk ve uçak içi iş kazalarından dolayı birçok sağlık problemiyle mücadele etmek zorunda. Aynı zamanda çalışan, rahatsızlığın uçuşa mani olduğu noktada da rapor almaktan bunun devamında işten atılma korkusu yüzünden fazlasıyla özveri göstermek zorunda kalıyor.
K: Aslında kabin memurları için en büyük fark taciz; sözlü ve hatta bazen ileri boyuta giden fiziksel tacize maruz kalmak. Yolcu bizim misafirimiz zihniyetinin yaygın olduğunu bilen her koşulda güler yüzle çalışmak zorunda kalan kadın memurlar yolcu tarafından suiistimal ediliyor. Sağlık sorunları da var tabii. Hemen her kadında boyun, bel fıtığı, sistit en çok karşılaşılan rahatsızlıklar. Rahim sarkması, çocuk sahibi olmak sorun.
Genç yaşta birçok kadın arkadaşımız çocuk sahibi olmak için tedavi görüyor. Üstelik ağır radyasyon şartları sağlıklı gebeliği pek mümkün kılmıyor ve tabi bunun yarattığı psikolojik sorunlar oluşuyor. Normal hamilelik süreci ve sağlıklı doğum yapan annelerin sayısı maalesef çok az. Uyku düzensizliği ve buna bağlı sorunlar akabinde farklı hastalıklara da yol açıyor, bağırsak sorunları gibi daha birçok hastalık mevcut. Bu yüzden o gün herkesin rapor alması çok kolay oldu.
"Köleleştirilen işçileri fark edemediler"
Toplum içinde de eyleme karşı tepkiler de gelişti, koşulları dolayısıyla "eylem yapacak son meslek" diye değerlendirenler oldu. Sizce bunu sebebi ne?
E: İktidar ve işveren bizim mücadelemizi maddi temeller üzerine oturttu, bunda da gayet başarılı oldu. Mücadelemiz kısıtlı imkânlarda, asgari ücretlerle yaşayanlar üzerinden konuşuldu ve ülkenin genel işsizlik problemini bize karşı koz olarak kullanıldı. Hâlbuki bunlar iktidarın utanç verici gerçekleri. Toplumun algısı ne kadar farklı ki bizleri şükretmeyen doymayan işçiler olarak algıladılar.
Hakkını isteyemeyen, istemesini bilmeyen ve sahip olduğu anayasal hakkın farkında olmayan insanlar bizim bu hak mücadelemizi maalesef haksız buldu. Seyahat özgürlüklerinin kısıtlanmasından bahsedenler bir tarafta köleleştirilen zor şartlarda ve düşük ücretlerle çalışmaya zorlanan işçileri fark edemediler.
K: Evet dışarıdan bakıldığında en çok özenilen meslek Türkiye koşullarında iyi maaş, dünyayı geziyorlar... 2007'de Mehmet Ali Birand "Daha ne istiyorsunuz gözünüzü toprak doyursun" diye ekranlarda haykırmıştı.
"Grev yasağı Anayasa'ya aykırı"
Grev yasağını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sendikal mücadeleyi, çalışanları nasıl etkiledi?
E: Grev yasağı tamamıyla anayasal haklara aykırı olmakla almıyor, bağlı olduğumuz uluslararası örgütlere ve imzalamış olduğumuz sözleşmelere de aykırı. Her ne kadar hukuk ve kanun bizdenmiş gibi görünse de kanun yapıcı ve uygulayıcı iktidar, işçinin üretimden gelen gücüne grev yasağı koyarak mani olmaya, emeğimizi köleleştirmeye çalışıyor. Elbette elimizi kolumuzu bağlayacak ve hukuksal alanda eylem yapma hakkımızı engelleyecek bir durum. İşverenin istediği de bu zaten; mücadele edemeyen, çalışanın hakkını arayamayan eli kolu bağlı bir sendika.
K: Grev yasağı olamaz! Tüm çalışanlar grev hakkı isterken bizim var olan hakkımız elimizden alınmak isteniyor. Grev en büyük kozumuz. Çalışma koşullarının düzelmesi için, dünya standartlarını tutturabilmek ve işimizi iyi yapabilmek için atamayla gelen yönetime karşı mesleğimize değer verdiğimizi bu yüzden koşulları değiştirmeleri konusundaki pazarlık yapabileceğimiz tek kozumuz. Anayasa Mahkemesi'ne gidilecek. Her şekilde bu hak bize iade edilmek zorunda. Yoksa geçmiş olsun... Bence yolcular emniyet konusunda bilgilendirilsin, uçağa binmeden önce defalarca düşünsün derim!
"Personelin dayanması zor"
Bu sürecin olumsuz sonuçlanması THY'de çalışanları ve çalışma koşullarını nasıl etkiler?
E: Elbette ki huzursuz olan ortam süresiz huzursuzluğa gidiyor. İş verimini kaybettirecek, iş barışını zedeleyecek bir durum. Sözde büyüyen, Avrupa ve dünya pazarında zirveyi hedefleyen bir şirkette çalışma koşulları kötüye gittikçe kalifiye elemanın burada çalışması ve sürekli olması mümkün değil. Amaç bu zaten. Düşük maaşa, kötü çalışma koşullarına ses çıkarmayan, "şükürcü" çalışanlar oluşturmak.
K: Personelin dayanabilmesi mümkün gözükmüyor. Biz haklarımız varken isyan ediyorduk bundan sonrasını düşünemiyorum bile.
Sendika yasağı sonrasında uluslararası alanda da girişimlerde bulunuldu. Bunlardan bahsedebilir misiniz?
E: Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), Uluslararası Taşımacılık Çalışanları Federasyonu (ITF) ve Avrupa Taşımacılık Çalışanları Federasyonu (ETF) ile sendikamızın sürekli iletişimi var. Bu örgütler bize destek veriyor. Önümüzdeki günlerde de bu çabaların somut verilerini görmeye başlayacağımızdan da hiç şüphemiz yok.
K: Uluslararası anlamda ilerleyen günlerde daha çok şeyler olacak. 30 Mayıs'tan beri süren Atatürk Havalimanı dış hatlar geliş katındaki ki, buradan pek çok yolcu ve personel giriş yapar, oturma eylemimiz devam ediyor, edecek de. Yolcular atılanları görüyor. Her yerden, toplumsal örgütlerden, siyasi partilerden desteğe gelenler oldukça fazla. Cumartesi Anneleri, Halkevleri, liseli gençler, sanatçılar herkes yanımızda.
Akademisyenler THY'nin sponsor olduğu Barselona takımına durumu anlatan mektup göndermişler. Takım konuyu değerlendirmeye aldı. Yolculardan uçak içinde çok destek alıyoruz. Dünyada havacılık sektöründe grev hakkı elinden alınan ilk ülke olduk. Bizler dış hatlarda direniyoruz, direnmeye devam edeceğiz. Hem atılan arkadaşlarımızın işe dönmeleri hem de grev hakkımızı geri almak için sonuna kadar mücadeleye devam edeceğiz.
"Şirket prestij kaybedecek"
Gelecek dönemde sizce olumlu ve olumsuz ihtimaller neler? Uluslararası tepki, boykot veya çalışanların ne tür eylemlilikleri sonucu koşullar çalışanlar lehine değiştirir?
E: Açıkçası bu konuda işverenin tavrının değişip değişmeyeceğinden emin olamıyorum. Ama şirketin büyük bir prestij kaybına, buna bağlı olarak da maddi kayıplara uğrayacağı aşikâr. Türkiye maalesef işçi hakları ve onlara tanınan imkânlar doğrultusunda halen çağının çok çok gerisinde olan bir ülke konumunda. Hatta uluslararası sözleşmelerle kazanılmış olan birçok hakkı da vermeme, uygulamama ve yasaklama konusunda sabıkasını artırmakta. Avrupa Birliği'ne girmeyi sözde amaç edinmiş iktidarın, AB'nin sahip olduğu medeni haklardan her geçen gün uzaklaşması da ayrı bir çelişki.
"Görmekle parçası olmak farklı"
Bu ve benzeri hak kayıpları son yıllarda oldukça çok yaşanıyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bu eylem öncesinde ve sonrasında bu konudaki düşünceniz değişti mi?
E: Mücadelelerin daha fiili olması gerektiği kanaatindeyim. Örgütlerin, sendikaların, sivil toplum kuruluşların insanları ortak aklın etrafında bilinçlendirme, harekete geçirme ve birlikte koordineli çalışma konusunda daha etkin olması gerektiğini düşünüyorum. Trajediyi uzaktan görmek ve bir gün o trajedinin bir parçası olmak elbette çok farklı. Ancak tüm işçi, emekçi dünyasının dayanışması, birbiriyle empati kurması, ortak sorunlara tek bir ses tek bir yürek kıvamında cevap verebilmesi ve ortak refleksler geliştirmesi gerektiği kanaatindeyim.
K: Bu ülkede yaşayıp da son zamanlarda hakları gasp edilememiş vatandaş bulamıyorsunuz. Eşiniz, dostunuz, yakınınız mutlaka bastırılmaya, sindirilemeye, tepkisizleştirilmeye, becerilmiyorsa da yok edilmeye çalışıyor. TÜBİTAK'tan atılan arkadaşlarım oldu, zorla tayin ettirilenler ataması yapılamayan öğretmenler, doktorlar. Elinizi nereye atsanız her yerde hak kaybı.
Eğitim alanında yapılanlar var. Kürtaj tartışması çıktı, kadın bedeni üzerinde zaten yıllardır uygulanan, uygulanmaya çalışılan baskılar iyice artıracak. Hastalanmak suç, ekmek yok, iş yok! Sesini çıkarman yasak. Toplum bence patlama noktasına geldi. Her an bir şeyler değişebilir. Belki de THY işçileri önderlik edecektir değişime. Halk uyanıyor. Birlik olmak çok önemli bence. Sokaklara dökülme zamanı geldi! (HK/AS)