Walker Lindh ile görüşen Robert Young Pelton, seyahatlere çıkmaktan hoşlanmayan bir yazar, yazdığı birçok kitap ve dergi makalesi sayesinde ilgiyi savaş bölgelerine ve isyan sebeplerine çekmişti. Bu kadar başarılı olacağı beklenmeyen röportaj, Pelton için doğru zamanda, doğru yerde olduğu ilginç bir olaydı. Kala Yangı isyanının ardından Walker Lindh ile görüşmesinden sonra ayrıca, aracılar sayesinde, ABD'nin Afganistan'daki askeri faaliyetleri başarıya ulaşırken Kuzey İttifakı'nın efsanevi lideri General Abdül Raşid Dostum ile görüşebilmişti.
Pelton, General Abdül Raşid Dostum'un bulunduğu yere ulaştığında, Dostum ve gerillaları bir Yeşil Bereliler birliği ile Mezar-ı Şerif'i kurtarmak için çalışıyorlardı. Pelton'un bu çalışmayla ilgili makalesi National Geographic Adventure dergisinde çıktı, ve savaşa ve içinde bulunan askerlere dair birinci elden bilgi almamızı sağladı. Aslında, Pelton, çatışmayı takip eden diğer gazetecilerin arasından sıyrılarak General Dostum'a ulaştı; kendi gizli ve kişisel Özel Güçler birliği tasarımını ve bu birlikle ilgili cesaret hikayelerinin yansıma ve harekete geçiş anlarını diğer gazetecilerin, gerçekten savaşan gerillaların arasında bulunduğu ve askeri üsteki bilgilendirme bölümüne gönderilmediği günlerde yazmıştı.
Ulaşılabilirlik, basın ve Pentagon arasında kemikleşmiş bir mücadele olmaya devam ediyor. Aynı zamanda, Pelton'a göre savaşın gerçekleri ya halk başka konularla ilgilenmeye başladıktan sonra çok geç açıklandı ya da yabancı hükümetlere olayın daha batı yanlısı bir hikayesini yayması için fırsat veren büyük medya kuruluşları tarafından hiçbir zaman tam olarak keşfedilmedi.
Pelton'un sözünü sakınmadığı değerlendirmeleri de kendi gezi kitaplarında yer buluyor; değerlendirmeler, kumsallardan çok kafatasları ve çapraz kemikleri ele alıyor. O, dünyadaki bütün savaş bölgelerine, uyuşturucu batakhanelerine ve her türlü kötülüğün bulunduğu bölgelere girebilmeyi sağlayacak anahtar bilgilerin özeti yanında bundan daha da önemlisi bu bölgelerden nasıl çıkılacağını anlatan "The World's Most Dangerous Places" (Dünyanın En Tehlikeli Bölgeleri) kitabının yazarıdır. Kitap, Sierra Leone ve Somali gibi dünyanın ücra köşelerindeki yerlere adanmıştır. Afganistan'dan da kitapta bir bölümle bahsedilmesi hiç şaşırtıcı değil. Pelton, 1995 yılından beri bölgenin Taliban yönetimi dönemindeki durumunu ve de Kuzey İttifakı lideri Ahmed Şah Mesud'un bölgenin tamamını ele geçirme çabalarını yazılarında işliyor.
Bu röportaj yapıldığı zaman Pelton, Mezar-ı Şerif'teki kale isyanı ile ilgili bir belgesel çekmek için hazırlanıyordu.
National Geographic'teki kısmınız dahil olmak üzere, siz büyük medya kuruluşlarının ulaşamadığı bölgelere ulaşabiliyorsunuz, ben bunu nasıl başardığınızı merak ediyorum.
Pekâla, ilk olarak bir gazeteci olmadığımı ifade etmek isterim, belki de bu bölgelere daha kolay ulaşabilmemin sebebi budur. Ben bölgeye gittiğimde, Tirmiz ve Taşkent'te altı haftadır bekleyen yaklaşık 200 gazeteci bulunuyordu. Mezar-ı Şerif'teki faaliyetler beni şaşırtmıştı çünkü gazetecilerin büyük bir kısmının Afganistan'a geçiş için popüler bir yer Penşir Vadisi'ne gittiğini biliyordum. Fakat oraya giden fazla kimse yoktu. Bu yüzden, arkadaşlarıma göre, 2000 civarında gazeteci Kabil'in kuzeyinde bulunan Penşir vadisinde bekliyorlardı ve burada yerlerinde durup parmaklarıyla oynamaktan başka bir şeyle uğraşmıyorlardı ve ben kuzeyde bir şeylerin olduğunu biliyordum.
Sadece konuştuğunuz insanlara güvenerek mi bunları söylüyorsunuz? Veya sadece bir tahmin yürütme mi?
İran ve Afganistan basınından bizi hazırlayıcı bazı haberler vardı, üstelik Dostum'un Nisan ayında geri döndüğünü biliyordum bu yüzden bölgeden haber almamam beni şaşırtmıştı. Ve bunun üzerine Ismail Han'ın (Batı Afganistan'da yüksek askeri lider) ve Dostum'un ABD'de bulunan arkadaşlarını aramaya başladım ve sonra seyahat hazırlıklarına başladım aslında CNN haberlerinin başkanını da aradım ve sonra National Geographic'i aradım ve böyle birşeyle ilgilenip ilgilenmeyeceklerini sordum. Durum, bana kimsenin savaşla ilgilenmediği hissini verdi;onlar, tamamen kahvaltı için nelere sahip olduklarından ve aynı zamanda bir kurşunun atılmasının bununla birlikte nasıl olacağından ve buna benzer değersiz şeylerden bahsediyorlardı. Ve belli ki durum aynen devam ediyordu. Fakat ikisi de, beni hayretlere düşürerek, evet cevabını verdi. Bunun üzerine yanıma bir kameramanı ve yardımcımı aldım, ve Dostuk Köprüsü'nü (Özbekistan'dan Afganistan'a uzanıyor) geçmemiz dört saat aldı, ve asıl köprü kapalı olmasına rağmen, geçişimiz oldukça kolay oldu. Oraya vardığım günü, orada kale isyanı vardı. Orada bir günlüğüne geziye gelmiş bazı gazeteciler vardı ve bu gazetecilerin orada kalması Özbeklerin canını sıkan tatsız bir durumdu.
Durum böyle. Siz basından onların çok kısıtlı bir ulaşım imkanına sahip olduğuna dair birçok haber duyuyorsunuz, fakat ordu aslında nereye gitmeyi isterlerse oraya gidebileceklerini söylüyor.
Pekâla ordudan böyle şeyler duyacaksınız. Orduya ne zaman sorsanız, "Tamam, ben oraya bir uçakla gitmek istiyorum ve ben sınır bölgelerine ulaşmak istiyorum ve saat 5:00 itibariyle geri dönmek istiyorum", onlar sadece gülüyorlar, çünkü insanları şuraya buraya taşımak ve onları misafir etmek ve onlara yemek vermek ve onları korumak, onların sorumluluğunda değil. Fakat o aynı zamanda farklı bir ülke- Afganistan- eğer Afganistan'ın sınır bölgelerine gitmek isterseniz, Afganlarla konuşmalısınız, ve kimse Afganlarla konuşuyormuş gibi gözükmüyor. Ben Afganlarla konuştum. Eğer bir ülkeye girmek istersem, Cezayir veya Filipinler veya başka biri olması benim için farketmez, ben devletin iznini istemem.